TOPKAPI ŞİFRESİ
FRANSA’DA BİR
OSMANLI SÜRGÜNÜ
nazanss.blogspot.com
Osmanoğulları Konağı…
Fransa’nın
gösterişli şehirlerinden Nice’te korudan hallice, gür ağaçlıklı, genişçe bir
alana süzülür gibi oturmuş duran bu soylu konak, Osmanlı İmparatorluğu’nun
çökmesiyle memleketini terk etmek mecburiyetinde kalan saray erkânından asil
bir aileye ev sahipliği yapıyor şimdi… Gece vakitleri avlusunda bekçi
köpeklerinin cirit attığı, üç katlı, beyaz ahşaptan, cumbalı Osmanoğulları
Konağı’nın içi bütünüyle Türk motifleriyle süslenmişti. Kapının karşısındaki
duvar boydan boya sedirle çevriliydi. Odalarda büyük ve gösterişli sehpalar,
dar ve uzun pencerelerde elişi tığ örgülü dantelli perdeler vardı. Her şey
fazlasıyla göz alıcı, ihtişamlı ve muazzam görünüyordu.
Salon kısmında
bütün ailenin bir arada oturabileceği kadar uzun, neredeyse odayı dolduracak
kadar da geniş bir yemek masası bulunuyordu. Salonun en uç kısmı, orta kısımla
birleştirilmişti. Bu birleşme alanı, geniş kadife koltuklar ve kanepelerle
döşeliydi. Koltuk ve kanepelerin arasındaki sehpaların üzerine özenle
yerleştirilmiş abajurlardan içeriye yayılan yumuşak ışık, ne çok aydınlıktı ne
de loş denilecek kadar karanlık…
Hemen her duvar,
İstanbul’un güzel resimleriyle süslüydü. Konağın kıymetli köşelerinden birinde
ecdatları Fatih Sultan Mehmet Han’ın ünlü Gentile Bellini tarafından yapılan
portresinin bir kopyası bulunuyordu. Portrenin hemen yanı başında ise Fatih
Sultan Mehmet’in tuğrası asılıydı. Koltukların olduğu bölümde Sultan babaanne;
yanında dünürü, çocukların anneannesi Bal Hatun’la bir şeyler konuşuyordu. Bu
iki asil ve soylu kadın, uzun yıllardır bir arada yaşıyorlardı. Her ikisi de
geçkin yaşlarına rağmen vakur bakışları, asil tavırları, manalı gözleri, edepli
dilleri ve her daim itinalı giyim kuşamlarıyla dikkat çeken, saygı uyandıran
kadınlardı…
Osmanoğulları’nın
yakışıklı ve hünerli torunlarından Fatihcanhan, salona girdiğinde iki kadın
arasında geçen konuşmaların içeriğini anlamamış bile olsa, aralarındaki
saygının sohbetlerine de yansıyan yüksek seviyesini hemen hissetmişti.
Soylu şehzade
Fatihcanhan, yine bir hata yapmıştı. Elinde sadece tek bir buket çiçek vardı ve
babaannesiyle anneannesi arasında seçim yapıp sadece birine çiçek uzatmak,
Fatihcanhan gibi kibar, düşünceli ve ince bir adama asla yakışmazdı. Uzun
boylu, kara gözlü, kalın kaşlı, sert bakışlı, hafif çatık kaşlı bu centilmenin
keskin zekâsı, neyse ki olaya derhal bir çözüm bulmasını sağlamıştı.
Fatihcanhan, elindeki bol renkli buketi Sedir bölümünde annesiyle birlikte
oturan Rabia yengesine sunmaya karar verip kendince konuyu tatlıya bağladı.
“Rabia Sultan yaş
gününüzde burada değildim. Biliyorum, uzun zaman oldu ama çiçekçiden geçerken
sizin sevdiğiniz çiçekleri hatırladım. Bunları kabul ediniz lütfen. İyi
yıllarınız olsun. Upuzun yıllar olsun. Allah sizi başımızdan eksik etmesin.”
dedi o kadife gibi yumuşak ama tok sesiyle yengesine gülümseyerek…
Rabia Sultan
şaşırmış halde çiçeklere bakarken, ne diyeceğini bilemedi. Yavaşça başının
kaldırıp çaresiz gözlerle kayınvalidesine baktı. Evin büyük hanımı burada
dururken, yengenin çiçek kabul etmesi doğru olur muydu ki? Büyükhanım ne derdi
acaba?
Rabia’nın mahcup
bakışlarını fark eden Sultan Hanım gülümseyerek karşılık verdi küçük gelinine.
İçi rahatlayan Rabia Sultan da hayran kaldığı buketi sevgiyle kabul ederek
mutlu oldu ve Fatihcanhan’ı yanaklarından öptü.
“Sağ olasın
Fatihcanhan. Allah razı olsun. Bu ne büyük zariflik... Sen her zaman ince
düşünceli bir genç olmuşsundur. Çok teşekkür ederim.” dedi bakışlarını hafifçe
yere eğerek…
“Sultanım. Siz
dünyadaki en güzel çiçeklere layıksınız.” diyerek karşılık veren esmer yakışıklısı
afili şehzade, yengesinin elini öperek, içtenlikle sarıldı ona.
Rabia Sultan çok
duygulanmıştı. Gözleri nemleniverdi hemen. Çiçeği elinde, uçar adımlarla kendi
dairesine doğru gitti. Çiçek krizini kolay çözdüğünü düşünen Fatihcanhan, önce
babaannesini sonra da anneannesini ellerinden öptü. Haminneleri de kibar
delikanlıyı başından öperek selamladılar. Ardından annesinin yanına giden
Fatihcanhan, validesinin beyaz yanaklarına öpücükler kondurduktan sonra nihayet
yerine oturdu.
Delikanlının ellerinden
tutan annesi, akıllı kadındı ve hiçbir şey gözünden kolay kolay kaçmazdı.
Oğluna doğru eğilerek, kısık bir sesle, “Yine tek çiçek aldın değil mi?” diye
sordu.
“Bir defasında da
anlama be annem.” dedi Fatihcanhan, beyaz dişlerini cömertçe sergileyip
gülümseyerek…
“Ben oğlumu
bilmez miyim? Aç mısın sen oğlum, bir şeyler hazırlatayım mı?”
“Aslında açım ama
nedense bir şeyler yemek istemiyorum. Belki sonra.”
“Tamam canım.”
Sultan anne ayağa
kalktığında, Fatihcanhan’la birlikte odada bulunanların hepsi saygıyla
ayaklandılar.
“Hepinize iyi
geceler dilerim. Fatihcanhan sen beni odama götür evladım.” diyen Sultan anne,
dik duruşu ve vakur edasıyla odadakileri selamlayarak, torunuyla birlikte
salondan çıktı…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder