YOSMA
Osmanlı'da Kaldırım Serçesi
nazanss.blogspot.com
Bizim hikâyemiz
İstanbul’da geçer.
Nedim, ne
demiştir bir kasidesinde?
Bu şehr-i Sitanbul ki bi misl ü behâdır
Bir sengine yek pâre Acem mülkü fedâdır
Bir sengine yek pâre Acem mülkü fedâdır
Bir gevher-i yekpare iki bahr arasında
Hurşîd-i cihan-tâb ile tartılsa sezâdır
Hurşîd-i cihan-tâb ile tartılsa sezâdır
Yaşamımızda
dürtülerimiz, ileri sürdüğümüz ve başkaları ile hem fikir olmadığımız olayları
izlerken, okurken ne anladığımızla alakalı birçok eylemlerimiz vardır.
Elbette temel
kökeninde kadın var, kadınla birlikte erkek var, şehvet var, istek var, arzular
var.
Olmalı hayatın
aslı da bu değil midir?
Temel kökenlerde
arzu yok mu?
Geleneksel
yaşamımızda cinsellik yok mu?
İnsanoğlunun ilk evvelinde
olmazsa olmaza odaklandığımızda ilk gördüğümüz, düşündüğümüz iki kişinin birleşmesi
değildir de nedir? Bu birleşmelerde sevgi olmalı, bu yakınlaşmalarda yüreğin kıpırtısı
olmalı. Şart mı?
Neye göre, kime
göre şart veya değil.
Bazen sevişme bir
doğmaya sebebiyet verir.
Bazen sevişme bir
rahatlama, bazen de ruhların el ele tutuşması… Saplantılarımızı bir kenara
bıraktığımızda, hoşgörümüzü de yüreğimize yerleştirdiğimizde geleneklerimizin
en ağırından ziyade bize daha gülümseyenini seçtiğimizde, aşkımıza da sonuna
kadar sahip çıktığımızda ancak o zaman neyi ne zaman nasıl yaptığımızın farkına
varırız.
AŞK
Şeyhülislam Yahya
demiş ki:
“Cihanda ''âşık-ı mehcur'' sanma rahat olur
Neler çeker bu gönül söylesem şikâyet olur”
Neler çeker bu gönül söylesem şikâyet olur”
(Dünyada
''asktan uzak kalan'' sanma rahat olur neler çeker bu gönül söylesem ŞİKÂYET
olur)
Bu her zaman aşk
adı altında olmaz.
Bazen aşktır,
bazen de geçim sebebi.
Bazen paradır,
bazen de surata atılmış hızlıca bir tokat.
Bazen
mecburiyettir, bazen de talihin oynadığı ağır bir oyunun gülümseyen cilvesidir.
Çeşitli akımlar,
çeşitli yerler, dinler, diller, zaman ve değişenler!
Değişmeyen
bedenlerin isteklerinin tek merkez hali olması…
Asırlardır,
krallar, sultanlar, paşalar, işçiler, ergenliğe adım atmış her canlı nasıl ölümü
tadacaksa cinselliği bilecek, tadacak ve bundan zevk alarak kimi bu şekilde
hayatını idame ettirecek, kimi de bunun bir geçim kavgası olduğunun bilincinde
olarak zevk alıyormuşçasına oynayacak.
Bu işin ustaları
tecrübelerini sergileyecekler, deneyimlerinin birikintilerinin aktarımını
yapacaklar, bazen istenmeyen sonuçlar canlar yakacak, bazen aileler dağılacak,
bazen basit bir cinselliğin neticesinde ağır bedeller ödenecek.
Dürüst olmak
gerekirse yaşamımızdaki ‘şartların’ birçok ağır faturaları olmuştur, olacaktır.
Buna rağmen
vazgeçilmemesi devamının ısrarlı süregelmesi bunun önemini daha da vurgulayarak
bizlere anlatmakta değil midir?
Bu düşüncemizi
hangi gücümüzle yâda zaafımızla yargılıyoruz ve neticelendiriyoruz.
İki önemli unsuru
göz ardı edemeyiz.
Kendimiz ve
başkaları.
Bu iki kelime
anlamında oldukça sade…
Açılımına
geçtiğinizde şaşkınsınız.
Çünkü kalabalık
olan algılar!
Getirileri ve
götürülerine razı olma durumu!
Yaptıklarımız
başkalarının hayatlarına ışık yaktığı gibi yanan ışıklarının kapatılmasına,
onların karanlığa gömülmesine de sebebiyet verebilir. Peki, biz bunu bilmiyor
muyuz?
Biliyoruz ve
yapıyoruz.
Asl olan budur.
Sonrasında çok
pişmanım demek meseleyi halletmiyor ki.
Sevgi üretiyor
muyuz?
Yoksa tersini
yapıyor ve tüketiyor muyuz?
Deneyimlerimiz
sevginin önemini öğretmedi ise yapılacak bir şey de kalmamış yâda çok azı
bırakılmıştır.
Bir şeyler
yapılmış olmalı ki, doğru yâda yanlış!
Bir dilbere
yürekten deseydi, söyleseydi:
"Ey dilberi
rana! Ey tesadüf-ü müstesna! O mahrem suratınızı görünce size lahza-i kalpten
sarsıldım... Niyetim âcizane-i taciz etmek değildir. Bilakis efkâr-i umumiye de
ufak bir aile bacası tüttürmektir. Sözlerim sizi temin ve tatmin edecekse şayet
zevc-i izdivacınıza talibim!"
O ciddi olsaydı, dilber emin olsaydı hiç der
miydi?
“O mahrem suratınıza bir sille-i Osmaniye nakşedersem sekte-i kalpten terk-i hayat edersiniz...”
“O mahrem suratınıza bir sille-i Osmaniye nakşedersem sekte-i kalpten terk-i hayat edersiniz...”
Tam tersiydi
hayat. Onu dikkate bile almamış, hoşça eğlenmek olmuş niyeti. Dilber farkında
değil mi ki, öyle cevap verdi. Farkında hep bildi, hep anladı, hep ağladı.
Netice yapılmış,
aktarılmış, iletilmiş.
Asırlar geçmiş,
geçmeyen anlatılar, bitmeyen efsaneler, tükenmeyen hikâyeler.
Ne çok yazara
ilham olunmuşluklar, ne çok şaire dörtlükler yazdıranlar.
Aşk hep vardı da,
Cinsellik hep yok
muydu?
Şimdilerde varda
eskilerde mi yoktu?
Bir kadın bir
erkek, birlikte olmak yenilerde varda eskilerde yok muydu?
Mesela Osmanlı
döneminde bir fahişe yok muydu? Vardı.
Birçoğu vardı.
Biz birini
biliyoruz. Birini tanıyoruz.
Onun gönlünü,
ruhunu, sevgisini, sevmemesini, acısını, tatlısını, cinselliğini, vücudunu,
dudaklarını, arzularını biliyoruz.
Siz biliyor
musunuz?
İzninizle ben
sizlere anlatmak istiyorum.
Nazan Şara Şatana
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder