YOSMA
Osmanlı’da
Kaldırım Serçesi
nazanss.blogspot.com
Nazan Şara Şatana’nın Yosma – Osmanlı’da Kaldırım
serçesi kitabından
Bu çok mu çok
güzel bir kadın...
Saçları kızılla
kahvenin karışımı olmuş, aralarında da başına örtüsü yok muşta güneş
açmışçasına bazı tellerinin rengi diğerlerinden daha bir açık daha bir parlak
olmuş. Saçlar gür ve uzun. Belini de geçer de kalçalarına kadar gelmez mi?
Gelir gelmesine de denizin hafif dalgaları gibi dalgalana dalgana iner ineceği
yere kadar! Boy pos pek yerinde! Uzun boylu olması soyundan sopundan gelir
gelmesine de endamı sanki bu topraklarda şekillenmiş. Yeşil, mavi, mor renkler
karışmış, kendine müstesna bir renk olmuş iri gözlerin renkli kısmına
yerleşmiş. Bu kadar güzelliği görürde kirpik azıyla mı yetinir? Yetinmez o da
donatmış göz çevresine illa da uzun, illa da kıvrık olmuş. Burun okka, dudak
kiraz, yanak elma. Kirazın lezzetini müptelalar bilir, bilirde ‘Ahhh’ çekerler.
Görenin nefesi soluk aralığında kalır, kalbi telaşa kapılır. Yoktur ki böyle
bir güzellik!
Güzellik sanki
işine mi yaramış? Tam tersi başının belası olmuş. Biri güzelsin dediğinde
midesi bulanır hale gelmiş. O istemez ki güzel olmayı! O rabbinden güzelliğini
alması için çok defalar dualar etmemiş mi? Etmiş, Yalvarmış, yakarmış. O biçare
pek dertliymiş.
Ruhunun onu terk
ettiğine inanırmış, kalbinin makine gibi sadece tık tık çarptığına hissiyiteni
yitirdiğine inanırmış. Bu kadar sağlıklı olmasına yanarmış. Şimdiye kadar kaç
kere ölümlerden dönmüştü de ölmemişti. Çok kederli olduğunu kimse bilmez. Anlamazmış.
O bildirmezmiş ki, bildiremezmiş ki?
Fuzili demiş ya:
Gönülde bir gamım var ki pinhan eylemek olmaz
Bu hem bir gam ki el ta‘nından efgan eylemek olmaz
(Gonulde bir derdim var ki gizlemek olmaz bu oyle bi dertki en siddetlisinden figan etmek olmaz.)
Olmadığını bilir, ona göre hareket eder bu yürekler yakan dilber. Derdini bir gizler ki, en yakını anlamaz.
Bu hem bir gam ki el ta‘nından efgan eylemek olmaz
(Gonulde bir derdim var ki gizlemek olmaz bu oyle bi dertki en siddetlisinden figan etmek olmaz.)
Olmadığını bilir, ona göre hareket eder bu yürekler yakan dilber. Derdini bir gizler ki, en yakını anlamaz.
Bu cilveli,
işveli, edalı, dudak büken, gerdan kıran, göbek atan, kalça büken, meme oynatan
ahu gözlü dilberin dik alası, pek bulunmayanıymış. Bakanın bakası gelen,
Sohbetinden bal
damlayan,
Kokusuna
tiryakilik olan bu suzanı-ateşi firkat göreni ay çarpmışa çeviren bir yosma.
Evlerden barklardan
ırak denileceklerden!
Karşılaşanın
kurtuluşu olmayan çaresiz derde düştüğü bir leyla-yı muhabbet.
Sesi billur gibi...
Udunu
tıngırdattığında hele birde nağmeleri dudaklarından döktürdüğünde yanındakilere
ya sabır olsun.
Birde oynar ki?
Benim diyen çengi
halt etmiş yanında,
Birde kıvırır ki,
oturak âlemlerinde üstüne kimse olmaz, eline kimse su dökemez.
Dedim ya,
anlatacağım. Siz bu iki kelamdan bu kadar sabırsız olursanız, siney-i ateş
olanlar ne yapsınlar?
“Aşiyân-i mürg-i dil, zülf-i perişânundadur,
Kande olsam ey peri, gönlüm senün yanundadur.”
“Ey sevgili. Gönül kuşunun yuvası, saçlarının içindedir.
“Ey sevgili. Gönül kuşunun yuvası, saçlarının içindedir.
Ve ey sevgili, ben nerde olursam olayım, gönlüm
senin yanındadır.”
*
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder