YOSMA
OSMANLI’DA
KALDIRIM SERÇESİ
NAZAN ŞARA ŞATANA
nazanss.blogspot.com
Yaşamımızda dürtülerimiz, ileri sürdüğümüz ve
başkaları ile hem fikir olmadığımız olayları izlerken, okurken ne anladığımızla
alakalı birçok eylemlerimiz vardır. Elbette temel kökeninde kadın var, kadınla
birlikte erkek var, şehvet var, istek var, arzular var.
Olmalı hayatın aslı da bu değil midir? Temel
kökenlerde arzu yok mu? Geleneksel yaşamımızda cinsellik yok mu? İnsanoğlunun
ilk evvelinde olmazsa olmaza odaklandığımızda ilk gördüğümüz, düşündüğümüz iki
kişinin birleşmesi değildir de nedir? Bu birleşmelerde sevgi olmalı, bu
yakınlaşmalarda yüreğin kıpırtısı olmalı. Şart mı? Neye göre, kime göre şart
veya değil.
Bazen sevişme bir doğmaya sebebiyet verir.
Bazen sevişme bir rahatlama, bazen de ruhların
el ele tutuşması… Saplantılarımızı bir kenara bıraktığımızda, hoşgörümüzü de
yüreğimize yerleştirdiğimizde geleneklerimizin en ağırından ziyade bize daha
gülümseyenini seçtiğimizde, aşkımıza da sonuna kadar sahip çıktığımızda ancak o
zaman neyi ne zaman nasıl yaptığımızın farkına varırız.
Bu her zaman aşk adı altında olmaz.
Bazen aşktır, bazen de geçim sebebi.
Bazen paradır, bazen de surata atılmış hızlıca
bir tokat.
Bazen mecburiyettir, bazen de talihin oynadığı
ağır bir oyunun gülümseyen cilvesidir. Çeşitli akımlar, çeşitli yerler, dinler,
diller, zaman ve değişenler! Değişmeyen bedenlerin isteklerinin tek merkez hali
olması… Asırlardır, krallar, sultanlar, paşalar, işçiler, ergenliğe adım atmış
her canlı nasıl ölümü tadacaksa cinselliği bilecek, tadacak ve bundan zevk
alarak kimi bu şekilde hayatını idame ettirecek, kimi de bunun bir geçim
kavgası olduğunun bilincinde olarak zevk alıyormuşçasına oynayacak. Bu işin
ustaları tecrübelerini sergileyecekler, deneyimlerinin birikintilerinin
aktarımını yapacaklar, bazen istenmeyen sonuçlar canlar yakacak, bazen aileler
dağılacak, bazen basit bir cinselliğin neticesinde ağır bedeller ödenecek.
Dürüst olmak gerekirse yaşamımızdaki
‘şartların’ birçok ağır faturaları olmuştur, olacaktır. Buna rağmen
vazgeçilmemesi devamının ısrarlı süregelmesi bunun önemini daha da vurgulayarak
bizlere anlatmakta değil midir? Bu düşüncemizi hangi gücümüzle yâda zaafımızla
yargılıyoruz ve neticelendiriyoruz. İki önemli unsuru göz ardı edemeyiz. Kendimiz
ve başkaları. Bu iki kelime anlamında oldukça sade… Açılımına geçtiğinizde
şaşkınsınız. Çünkü kalabalık olan algılar! Getirileri ve götürülerine razı olma
durumu! Yaptıklarımız başkalarının hayatlarına ışık yaktığı gibi yanan
ışıklarının kapatılmasına, onların karanlığa gömülmesine de sebebiyet
verebilir. Peki, biz bunu bilmiyor muyuz? Biliyoruz ve yapıyoruz. Asl olan
budur. Sonrasında çok pişmanım demek meseleyi halletmiyor ki. Sevgi üretiyor
muyuz? Yoksa tersini yapıyor ve tüketiyor muyuz? Deneyimlerimiz sevginin
önemini öğretmedi ise yapılacak bir şey de kalmamış yâda çok azı bırakılmıştır.
Bir şeyler yapılmış olmalı ki, doğru yâda yanlış!
Bir dilbere yürekten deseydi, söyleseydi:
"Ey dilberi rana! Ey tesadüf-ü müstesna! O
mahrem suratınızı görünce size lahza-i kalpten sarsıldım... Niyetim âcizane-i
taciz etmek değildir. Bilakis efkâr-i umumiye de ufak bir aile bacası
tüttürmektir. Sözlerim sizi temin ve tatmin edecekse şayet zevc-i izdivacınıza
talibim!"
O ciddi
olsaydı, dilber emin olsaydı hiç der miydi?
“O mahrem suratınıza bir sille-i Osmaniye nakşedersem sekte-i kalpten terk-i hayat edersiniz...”
“O mahrem suratınıza bir sille-i Osmaniye nakşedersem sekte-i kalpten terk-i hayat edersiniz...”
Tam tersiydi hayat. Onu dikkate bile almamış,
hoşça eğlenmek olmuş niyeti. Dilber farkında değil mi ki, öyle cevap verdi.
Farkında hep bildi, hep anladı, hep ağladı. Netice yapılmış, aktarılmış,
iletilmiş.
Asırlar geçmiş, geçmeyen anlatılar, bitmeyen
efsaneler, tükenmeyen hikâyeler. Ne çok yazara ilham olunmuşluklar ne çok şaire
dörtlükler yazdıranlar. Aşk hep vardı da cinsellik hep yok muydu? Şimdilerde
varda eskilerde mi yoktu? Bir kadın bir erkek, birlikte olmak yenilerde varda
eskilerde yok muydu? Mesela Osmanlı döneminde bir fahişe yok muydu? Vardı.
Birçoğu vardı. Biz birini biliyoruz. Birini tanıyoruz. Onun gönlünü, ruhunu,
sevgisini, sevmemesini, acısını, tatlısını, cinselliğini, vücudunu,
dudaklarını, arzularını biliyoruz.
Siz biliyor musunuz?
İzninizle ben sizlere anlatmak istiyorum.
Nazan Şara Şatana
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder