30 Ocak 2018 Salı
Greyfurt
Çiçekleri
nazanss.blogspot.com
‘Greyfurt
Çiçekleri’
adlı senaryomu acaba
ben!
Antalya’da
evimizin bahçesindeki, muhteşem görüntüleri ile ben cezbeden
‘Portakal
Ağaçları’
olarak mı
değiştirsem ve desem ki;
Güne güzel
başlamak için o kadar çok sebebin var ki, bak pencereden dünya seni selamlıyor.
Portakal
ağaçlarının yeşillerinin arasındaki turuncu renkleriyle sana gülümsüyor.
Burada portakalın
mevsimi yok ki, burada portakal ağaçları sana kendilerini hep hatırlatır ve
derki;
‘Hadi
artık gülümse’
Kokuları, buğuları
bile farklı değil midir?
Çekersin ciğerlerine
tertemiz havalarını, beden mutlu, ruh güçlü olur.
Portakalın
çiçeklerinin kokusuna dayanamazsın.
‘Greyfurt Çiçekleri’ni de zaten güzelliklerinin yanı sıra etrafa saldıkları
rayihaları yüzünden yazmıştım.
Saçıma taç mı
yapsam demiştim,
boynuma kolye,
koluma bilezik
belki o zaman doyarım kokusuna…
Ya tadına ne
demeli.
Çok susadığımda
bir portakal beni onlarca bardak su içmişim gibi kendime getirir.
Çiçeğin her türü
makbulümdür
Hele o çiçek
meyveye dönüyorsa
Sevginin her türü
makbulümdür
Hele o sevgi aşka
dönüyorsa.
Nazan Şara Şatana
nazanss.blogspot.com
29 Ocak 2018 Pazartesi
ŞOVALYE UNVANLI BÜYÜK
KOMEDYEN
Charlie Chaplin
nazanss.blogspot.com
Şövalye
unvanı alan bir komedyen!
İki
kez Oskar alan bir komedyen!
Sessiz
sinema ile dünyayı kendine hayran bırakan bir komedyen!
“Konuşursam beni
sadece İngilizce bilenler anlayacak ama sessiz bir filmi herkes anlayabilir ve
Dünya Amerika’dan ibaret değildir.”
Demiş, sessiz filmlere
ağırlık vermiş.
Biz
çocukken kardeşimle Şarlo gibi yürürdük. Daha ziyade o yürürdü ben gülerdim.
Onun
şapkası, bastonu, kıyafeti ve göz makyajı! Ondan sonra gelen oyuncuların
kullandığı malzemeleri olmuştur.
Onu
taklit ederek üne kavuşan çok olmuştur.
Bizler
animasyonda Şarlo tiplemesini de çok kullanırdık.
Bizim
konuşmalarımızda da Şarlo kelimesi vardır.
Birinin
onu gibi yürüdüğünü görsek, ya da hareketlerini, ona benzeyen şapkasını
aklımıza hemen Şarlo gelir…
Dünyaya
iz bırakanlar diyoruz ya Charlie Chaplin’de onlardan…
Sıra
onu tanımaya geldi…
Londra'nın fakir bölgelerinden birinde doğup büyüyen Chaplin, 1913' te gittiği ABD'de sinemaya
başlamıştı.
1914'teki ilk filmi Making A Living 'in ardından çekilen Kid Auto Races in Venice filminde bol pantolonlu, melon şapkalı, büyük ayakkabılı,
sürekli bastonunu çeviren ve sakar hareketleri ile gülünç mizansenler oluşturan
‘Şarlo’ tiplemesini yarattı.
The Adventurer (1917) gibi ünlü filmlerinin de bulunduğu altmıştan fazla kısa
filmde oynayarak yeni gelişmekte olan sinemanın da etkisiyle dünya çapında
görülmemiş bir üne kavuştu.
1918 yılında çektiği A Dog's Life filmi ile uzun
metrajlı filmlere de başlayan Chaplin, Mary Pickford, Douglas Fairbanks ve D. W. Griffith ile birlikte kurdukları United Artists film
şirketinin ortağı olduktan sonra
Filmlerinde dönem
koşulları için imkânsız görülebilen mizansenlere, koreografilere ve akrobatik
hareketlere yer veren Chaplin, komedi sinemasının bütün örneklerini sonuna kadar korumakla
birlikte, heyecanın ve hareketin asgari düzeye çekildiği sahnelerinde ise
dramatik yapısını sergileyebilmiştir.
Popülist yaklaşımlara,
hiçbir zaman benimsemediği bazı yönetim biçimlerine ve teknolojiye yönelik ağır
eleştirilerini ise yine bu komedi tarzının içinde eritmiş ve sessizce seyirciye
ulaştırmayı bilmiştir.
Yarattığı
'modern palyaço' Şarlo ile
dünya üzerinde filmlerinin gösterildiği her ülkede insanların hayranlığını
toplamasına rağmen,
Amerika Birleşik Devletleri vatandaşlığını reddetmesi sebebiyle bu ülkede kendisine
yönelik olarak başlatılan karalama kampanyası;
Kendisinden
bir hayli genç olan kadınlarla yaptığı dört ayrı evlilik,
Bir
dönem kendisine açılan babalık davası,
The Immigrant filminde bir ABD
memurunu tekmelediği sahne,
Altına Hücum filmindeki bazı sahnelerin komünizm propagandası olarak yorumlanması gibi olayların etkisiyle
Chaplin'in ABD'ye
girmesi yasaklandı.
Bunun üzerine karısı
ve çocuklarıyla birlikte hayatının sonuna kadar yaşayacağı İsviçre'ye yerleşen Chaplin, ancak 1972 yılında Oskar Özel
Ödülü'nü almak için yıllar sonra ABD'ye geri döndü.
1975 yılında 86 yaşında iken İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth tarafından şövalye unvanına layık görülmüştür.
Nazan Şara Şatana
VAN GÖLÜ
İÇİNDE BİR ADADA KİLİSE
Ahdamar
Adası
nazanss.blogspot.com
(Ahtamar, Ağtamar, Akhtamar biçimlerinde de yazılır;
Gazetelerdeki
bu haberi geçmiş zamanda hepimiz okuduk:
“95 yıl aradan sonra ilk kez geçen yıl ayinin yapıldığı Ahtamar’da,
Ermeniler ikinci kez buluştu. Binlerce Ermeni’nin katıldığı ayinde yakılan
mumların geliri ise Somali’ye gönderildi.”
Kiliseyi,
restorasyon çalışmalarını, yeniden hizmete açılmasını hep okuduk tabi.
Ermenilerin gelişlerini ilk ayinlerini de okumuştuk.
Burası
Van gölü içinde bir adadaki kiliseydi. Adanın ismi Ahdamar adası, kileye de
aynı isim verilmiş. Ahdamar Klisesi…
Buranın
ismi ile ilgili bir efsane var. Onu aktaracağım. Kız kulesi efsanesine de
benziyor bu aktaracağım efsane…
Adanın, adının nereden geldiğine dair yaygın halk hikâyesine
göre, zamanında bu adada yaşayan Ermeni baş keşişin güzelliği dillere destan Tamar adında bir kızı vardır.
Adanın çevresindeki köylerde çobanlık yapan bir genç bu kıza
âşık olur.
Bu genç Tamar'la buluşmak için her gece adaya yüzer. Tamar ise
ona gece karanlığında yerini belli etmek için onu bir fenerle bekler.
Bundan haberdar olan kızın babası, fırtınalı bir gecede elinde
fenerle adanın kıyısına iner ve sürekli yer değiştirerek gencin boşuna yüzüp,
gücünü yitirmesine neden olur. Yüzmekten gücünü yitirip, yorulan genç çoban
boğulur ve boğulmadan önce son nefesiyle "Ah Tamar!" diye haykırır.
Bunu duyan kız da hemen ardından kendini gölün sularına bırakir
gunden sonra ada Ah
Tamar! İsmi ile anlatılır. Bu hikâye Ermeni sair Hovhannes Tumanyan
anlatimiyla efsanelesmistir.(alıntı)
Van benim sevdiğim arkadaşım Nurhan’ımın şehridir. Nurhan
memleketine aşıktır. Onu tanıdım tanıyalı Van’ı anlatır. Van gölünden tutundra,
Van Gölü canavarına kadar her şeyi konuşuruz onunla.
Van şehrinin çok özel bir yer olduğunu hep söyler.
Haklı Van gerçekten çok farklı bir yer.
Nasıl olmasın ki.
Deniz gibi gölü var, baktığında deniz, ucu bucağı yok. Suyun olduğu
yerde hayat vardır. Van’da su çok…
Van’lıları tanıdım. Çok sıcak insanlar.
Ben çok istediğim halde gidip göremedim. Kısmet olmadı.
Değişik yerleri, olayları anlatmak istiyorum yazılarımda sizlere.
Ahdamar Adası ve Ahdamar kilisesi bana değerli geldi. Sizlere
bildiklerimi aktarmak istedim. Bazılarını birebir aktarmak istedim.
Resimlere bakınca, kilesinin sanat şaheseri olduğunu görüyoruz
zaten…
Akdamar Kilisesi.
Akdamar Adasındaki Surp Haç kilisesi, Kudüs'ten İran'a kaçırıldıktan sonra 7. yüzyılda Van yöresine getirildiği rivayet edilen Hakiki Haç'ın bir parçasını barındırmak maksadıyla Kral I. Gagik'in emriyle 915–921 yıllarında Mimar Manuel tarafından inşa edilmiştir.
Akdamar Adasındaki Surp Haç kilisesi, Kudüs'ten İran'a kaçırıldıktan sonra 7. yüzyılda Van yöresine getirildiği rivayet edilen Hakiki Haç'ın bir parçasını barındırmak maksadıyla Kral I. Gagik'in emriyle 915–921 yıllarında Mimar Manuel tarafından inşa edilmiştir.
Adanın güney doğusuna kurulmuş olan kilise, mimari açıdan Ortaçağ
Ermeni sanatının en parlak eserleri arasında sayılır.
Kızıl andezit taşından inşa edilmiş olan kilisenin dış cephesi,
alçak rölyef şeklinde işlenmiş zengin bitki ve hayvan motifleriyle ve Kutsal
Kitap'tan alınma sahnelerle bezenmiştir.
Kilise bu özelliğiyle de Ermeni mimari tarihi içinde eşsiz bir
konuma sahiptir.
Kilisenin kuzeydoğusundaki şapel 1296–1336 tarihlerinde,
batısındaki jamadun (cemaat evi) 1793 tarihinde, güneyindeki çan kulesi 18.
yüzyıl sonlarında ilave edilmiştir.
Kuzeyindeki şapelin ise tarihi bilinmemektedir.
Doğudaki birçok başka Ermeni anıtı ile birlikte Ahtamar
Kilisesinin de 1951'de hükümet emriyle yıkımı kararlaştırılmış, 25 Haziran
1951'de başlatılan yıkım çalışması o dönemde genç bir gazeteci olan ve
tesadüfen olaydan haberdar olan Yaşar Kemal'in müdahalesiyle durdurulmuştur...
Onyıllar boyunca bakımsız olarak kalan kilise 2005–2007 döneminde Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı öncülüğünde, Türkiye Ermenileri ve komşu Ermenistan ile ilişkilerin geliştirilmesine yönelik bir adım olarak, 1.5 milyon dolar harcanarak restore edilmiştir.
Kilise 29 Mart2007 tarihinde TC Kültür Bakanı ve Ermenistan Kültür
Bakan Yardımcısının katılımıyla müze olarak tekrar açılmıştır.(alıntı)
&
Yüzölçümü 70,000 metrekare olan adanın toplam kıyı
uzunluğu 3 kilometreyi bulmaktadır. En yüksek noktası deniz seviyesinden 1912 metre yüksekte
bulunan adanın batı uçlarında yüksekliği 80 metreye ulaşan dik kayalıklar
vardır.
9. yüzyıldan itibaren kaydedilmiş olan Ağtamar adının Arapça ĞMR kökünden "kabartı, tümsek"
anlamına gelen bir türev olması daha kuvvetli bir olasılık olarak
değerlendirilebilir.
Adın Türkçeleştirilmiş biçimi olarak Akdamar kullanılmaktadır.
En eski kaynaklarda adanın adı, Gevaş bölgesinde hüküm süren
Ermeni Rştuni sülalesine atfen Rştunik
Adası olarak geçmektedir.
705 yılında Vard Rştuni'nin adada öldürülerek
Rştuni beyliğine son verilmesinden sonra ada ve yöresi, daha önce Başkale'de (Ağbak) hüküm süren Ardzruni sülalesinin
eline geçmiştir.
908'de I. Gagik Ardzruni
bazı Ermeni ve Müslüman beyleriyle anlaşarak Gevaş'ta
(Vostan) kendini Vaspuragan Kralı ilan etmiş ve bilahare başkentini adaya
taşımaya karar vermiştir.
1.Gagik adada halen mevcut olan kiliseden başka müstahkem bir
kasaba, saray, çarşı ve liman inşa ettirmiştir.
Ada üzerindeki sivil yerleşimin 16. yüzyıl başlarına kadar canlı
olarak varlığını sürdürdüğü ve 1535 Osmanlı-İran
harbi'nde
tahrip edildiği anlaşılmaktadır.
16. yüzyıldan sonra sivil yerleşimin bulunmadığı adada Kutsal
Haç'a (Surp Khaç) adanmış bir Ermeni manastırı hayatiyetini sürdürmüştür.
19. yüzyıl sonlarında 300 civarında keşişin ikamet ettiği
manastır, 1895 ve 1915 olaylarından sonra terkedilmiştir.
Ermeni Kilisesinin ruhani başkanlığı olan Gatoğigosluk makamı
10. yüzyıl ortalarından 1101 yılına kadar Ahtamar Adasında bulunmuştur.
Makamın 12. yüzyılda Kilikya'ya taşınmasından sonra da Ahtamar
Kilisesi 19. yüzyıla dek önderlik iddiasını devam ettirmiştir…
Akdamar Adasındaki Surp Haç kilisesi, Kudüs'ten İran'a kaçırıldıktan sonra 7.
yüzyılda Van yöresine getirildiği rivayet edilen Hakiki Haç'ın bir parçasını barındırmak maksadıyla Kral I. Gagik'in emriyle 915–921 yıllarında Mimar Manuel
tarafından inşa edilmiştir.
Adanın güney doğusuna kurulmuş olan kilise, mimari açıdan
Ortaçağ Ermeni sanatının en parlak eserleri arasında sayılır.
Kızıl andezit taşından inşa edilmiş olan kilisenin dış cephesi,
alçak rölyef şeklinde işlenmiş zengin bitki ve hayvan motifleriyle ve Kutsal Kitap'tan alınma sahnelerle bezenmiştir.
Kilise bu özelliğiyle de Ermeni mimari tarihi içinde eşsiz bir
konuma sahiptir.
Akdamar Adası, Gevaş ilçesinin karşısında kıyıdan 4 km . açıktadır.
Adanın güney doğusuna kurulmuş olan kilise, Kutsal Haç adına
Vaspurakan Kralı I. Gagik tarafından 915- 921 yıları arasında Keşiş Manuel'e
yaptırılmıştır.
İlk yapıldığında saray kilisesi olan yapı, sonradan 1113
tarihinde manastır kilisesine dönüştürülmüştür.
1895 yılına kadar yöredeki Ermeni Patrikliğinin merkezi
durumunda olmuştur.
Kilise, mimarisi yanında dış cephelerindeki figürlü taş plastiği
ile dikkat çekmektedir.
Plan bakımından merkezi kubbeli, dört yapraklı yonca biçimli haç
plana sahiptir.
Kilise doğu batı doğrultusu dikdörtgen bir alana oturmaktadır.
Orta mekân yüksek kasnaklı, içten kubbe, dıştan külahla
örtülüdür.
Kilisenin figürlü dış cephesi oldukça zengindir.
Bunun yanında İncil ve Tevrat’tan alınmış çeşitli sahneler yer
almaktadır.
Yunus peygamberin denize atılması Hazreti Meryem ve kucağında
İsa, Âdem ile Hava’nın cennetten kovulması, Hazreti Davut ile Kral Goliat’ın
mücadelesi, Samson Filistinli ikilisi, ateşte üç İbrani genci, Aslan ininde
Daniel sahneleri bulunmaktadır.
2006 yılında aslında uygun olarak restore edilen Kilise, Van’da
en çok ilgi gören yerlerin başında geliyor.(alıntı)
Güzelliklerle kalın…
Nazan Şara Şatana
ŞOVALYE UNVANLI BÜYÜK
KOMEDYEN
Charlie Chaplin
“DÜNYA
AMERİKA’DAN İBARET DEĞİLDİR.”
nazanss.blogspot.com
Şövalye
unvanı alan bir komedyen!
İki
kez Oskar alan bir komedyen!
Sessiz
sinema ile dünyayı kendine hayran bırakan bir komedyen!
“Konuşursam beni
sadece İngilizce bilenler anlayacak ama sessiz bir filmi herkes anlayabilir ve
Dünya Amerika’dan ibaret değildir.”
Demiş, sessiz filmlere
ağırlık vermiş.
Biz
çocukken kardeşimle Şarlo gibi yürürdük. Daha ziyade o yürürdü ben gülerdim.
Onun
şapkası, bastonu, kıyafeti ve göz makyajı! Ondan sonra gelen oyuncuların
kullandığı malzemeleri olmuştur.
Onu
taklit ederek üne kavuşan çok olmuştur.
Bizler
animasyonda Şarlo tiplemesini de çok kullanırdık.
Bizim
konuşmalarımızda da Şarlo kelimesi vardır.
Birinin
onu gibi yürüdüğünü görsek, ya da hareketlerini, ona benzeyen şapkasını
aklımıza hemen Şarlo gelir…
Dünyaya
iz bırakanlar diyoruz ya Charlie Chaplin’de onlardan…
Sıra
onu tanımaya geldi…
Londra'nın fakir bölgelerinden birinde doğup büyüyen Chaplin, 1913' te gittiği ABD'de sinemaya
başlamıştı.
1914'teki ilk filmi Making A Living 'in ardından çekilen Kid Auto Races in Venice filminde bol pantolonlu, melon şapkalı, büyük ayakkabılı,
sürekli bastonunu çeviren ve sakar hareketleri ile gülünç mizansenler oluşturan
‘Şarlo’ tiplemesini yarattı.
The Adventurer (1917) gibi ünlü filmlerinin de bulunduğu altmıştan fazla kısa
filmde oynayarak yeni gelişmekte olan sinemanın da etkisiyle dünya çapında
görülmemiş bir üne kavuştu.
1918 yılında çektiği A Dog's Life filmi ile uzun
metrajlı filmlere de başlayan Chaplin, Mary Pickford, Douglas Fairbanks ve D. W. Griffith ile birlikte kurdukları United Artists film
şirketinin ortağı olduktan sonra
Filmlerinde dönem
koşulları için imkânsız görülebilen mizansenlere, koreografilere ve akrobatik
hareketlere yer veren Chaplin, komedi sinemasının bütün örneklerini sonuna kadar korumakla
birlikte, heyecanın ve hareketin asgari düzeye çekildiği sahnelerinde ise
dramatik yapısını sergileyebilmiştir.
Popülist yaklaşımlara,
hiçbir zaman benimsemediği bazı yönetim biçimlerine ve teknolojiye yönelik ağır
eleştirilerini ise yine bu komedi tarzının içinde eritmiş ve sessizce seyirciye
ulaştırmayı bilmiştir.
Yarattığı
'modern palyaço' Şarlo ile
dünya üzerinde filmlerinin gösterildiği her ülkede insanların hayranlığını
toplamasına rağmen,
Amerika Birleşik Devletleri vatandaşlığını reddetmesi sebebiyle bu ülkede kendisine
yönelik olarak başlatılan karalama kampanyası;
Kendisinden
bir hayli genç olan kadınlarla yaptığı dört ayrı evlilik,
Bir
dönem kendisine açılan babalık davası,
The Immigrant filminde bir ABD
memurunu tekmelediği sahne,
Altına Hücum filmindeki bazı sahnelerin komünizm propagandası olarak yorumlanması gibi olayların etkisiyle
Chaplin'in ABD'ye
girmesi yasaklandı.
Bunun üzerine karısı
ve çocuklarıyla birlikte hayatının sonuna kadar yaşayacağı İsviçre'ye yerleşen Chaplin, ancak 1972 yılında Oskar Özel
Ödülü'nü almak için yıllar sonra ABD'ye geri döndü.
1975 yılında 86 yaşında iken İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth tarafından şövalye unvanına layık görülmüştür.
Nazan Şara Şatana
ŞOVALYE UNVANLI BÜYÜK
KOMEDYEN
Charlie Chaplin
“DÜNYA
AMERİKA’DAN İBARET DEĞİLDİR.”
nazanss.blogspot.com
Şövalye
unvanı alan bir komedyen!
İki
kez Oskar alan bir komedyen!
Sessiz
sinema ile dünyayı kendine hayran bırakan bir komedyen!
“Konuşursam beni
sadece İngilizce bilenler anlayacak ama sessiz bir filmi herkes anlayabilir ve
Dünya Amerika’dan ibaret değildir.”
Demiş, sessiz filmlere
ağırlık vermiş.
Biz
çocukken kardeşimle Şarlo gibi yürürdük. Daha ziyade o yürürdü ben gülerdim.
Onun
şapkası, bastonu, kıyafeti ve göz makyajı! Ondan sonra gelen oyuncuların
kullandığı malzemeleri olmuştur.
Onu
taklit ederek üne kavuşan çok olmuştur.
Bizler
animasyonda Şarlo tiplemesini de çok kullanırdık.
Bizim
konuşmalarımızda da Şarlo kelimesi vardır.
Birinin
onu gibi yürüdüğünü görsek, ya da hareketlerini, ona benzeyen şapkasını
aklımıza hemen Şarlo gelir…
Dünyaya
iz bırakanlar diyoruz ya Charlie Chaplin’de onlardan…
Sıra
onu tanımaya geldi…
Londra'nın fakir bölgelerinden birinde doğup büyüyen Chaplin, 1913' te gittiği ABD'de sinemaya
başlamıştı.
1914'teki ilk filmi Making A Living 'in ardından çekilen Kid Auto Races in Venice filminde bol pantolonlu, melon şapkalı, büyük ayakkabılı,
sürekli bastonunu çeviren ve sakar hareketleri ile gülünç mizansenler oluşturan
‘Şarlo’ tiplemesini yarattı.
The Adventurer (1917) gibi ünlü filmlerinin de bulunduğu altmıştan fazla kısa
filmde oynayarak yeni gelişmekte olan sinemanın da etkisiyle dünya çapında
görülmemiş bir üne kavuştu.
1918 yılında çektiği A Dog's Life filmi ile uzun
metrajlı filmlere de başlayan Chaplin, Mary Pickford, Douglas Fairbanks ve D. W. Griffith ile birlikte kurdukları United Artists film
şirketinin ortağı olduktan sonra
Filmlerinde dönem
koşulları için imkânsız görülebilen mizansenlere, koreografilere ve akrobatik
hareketlere yer veren Chaplin, komedi sinemasının bütün örneklerini sonuna kadar korumakla
birlikte, heyecanın ve hareketin asgari düzeye çekildiği sahnelerinde ise
dramatik yapısını sergileyebilmiştir.
Popülist yaklaşımlara,
hiçbir zaman benimsemediği bazı yönetim biçimlerine ve teknolojiye yönelik ağır
eleştirilerini ise yine bu komedi tarzının içinde eritmiş ve sessizce seyirciye
ulaştırmayı bilmiştir.
Yarattığı
'modern palyaço' Şarlo ile
dünya üzerinde filmlerinin gösterildiği her ülkede insanların hayranlığını
toplamasına rağmen,
Amerika Birleşik Devletleri vatandaşlığını reddetmesi sebebiyle bu ülkede kendisine
yönelik olarak başlatılan karalama kampanyası;
Kendisinden
bir hayli genç olan kadınlarla yaptığı dört ayrı evlilik,
Bir
dönem kendisine açılan babalık davası,
The Immigrant filminde bir ABD
memurunu tekmelediği sahne,
Altına Hücum filmindeki bazı sahnelerin komünizm propagandası olarak yorumlanması gibi olayların etkisiyle
Chaplin'in ABD'ye
girmesi yasaklandı.
Bunun üzerine karısı
ve çocuklarıyla birlikte hayatının sonuna kadar yaşayacağı İsviçre'ye yerleşen Chaplin, ancak 1972 yılında Oskar Özel
Ödülü'nü almak için yıllar sonra ABD'ye geri döndü.
1975 yılında 86 yaşında iken İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth tarafından şövalye unvanına layık görülmüştür.
Nazan Şara Şatana
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)