NAZAN ŞARA ŞATANA’NIN
TOPKAPI ŞİFRESİ
KİTABINDAN:
nazanss.blogspot.com
Karanlık Oyun
Emniyet müdürünün
evi şehrin biraz dışında, bahçe içindeydi. Kapısında polis memurları
bekliyordu. Fatihcanhan ve Ruzi’ye kapıyı açan kadın, zarif ve güzel bir
kadındı.
Kibarca
karşılandıktan hemen sonra özel bir odaya alınmışlardı. Burası emniyet
müdürünün çalışma odasıydı. Masasının başındaki deri koltukta oturan emniyet
müdürü, güler yüzlü ve sempatik bir adamdı. Duyduklarına göre dobra sözlü de
bir adamdı.
Fazla beklemeden
konuya giren Necati Müdür, “Fatihcanhan şimdi sizi dinliyorum. Bana bütün
olanları anlatırsanız iyi olur. Lütfen eksik bilgiler olmasın. Ben açık
konuşmak durumundayım. Vali bey bana olanları anlattı. Tabii basından da takip
ettim. Ardında da bilgi edindik zaten. Aranıyorsunuz. Bunu biliyorsunuzdur
herhalde. Üstelik benim ceylan gözlüm de aranıyor. Her zaman kesinleşmemiş
suçta mutlaka bir açık kapı olduğuna inanırım. Siz lütfen bana detaylı bilgi
verin, ben de ne yapabileceğimi sizlere anlatayım.” dedi.
Fatihcanhan
aslında hem rahatlamıştı hem de çok rahatsız olmuştu... Belki de bütün aile
sırlarından söz etmesi gerekiyordu şimdi. Bir süre kafasının içindeki karmaşayı
düzene sokmak için vakit kazanır gibi yerdeki halının desenlerine baktı. Kimse
konuşmuyordu.
Fatihcanhan
konuya nereden başlayacağını bilmiyordu. Bu arada artık bir sırrının olmasını
da istemiyordu ve her şeyi olduğu gibi anlatacaktı: “Ben Osmanlı
hanedanlığından geliyorum. Derler ki, yani bizim aile öyle der ki Fatih Sultan
Mehmet’in soyundanmışız. Sürgünle birlikte Nice’e yerleşen
Osmanoğulları’ndanız. Avrupa’da bir hayli tanındığımı bilmiyorum, biliyor
musunuz! İyi bir ressamımdır. Dünyanın çeşitli yerlerinde sergiler açtım.
Babaannem, anneannem, yengem, annem, kuzenlerim, Leyla ve kardeşlerimle
birlikte Nice’te ana evimizde ve Paris’te kardeşim Rüzgârhan’la kaldığım kendi
dairemde yaşıyorum. Varlıklıyızdır. Dedem ve babam ellerindeki paralarını iyi
değerlendiren eğitimli, çalışkan insanlardı.
Bizler de hepimiz
okuduk ve çalışıyoruz. Kardeşlerimden en küçük olanı hâlâ okuyor. Türkiye’ye
gelmek bizim hayalimizdi.” dedi ve Necati Müdür’ün onu ilgiyle izlediğini görüp
derin bir nefes aldıktan sonra konuşmasına kaldığı yerden devam etti: “Neden olduğunu
o zamanlar anlamadığım, şimdilerde çözdüğüm bir sebeple, hep istediğim halde
bir türlü gelemediğim memleketimize gelmek isterdim. Bir gece Sultan babaannemin
artık gitme zamanıdır demesi ve bana verdiği çok eski olan bir kâğıt parçası,
Türkiye maceramızı başlatmış oldu. Kardeşim Rüzgârhan’la geldiğimiz gece
vuruldum. Belki de biliyorsunuzdur.”
“Biliyorum.
Olayları sadece basından takip etmedim.”
“Anlıyorum. Ruzi
ile hastanede tanıştım. Ailem yaralanma olayımdan sonra İstanbul’a geldiler.
Benim burada üst üste yaşadığım, bazılarında Ruzi’nin de olduğu bir sürü olay
var.”
“Ruzi ile
arkadaşlığınız siz vurulduktan sonra oldu öyle mi?” diye sordu müdür…
“Evet. Ruzi için
ben bir haberdim. Sonra arkadaş olduk. Ardından üst üste olaylar olmaya
başladı. Bir yemekten sonra bindiğimiz taksi, bir bilinmeyene, bir toplantıya
götürdü bizi. Biz hiçbir şey anlamadan tanımadığımız ve bizden ne istediklerini
bilmediğimiz bir grubun içinde bulduk kendimizi... İlk maceramız ve bizim
araştırmalarımız da ondan sonra yoğunlaştı.”
“Nasıl sizin
isteğiniz dışında mı götürüldünüz?”
“Evet. Öyle
sayılır. Oraya gidince onların anlatımları ile bir dernek ya da bir tarikatın
içinde olduğumuzu düşündüm. Emin olamadığım için araştırmalara başladık.
Ruzi’yle benim öğrenme isteğimizden de çok şeyler öğrendik...”
“Ne tür
araştırmalar yaptınız ve niye yaptınız?”
“Bizi
götürdükleri yerdeki konuşmalar, benim okuduklarım ve araştırdığım bazı şeyleri
hatırlattı bana. Birkaç filmdeki konularla da örtüşüyordu. Sonra araştırmaya
daha da önem vermeye başladım. Ruzi bana çok yardım etti. Beni yakını Sema
Hanım ve Feza Bey’e götürdü. Bu iki değerli insandan da çok şeyler öğrendik.
İstanbul’da tabii ailemle birlikte Topkapı Sarayı’nı gezdim, Ayasofya’yı
gezdim.
Şimdi sizin
bakışlarınızdan anladığım kadarı ile benim saçmaladığımı ya da ne alaka
dediğinizi anlıyorum. Yaşadıklarım, anlatacaklarımla ilintili. İsa Peygamber’in
yaptıklarından tutun da Konstantinos’un yaptıklarına kadar araştırdım. Okudum
öğrendim. Yıllarca çok saygı duyduğum, yanında yüksek sesle bile konuşmadığım,
hiçbir isteğine hayır demediğim, Sultan babaannem ile aramın açılmasına sebep
oldu bu konu... Babam ve babaannem bana yalan söylemişlerdi. Onlar birbirlerini
her zaman görüyorlarmış. Babam görevliymiş. Türkiye için yurtdışında
çalışıyormuş. Babamın anlattıkları beni şaşırtmıştı. Babam ile gizli buluşmalar
benim anlamadığım bir dildi. Sonra değişik olayları ben yaşamaya başladım.
Ajan
filmlerindeki gibi hareket etmek benim hoşuma gitmemişti. Nice’te Osmanlı Vakfı
için çalışan babaannemle gittiğim bir toplantıda tanıdığım İstanbul’un üst
düzeyindeki bayanların burada babaannemle görüşmeleri, sultan anneannemin, bir
generalle konuşması, ahbap olmasından sonra o generalin de bir teşkilatta
olduğunu öğrenmem arasında da çok zaman geçmedi. Ben İstanbul’da olmanın
keyfini yaşamak istiyordum. Çocukluğumuzdan beri kutsal kent İstanbul
hayallerini yaşamak için yapacaklarım tabii ki o şehri alan, çağ atlatan ve
eğer mümkünse ki öyle diyorlar bizim soyumuzun onun soyundan geldiği Fatih Sultan
Mehmet’in yaptıklarını görmek isteğiydi. İstanbul’u tanımak istiyordum.
İstanbul’u gezerken birileri ile karşılaşıyordum. Takip ediliyordum. Annemle
gittiğim Kapalıçarşı’da da beni takip ediyorlardı. Neler olduğunu bilmiyordum.”
dedi genç adam…
Bir süre durup
dinlenirken, bir şey hatırlayarak “Sizlere yanlış bilgi vermek istemiyorum.
Buraya gelmemizin asıl sebebi Topkapı Şifresi’dir.” dedi… Necati Müdür
şaşırmıştı.
“Topkapı Şifresi
mi?”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder