KISA BİR ARADAN SONRA YİNE BİRLİKTEYİZ İYİ OKUMALAR
Her akşam Süfyan Efendinin yerine gidiyor hem karnını
doyuruyor hem de arkadaşları ile konuşuyordu. Üstelik yemekler çok lezzetli ve
bir o kadar da temiz bir yerdi...
Urfa’nın tanınmış simaları da hep oraya geliyor,
Süfyan onu tanımadığı herkesle tanıştırıyor ve kendi için Muallim beyin
söylediklerini söylüyor ve övünüyordu.
Ali Süavi her bulduğu fırsatta Süfyan’a teşekkür
ediyor;
“Allah senden razı olsun Süfyan Efendi. Sadece cami
yapmak değil ilim irfan kapıları da sevaptır” diyordu.
Okul bitmişti. Lojman’da tamamdı. Her taraf tertemiz
ve bakımlı olmuştu. O gece son kez bu otel gibi olan yerde kalacaktı.
Ertesi akşam artık lojmanına taşınacaktı. Yemekten
sonra erken geldi. Dinlenmek istiyordu. Yarın derslere de başlayacaklardı. Son
zamanlar çok üşümüş ve çok yorulmuştu.
Erkenden yatağa girdi. Uyumak istiyordu ama bir türlü
dalamıyordu. İlk defa bu gece rahatladığından beklide memleketinde olduğunu
hissetmişti. Burada geçen yıllarını anne ve babasını ve kardeşini hatırlamıştı.
Buradan gitme kararlarını aldıkları gece geldi
gözlerinin önüne...
‘Babası
buradan gitmek istemiyordu.
“Hatun ne işimiz var İstanbul’da... Çok büyük
memleket! Ne yaparız oralarda?”
“Bey niye öyle diyorsun. Paşa ağabeyim ne demişti
hatırlasana.”
“Bu çocuklar çok zekiler cin gibiler bunların ilim
irfan görüp, okuyup büyük adam olmaları gerekir. Bu vatanın böyle adamlara ihtiyacı
var. Dememiş miydi?”
“Hatun iyi dersin hoş dersin de nasıl yaparız.
Bilmiyorum ki. Zor çok zor!”
“Zor olacak bey. Belki aç kalırız açık kalırız. Çok
sıkıntı çekeriz ama iki tane Vatanperver evlat yetiştiririz. Okurlar büyük adam
olurlar.”
“Vallahi diyecek bir şey bulamıyorum.”
Hatıraları
dağıldı.
“Belli ağır bir gece olacak bu gece...”
Kalktı yatağın kenarında oturdu.
“Kader işte. Göçtük. Kardeşimde ben de okuduk. O da
zabit oldu. Ve kader! O Padişahın adamı oldu. Ben?”
Ali Süavi ayağa kalktı. Odanın içinde dolaştı.
Mektep o gün akşama kadar çalışma ile tamamen
bitmişti. Süfyan efendinin işi çıktığı için o erkenden gitmişti…
Ali Süavi Hüseyin’e;
“Hüseyin Efendi, Harran kapı mahallesi hangi tarafa
düşüyor?”
“Biliyorum gidelim. Biraz uzak ama çok da sayılmaz.”
“Azizim yedi sekiz yaşına kadar kaldığımız yerler
orası.
Bir göreyim diyorum. Babamın ciğerci dükkânını ha
birde bakkal Hüsrev Efendi vardı biz çocukken! Onu bulmak istiyorum.”
“Sen onu bulma, bulursan da kim olduğunu söyleme...
Ne olur ne olmaz!”
“Çok yaşlanmıştır yaşıyorsa. Öldüyse Allah Rahmet
eylesin.
İyi adamdı.”
“Burada akrabalarında vardır o zaman senin kardeşim.”
“Çok yok. Zaten burada da çok akrabalarımız yoktu.
Ama biz göç ettikten sonra çoğu da arkamızdan göç
ettiler.”
Uzak akrabalar vardır onları da zaten tanımam bilmem.”
“Öyle memleketten biri göç etimi! Akrabaları da
arkasından göç ediyor. Bu adet hep böyle oluyor. Bizimkiler direndiler göç
etmediler. Bizimde çok Akralarımız göç ettiler.”
Hükümetin arka tarafındaki sokağa girdiler. Ali Süavi
her tarafa bakıyor ama hiçbir yer tanıdık gelmiyordu.
“Yoksa yanlış mı hatırlıyorum?”
“Kardeşim gittikten sonra hiç mi gelmediniz?”
“Gelmedik. Gittikten kısa bir zaman sonra babam öldü.
Anam da kahretti.
Anlayacağın gelmedik.”
“Hay Allah… Nur içinde yatsın.”
“Sağ olasın kardeşim. Hele birde şu tarafa gidelim.”
Bir süre yürüdüler. Ali Süavi heyecanlanmıştı.
“Burası tanıdık. Şu ileride büyük bir ev vardı önünden
geçerken hep ‘ah anam böyle bir evde otursa’ diye düşünürdüm.
Eğer o evi bulursam buldum demektir.”
“Ali Süavi Bey, ev yıkılmış ta olabilir.”
“Yok tamam. İşte kardeşim ev bak… Anama alacağım ev bu
evdi. Bir gün çok param olunca anama bu evi alacağım derdim. Ama ev bu ev o
kadar büyük değilmiş.”
“Sen küçüktün de onun için sana büyük geliyormuş demek
ki!”
Evin önünden geçerken, Ali Süavi biraz durdu…
Dar sokağa girdiler. Gittikçe daha eski evlere doğru
geliyorlardı.
“İşte kardeşim bu ev. Şuradaki…”
Biraz ileride gösterdiği ev, harabe halindeydi. İçinin
acıdığını hissetti.
“Burada çocukluğumu bırakmıştım. Buradan bizim için
göçmüşlerdi. Sırtımıza yükledikleri yükten haberdar olmadan gittik. Okumak
üstelik iyi okumak zorundaydık.”
“Bizim için bu ocak söndürülmüştü. Bilmedikleri yere
gidilmişti. Fedakârlığa bakın.”
“Gerçekten öyle olmuş.”
Gözleri yaşarmıştı. Annesi ile babası ile eve
girişleri, evden çıkışları kardeşi Ziya’ ile kapının önünde oyun oynadıkları
canlandı gözünün önünde.
“Vay zalim yıllar. Bu ev bizden sonra hiç
kullanılmamış. Yemin olsun bu perdeler anamın astığı perdeler. İçeri girsek
mi?”
“Yok, kardeşim hatta kapının önünde bile çok
oyalanmayalım. Yürü kardeşim yürüyüşe çıkmış gibi yürüyelim.”
Ali Süavi gözyaşlarını sildi. Evin önünden geçtiler.
İleride küçük köhne bakkal dükkânı duruyordu.
“Hüsrev amca ya ölmüş, ya da burada yok. Bak içeride
başkası var.”
“Yıllar geçiyor azizim.”
“Öyle haydi gidelim buradan…”
Hızlandılar. Ali Süavi çok etkilenmişti.
“Anam benim. Gün görmedin anam…”
Hüseyin hiç konuşmadan hızla yürüyen Ali Süavi’ye;
“Bu gece toplanacağız, yeni gelişmeler var.”
“Nerede?”
“Seninle şehre girerken ayrıldığımız yeri hatırladın
mı?”
“Evet.”
“Tamam, oraya geleceksin. Saat onda, orada seni ben
karşılayacağım.”
“Tamam. Saat onda… Ben biraz hazır çıkmışken alış
veriş yapayım.”
Akşam Ali Süavi, lojmanını yerleştiriyordu.
İlk gün geldiği yer değildi burası sanki! Kadınlar
birde süslü perdeler dikmişlerdi. Yatağı yeni ve temizdi.
Çarşafları yorganı battaniyesini yeni almıştı.
Yerde halılar vardı ama onların nereden geldiğini
bilmiyordu...
Hem yattığı odada hem de oturduğu odada masa vardı.
Yattığı odadaki masasını çalışma masası gibi
hazırlamıştı.
Oturma odasındaki masasını da yemek yediği çayını
kahvesini içtiği masa olarak hazırlamıştı. Ama soba burada yandığından sıcağı
da çok sevdiğinden içeri sadece yatmaya gidiyordu.
“Urfa halkı ne kadar misafirperver, böyle bir şeyi
önce ne gördüm, ne duydum. Herkes canla başla çalıştı.”
Lojmanının mutfak eksiklerini de kendi tamamlamıştı.
Yanan sobasının üstündeki çaydanlığından etrafa
yayılan mis gibi çay kokusu çok hoşuna gitmişti.
“Yahu ne güzel, ne sıcak bir yer oldu burası, birazda
kitaplar sipariş verirsem tamamdır.”
İhtiyacını giderdiği yerin yanına da banyo yapacağı
yıkanacağı bir yerde yapmışlardı. Duvarları boyamışlar, çatıyı aktarmışlar,
camlarını çerçevelerini yenilemişlerdi.
Çok güzel bir lojman tam anlamı ile bir muallime
yakışacak bir yer olmuştu. Yaraları iyileşmişti. Kendini bir hayli iyi
hissediyordu...
Dışarısı çok soğuktu. Sert bir rüzgâr nefesini
kesiyordu.
Atkı ile başını yüzünü sarmıştı. Birkaç kişi ile
karşılaştı ama onlarda soğuktan korunmak için her taraflarını sarmışlardı.
Kimsenin kimseye selam verecek, hatta bakacak hali yoktu. Hızlı hızlı yürüdü.
“Bu gece hava önceki gecelere göre herhalde daha soğuk
ya da ben iyice ısınmıştım birden soğuğa çıkınca bana çok soğuk geldi.”
Bir süre daha yürüdü.
“Bu kadar uzakta mıydı bu yol ayrımı?”
Soğuk yüzüne vurdukça titriyordu. Gideceği yere gelene
kadar bir an bile durmadı. Nefes nefese kalmıştı. Ama hızlı ve uzun yürüyüş onu
ısıtmıştı artık titremiyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder