13 Aralık 2016 Salı


HEKİM ALİ SÜAVİ 6 BÖLÜM 

BİZİ TAKİP ETMEYE DEVAM EDİN 

Rüzgâr yüzünü sertçe tokatlarcasına yalayıp geçtiğinde Ali Süavi gülümsedi.
“Biliyorum. Her şey çok güzel olacak. Şimdiden bazı şeyler yoluna girmeye başladı.”
“Korkmuyorum ve başaracağımızı biliyorum.”
Yürürken dar sokaklardan geçerken, yine yan taraftaki evlere ve içinden ancak bir lahza sızmaya çalışan ince titrek ışıklara baktı.
“Urfa… Urfa… Paris’te bir gün buranın sokaklarında dolaşacağımı, böyle yerlerde yaşayacağımı hayal etmiş miydim acaba?”

Uykusunda bir tıkırtı hissetti.
“İçeride biri var.” Kıpırdamadı…
İçeride bir adam vardı. Her tarafa sessizce baktı. Adamın yüzünü seçemiyordu. Adam çantasını, ceplerini karıştırdı. Her şeyine baktıktan sonra, dışarı çıktı.
“Aramadan geçtik. Ne bulacaksa…”
Ali Süavi bir süre uyuyamadı sonra yorgunluktan helak düşmüş olarak derin bir uykuya daldı. Biraz sonra kendine seslenildiğini duydu.
“Ali Süavi Bey, kapıyı açar mısın?”
Yerinden fırladı. Kapıyı açtı. Eşref Efendi karşısındaydı. Çok üzgün görünüyordu.
Ali Süavi şaşırmıştı.
“Hayırdır ne oldu?”
“Senin gelmen lazım, ben gidiyorum sen kapıdan çıkışta sağdan ikinci sokağa gir seni orada bekliyorum. Hekim çantan yanında mıydı?”
“Yok, Eşref Efendi Muallimin yanında ne işi var hekim çantasının.”
“Tamam, ben temin ederim.”
Ali Süavi, Eşref çıkar çıkmaz giyindi. Yavaşça merdivenlerden indi, görevli uyuyordu. Dışarı çıktı. Hızlı adımlarla Eşref’in söylediği yere doğru yürümeye başladı.

İkinci sokağın başına geldiğinde Eşref bekliyordu.
“Gideceğimiz yer çok uzak değil çabuk olalım.”
“Tamam, olur.”
Hızla yürümelerini sürdürdüler. Bir süre gitmişlerdi. Eşref ilerideki bir binayı gösterdi.
“Buraya gideceğiz.”
Eski bir evin kapısını Eşref vurur vurmaz açıldı. Ali Süavi’nin daha önce görmediği biri açmıştı kapıyı.
“Neredeler?”
“İç odada...”
Eşref önde, Ali Süavi arkada hızla ilerlediler. Dip tarafta bir odaya girdiler Yine tanımadığı birkaç kişi vardı. Adamlar çekilince divanda yatan yaralıyı gördü ve şaşırdı.
Yatan Haydar Beydi.
Eşref Haydar beyin yanına giderken anlatıyordu.
“Haydar beylere bu gün aşiretlerle görüşmeye giderken İngilizler pusu kurmuşlar üç kişi daha yaralanmış.”
Ali Süavi Haydar beyin yanına gitti.
Bileğini tutunca Haydar Bey gözlerini açtı.
“Kalleşler pusuya düşürdüler, omzumdan vurdular.”
Ali Süavi, Haydar’ı muayyene etti...
“Kurşunu çıkartmamız lazım. Sen benim ihtiyaçlarımı temin edebilecek misin?”
“Ederim.”
“O zaman çabuk olmamız gerekiyor. Kurşun bir hayli içeride!”
“Tamam, sen muayene ederken ben birini gönderdim. Hekim çantası gelmek üzeredir.”
“Tamam.”
Bundan sonra sıkıntılı saatler başlamıştı.

Ali Süavi’nin istediklerini oradakiler ve başta İzzet Efendi olmak üzere hepsi yerine getirmek için uğraşıyorlardı.
Gelen çantada gerekli tüm malzemeleri fazlası ile vardı.
Artık sıra kurşunu çıkartmaya gelmişti. Kurşun çok derindeydi. Ve bir hayli zor olacaktı. Öylede oldu.
Çok zor oldu ama Ali Süavi iyi bir hekimdi, kurşunu çıkartmıştı. Haydar Bey olağan üstü dayanıklıydı.
Kurşun çıktıktan sonra bir hayli rahatlamış ve derin bir uykuya dalmıştı. Eşref Ali Süavi’yi diğer yaralıların yanına götürdü, içlerinden birinin durumu ağırdı.
Ali Süavi hepsinin tedavisini yaptı, ilaçlarını hazırladı. İğnelerini yaptı. Ve gerekenleri oradakilere anlattı. Tekrar geleceğini söyledikten sonra çıktı. Ali Süavi yorgunluktan bitap düşmüştü. Dışarı çıktığında ortalık ağarıyordu.
“Mutlaka bir iki saatte olsa uyumam gerek yoksa ayakta duracak halim olmayacak.”

Kalacağı yere geldiğinde kendini gören olur ise bu saatte nereden geldiğini nasıl anlatacağını düşünürken, kimsenin olmamasına sevindi. Hemen kaldığı odaya gitti. Üstünü değiştirip yatağa yattığı anda uykuya daldı.
Mektebin bahçesinden içeri girdiğinde çocukların onu beklediklerini gördü.
Biraz geç kalmıştı. Akşam giderken fark etmemişti.
Çocuklar içerideki zaten çok eski olan malzemeleri de gelişigüzel ortalık yerlere atmışlardı. Ortalık karma karışıktı. Çocukların boya yaptıkları sınıfa girdi.
Henüz başlamadıklarını üstelik yerlerin boya içinde kaldığını gördü… Yorgundu, uykusunu alamamıştı. Gördükleri hiç hoşuna gitmemişti.
“Yardıma gelmezlerse halim zor.”
Dışarıdan sesler duyduğunda sevinçle dışarı çıktı. Süfyan önde bir sürü insan arkada, bahçeye girdiler.
“Sabah şerifleriniz hayırlı olsun muallim bey geldik. Buyur ne yapacaksak söyle…”
“Hoş geldiniz. Ayaklarınıza sağlık…”
Mektepte hummalı bir çalışma başlamıştı.
Bir saat sonra Eşref ve arkadaşları geldiler. Başkalarını da getirmişlerdi.
Birkaç at arabası da malzeme gelmişti.
Başmuallim Süleyman Bey gördüklerine inanamıyordu. Sevineceğine hepsine sitem ediyordu.
“İlla bunları yapmanız için İstanbul’dan muallim gelmesi mi gerekiyordu beyler.”
Süfyan Müdüre kızmıştı.
“Süleyman Efendi senin bir gün gelip bir şey istediğini görmedik. Hep şikâyet ettin bir şey yapayım demedin. Bak Muallim geldiği anda okulu bahçeye taşıtmış. Bu ne demektir?”
“Ne demektir?”
“Vallahi bu adam canla başla ilk günden çocuklarımızı düşünüp, okutacak demektir.”
“O zaman da bizde var canımızla, malımızla onun yanında oluruz. İşte buradayız. Kaç zamandır şikâyet etmiyor muyuz? Buranın hali ne Başmuallim deyince ne cevap veriyordun bize?”
“Ne diyordum?”
“Ne yapayım ödenek varda biz mi yapmıyoruz!”
“Doğru yine aynını söylüyorum. Suçum ne ki!”
“Süleyman Efendi... Süleyman Efendi...”
Süleyman Efendi çok bozulmuştu. İçeri giderken söyleniyordu.
“Görürüz. Elin İstanbullusu sizi ne kadar çeker! Üç günde bırakıp kaçmazsa bana da başmuallim Süleyman demesinler.”
Mektebin bahçesi gittikçe kalabalıklaşıyordu. Çarşı mektebinin bu çalışmasına çocuğu olanlar kadar olmayanlarda yardım ediyorlardı.
Çocuğu olan tüm aileleri Süfyan;
“Bizim mektebimiz. Muallim bey İstanbullu gelmiş ayıpladı bizi. Haydi, çok ihmal ettik.”
Onları heyecanlandırıp bir şeyler yapmaya zorladıktan sonra
Herkes gelmişti.
Ayakkabıcı Hüsrev, Gardiyan Şehmuz, Lokantacı İbo, hancı Veysi’de geldiler…
Yanlarında birkaç tamirci getirmiştiler… Bir araya gelip nerelerde ne yapılacağını konuştular. Sonra herkes işinin başına döndü.
—Bütün Mektebin, lojmanın ve helâların boyası yapıldı.
—Kiremitler yenilendi.
—Tamir olunacak ne varsa tamir olundu.
—Yeni sıralar geldi.
—Kara tahtalar boyandı.
—Camlar takıldı.
—Büyük sobalar kuruldu.
—At arabaları ile yakacak odunlar geldi.
—Ali Süavi’nin lojmanına yeni somya yatak, masa dolap geldi…
Süleyman ve Zehra, şaşkın çalışanlara, Ali Süavi’nin bunu nasıl hallettiğine bakıyorlardı.
Ali Süavi’de gelen malzemelere şaşırmıştı. Süfyan’ a;
“Süfyan efendi sen bu kadar malzemeyi nereden buldun?”
“Beyim dedim ya… Beni tanımak Urfa’yı tanımaktır.
Elim kolum uzundur.”
Urfa’nın zenginleri sağ olsun beni kıracak değillerdi ya.”
“Hem bir kısmını da Eşref Efendi, Murat efendi yani oradaki beyler getirdiler. Birde Urfalılar çok şikâyetçiydiler…”
“Buranın pisliğinden bakımsızlığından, birçoğu da çocuğunu hasta olur diye göndermiyordu.”
“Onlarda yardım ettiler. Ha sana bir şey daha diyeyim.
Bizim işimiz bittiğinde kadınlar gelecek el birliği ile buraları temizleyecekler.”
“Deme yahu ben senden korktum.”
“Kork zaten beyim. Benden korkmamak? Hâşâ…”
Güldü.
Ali Süavi akşamki onun hakkında söylenenlere rağmen bu adamı sevmişti… Gülümsedi.
Elini onun omzuna koydu.
“Allah Razı olsun senden. Vallahi çok sevaba girdin.
Burada çocuklar ısınacak, tertemiz ve yeni eşyaların içinde okuyacak bilgi sahibi olacaklar. Az şey mi bu?”
Süfyan çok duygulanmıştı. Aynı zamanda çok ta hoşuna gitmişti.
“Allah sendende razı olsun. Bizim birilerinin öhö demesine ihtiyacımız var. Yol gösterene yani! Ondan sonrası kolay!”
Ali Süavi cevap vermedi. Gülümsedi.
Çalışmalar devam etti. Herkes canla başla çalışıyorlardı.
Bir ara Kudret’le Ali Süavi yalnız kalmışlardı. Ali Süavi;
“Bu Zehra hocayı da tanımak çok zor! Kadın tam bir muamma?”
“Haklısın. Çok değişik biridir. Ama dürüst bir kadındır.
Gözü çok pektir.”
“Pek midir değil midir bilmiyorum. Ama çok şaşırdığım bir şey var burada. Kıyametler kopuyor, her duyan yardıma geliyor. O ortalarda yok. Bu nasıl iştir bir türlü anlamadım?”
“Boş ver. Bence onun başka daha mühim bir işi vardır.”
“Başka işi!”
Akşam olduğunda hala herkes çalışıyordu.
On kişiye yakın kadın gelmiş, ellerinde kovaları temizlik malzemeleri ile her yeri baştan aşağı temizlemeye başlamışlardı.
Geç saate kadar çalışma sürdü.

Akşam Süfyan’ın yerinde yemekteydiler. Süfyan Urfa’nın tarihini iyi biliyor bunu da her fırsatta anlatmak istiyordu. O gecede yine coşmuştu.
“Beyim bu gece size balıklı gölü anlatacağım. Gidip gördünüz mü?”
“Yok, Süfyan Efendi gidemedim. Hiç boş vaktim olmadı.”
“Tamam, ben anlatayım. Sen yine fırsat kolla git gör beyim.
“Şimdi şöyle olmuş derdi rahmetli dedem. Nur içinde yatsın.”
“Âmin...”
O günden sonra bu şekilde bu çalışma sürmüştü.
Akşamları Ali Süavi Haydar Bey ve diğer yaralıların yanına gidiyordu.
Ağır yaralı olanın durumu ilk başlarda ciddiyetini koruyordu. Sabahın ilk ışıkları ve sabah namazından sonra çalışanlar iş başı yapıyorlar herkes canhıraş çalışıyordu.
Mektebin bahçesi de elden geçince bahçe mektep bahçesine benzemişti. Bahçenin yarım metre ile okul çevresini saran duvarların yıkık olanları da yeniden örülmüştü.
Okulun olmayan kapısına da bir kapı ayarlanmıştı.
İhtiyaç yerleri bir adetten kızların ve erkeklerin gireceği birkaç âdete çıkartılmış, muallimler içinde bir tane yapılmıştı.
Bütün ekip üç dört gün aynı hızla çalışmışlardı.
Akşamları Süfyan’ın yerine gitmek artık Ali Süavi’nin vazgeçmediği bir alışkanlık haline gelmişti. Mektepten çıkışlarında ortadan bir süre kaybolmasını kimse fark etmiyordu. Ağır yaralı olan gencin bir gece kalbi durmuş, Ali Süavi ağır masaj yaparak kalbini yeniden çalıştırmıştı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder