28 Aralık 2017 Perşembe



Ayasofya’da Gece Buluşması

D&R ve Kitapçılarda

Yazarın merak ettiği Ayasofya’da yalnız olmaktır. Ayasofya’yı tek başına gezmek, araştırmaktır.
Bunun için bir plan kurar ve sevdiği erkeği de ikna eder kameraların görmediği bir yere saklanırlar ve Ayasofya kapandıktan sonra Ayasofya’da gezmeye başlar.
Fakat bilmedikleri başına geleceklerdir.
Gecenin karanlığı ile birlikte Ayasofya’da hareketlenmeler başlar.
Yazar ve genç adam;
Ayasofya’nın ilk inşasından günümüze kadar yaşanmış olaylara birebir şahit olurlar.
İmparatorları görürler, yaşanan savaşları izlerler hatta içinde olurlar ve nefesleri kesilecek hale gelirler.
Korku tüm bedenlerini sarar.
Ayasofya’da saklanan emanetlere ve onların Latin işgalindeki talanlarına,
Haçlı ordularının yaptıklarına inanamazlar.
Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fetheden sonra ilk geldiği yer olan Ayasofya’da bir tek taşa, bir tek insana hiçbir zararın gelmemesi için söylediklerini dinlerler.
Onlar önemli insanları görürler.
Onlar olmayacaklara şahit olurlar.
Fantastik tadında yazılmış gerçeklerin anlatıldığı, aklı zorladığı macera, aksiyon ve bilinmeyenlerin heyecanla takip edileceği bir kitaptır.

 nazanss.blogspot.com


Topkapı Şifresi



Günümüzde Paris’te yaşayan yakışıklı ressam Fatihcanhan, Avrupa Sosyetesinin de en gözde bekarlarındandır.
Babaannesi Devlet Hatun’un torunu Fatihcanhan’ı İstanbul’da Topkapı Şifresi’ni bulması için görevlendirir.
Şehzade kardeşi Rüzgarhan’la İstanbul’a gelir ve geldiği gece silahlı saldırıya uğrar.
Bundan sonra olaylar hızla ve bilinmeyenlerle gelişmeye başlar.
Bu kitapta:
Bilinmeyen dernekler, lobby’ler, topluluklar ajanlarla birlikte bu koşuşturmacanın içinde olacaksınız.
Yalnız İstanbul’u tanımayacaksınız tarihiyle ve yaşanmışlıklarıyla hanedanın sürgün sonrası Nis ve Avrupa’nın diğer şehirlerin de neler yaşadıklarını da öğreneceksiniz.
Topkapı Sarayı’nı birde Fatih Sultan Mehmet Han’ın soyundan Gelen Devlet Hatun ve diğer sultan olarak adlandırılan kızları ve gelinleri tarafından da öğreneceksiniz.
Bu kitapta tarih, aksiyon, dram ve aşk ve aşklar vardır.

Nazan Şara Şatana




Yosma – Osmanlı’da Kaldırım Serçesi

nazanss.blogspot.com

Hayat herkese aynı cömertlikte davranmıyor.
Varlıklı bir ailenin biricik kızları kaçırılıyor ve İstanbul’a getiriliyor.
O hareme satılmıyor.
O esir pazarına düşüyor.
O zalimlerin eline dedir artık.
Onu yılanlar akrepler satın alıyor adeta ve ona inanılmaz zulümler yapıyorlar.
Küçücük yaşında yaşlı adamlara pazarlıyorlar.
Her tür eziyeti görüyor.
Her tür acıya katlanıyor.
Tek isteği bir gün vatanına ve ailesinin yanına gitmek.
Sesini çıkartmıyor.
Kırbaçlanıyor, kızgın maşalarda dağlanıyor sesini çıkartmıyor sadece ağlıyor.
O sadece bekliyor.
Neyi beklediğini bilmeden.
Bir gün ölümü göze alıyor ve karşı geliyor.
Kendi gibi batağa düşmüşlerle birlikte daha insancıl yaşam için yeni bir yer açıyor.
Başka bildiği bir iş yoktur.
İstemeyenleri değil isteyenleri çalıştırıyor.
Ve burada aşkı buluyor.
Olmazlarda kendi gibi feleğin sillesini yemiş insanlarla karşılaşıyor.
Onlar yosma değildirler ama kaderleri yosmadır.
Tüm kadınların acımasız hayat hikâyeleridir Yosma.
Orada yaşayan kadınların düştükleri durumlardır yosma ve orada dönen entrikalardan sonra başına neler geleceğini bilmeyen taze bir genç kadının hikâyesidir yosma…

Nazan Şara Şatana

22 Aralık 2017 Cuma



Ayasofya da tüm tarih boyunca neler olmuş kimler yaşamış bire bir onlarla olmak isterseniz buyurun tüm kitapçılarda int satış sitelerindehttps://static.xx.fbcdn.net/images/emoji.php/v9/f9b/1.5/16/1f50e.png🔎https://static.xx.fbcdn.net/images/emoji.php/v9/fa2/1.5/16/1f4da.png📚https://static.xx.fbcdn.net/images/emoji.php/v9/f10/1.5/16/1f58b.png🖋https://static.xx.fbcdn.net/images/emoji.php/v9/f5/1.5/16/1f312.png🌒

http://blog.milliyet.com.tr/topkapi-sifresi---ayasofya-da-gece-bulusmasi-ve-fatih-sultan-mehmet/Blog/?BlogNo=569247

20 Aralık 2017 Çarşamba

8 Aralık 2017 Cuma



Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk:
”Hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz, hatta Cumhurbaşkanı olabilirsiniz, fakat sanatkâr olamazsınız”
Allah’a hamdolsun biz üç kardeş sanatın birer dalına gönül verdik.

Nazan Şara Şatana

nazanss.blogspot.com



6 Aralık 2017 Çarşamba



Türk kadınına "Seçme ve Seçilme Hakkı" tanınmasının 83'ncü yılı ve Dünya Kadın Hakları Günü kutlu olsun.


nazanss.blogspot.com




























Topkapı şifresi

Tarihi-Dram-Aksiyon

ROMAN
PROJE VE SENARYO

NAZAN ŞARA ŞATANA

nazanss.blogspot.com



Osmanlı Soyundan gelen Nis’te, Osmanlı örf adetleri içinde yaşayan Devlet Sultan’ın, Paris’te yaşayan sosyetenin yakından tanıdığı ressam torunu Şehzade Fatihcanhan ve kardeşi Rüzgârhan’ı İstanbul’a göndermesi ile konu başlar.

Vatanlarını ve İstanbul’u hiç görmemiş olan bu iki şehzade büyük heyecanla çocukluklarından beri anlatılan atalarının şehri İstanbul’a gelirler. Küçük şehzade İstanbul’u görmeleri için geldiklerini sanırken Fatihcanhan burada babaannesi tarafından Topkapı Şifresini bulmaya gönderilmiştir.

Geldikleri gece saldırıya uğrayan iki şehzadeden Fatihcanhan yaralanmıştır. Rüzgârhan’ın çaresizlikle bağırıp ‘Biz yabancıyız bize yardım edin’ seslerine yakınlarından geçen polis arabasından ve ileride yakın dostları olacak olan Cihan komiser gelir. Fatihcanhan hastaneye kaldırılır ve ameliyata alınır.

Birkaç gün sonra olay basında duyulur. Yerli ve yabancı medya hastaneye akın eder. Fatihcanhan burada gazeteci Ruzi ile tanışır.
İlk andan itibaren aralarında yakınlaşma olur.
Bundan sonraki olaylar birbirini takip edecektir.

Dünya basını haberi yayınladığında Fatihcanhan’ın ailesi olayı televizyondan öğrenip kalabalık olarak İstanbul’a geleceklerdir.
Basında bu da büyük ilgi görecektir.
Olaylar her gün biraz daha karışacaktır.
Aile içinde Nis’te ciddi sorunlar vardır.
Bu sorunlar İstanbul’a da taşınmış olacaktır.
Fatihcanhan Türkiye’ye geldikten sonra özellikle İstanbul’da bazı olayları birebir yaşamak, atalarının neler yaptığını neler olduğunu öğrenmek için ciddi araştırmalar yapmaya başlayacaktır.
Eskiden turist rehberi olan Ruzi ile birlikte Ayasofya’yı gezecek ve onun anlatılarını kendi bildikleri ile birleştirerek yeni fikirlerin ortaya çıkmasını sağlayacaklardır.
Kutsal Kâse’den, İlluminati ’ye ve birçok örgütlerin, tarikatların tarih boyu yaptıklarının araştırmasını yapmaya başlayacaktır.
Ailede hasret kaldıkları öz vatanlarının her tarafını gezmek, bilmek ve öğrenmek için çeşitli yerleri gezmektedirler.
Fransa’da Osmanlı Vakfının etkin bir üyesi olan hatta zaman – zamanda başkanlığını yapan Devlet sultan burada Fatihcanhan’ın ve gelinlerinin bilmediği merak ettiği kişilerle görüşecektir.
Topkapı sarayı gezileri sırasında çektikleri resimlerde Fatihcanhan ve Rüzgârhan’ın anneleri olan Mihriban sultan arka planlarda tanıdık bir yüz seçecektir.
Ciddi bir şok yaşayan kadın sebepsiz olarak uzun yıllar önce kaybolan eşini bu resimlerde görecektir.
Fatihcanhan’da tam o zamanlarda babası ile karşılaşacaktır.
Birileri onları takip etmektedir.
Birileri onları toplantılarına davet edecek, toplantılarında kendilerine katılmalarını isteyeceklerdir.
Ankara’ya, Ruzi’nin ailesine kara yolu ile giderken başlarına gelen tuhaf olaylar birbirini kovalayacak Fatihcanhan bir yaralanma olayı ile suçlanacaktır.
Ruzi’nin tarih profesörü yakınlarının evlerindeki büyük buluşmada tarih masaya yatırılacak neler olduğu ya da neler olacağı derin bir şekilde anlatılacaktır.
Konuşmalar araştırmalar, kaçırılmalar, yaralanmalar, toplantılar ve bilinmeyenler o kadar çok üste - üste olacaktır ki Fatihcanhan şaşkın olarak ne yapacağını, kimleri suçlayacağını, kimler için üzüleceğini kimlere savaş açacağını kimleri göğsüne bastıracağını bilemeyecektir.
En büyük şunun ise babasının uzun yıllardır babaannesi ile görüştüğünü bildiğinde olacaktır.
Babası Türk hükümeti için çalışıyordur.
Babaannesini her zaman Bir Osmanlı sultanı olarak düşünen Fatihcanhan babaannesine kin duyacaktır.
Annesinin babasını affetmesini anlayamadığı gibi uzun yıllardır çatıştığı amcasının oğlunun da başka bir yüzünü görecektir.
Paris’te butik sahibi olan Türkçe bilmeyen kız kardeşi, bir asil olmadığı için evlenen halasını affetmeyen babaannesi, arkadaşları, amcasının kızları ve eşlerini ve Ruzi’nin ailesinin değişik yüzlerini gördükçe heyecanlanacak, çıkmazların içinden nasıl çıkacağını, nasıl düzeleceğini, neler yapacağını bilemeyecektir.
Çağ atlatan bir padişahın, bir hünkârın soyundan gelen Fatihcanhan şifrenin parçalarını hazırlayıp basına ve halka açıkladığı zaman Topkapı sarayında mehteranın sesleri eşliğinde Topkapı sarayına giriş kısmına baktığında atının üzerinde Fatih Sultan Mehmet’i görecektir.
Kufi yazısı ile yazılmış parçalar bir araya gelecektir.
Fatih Sultan Mehmet asırlar sonrasına insanlığı yeni bir çağa gireceklerini müjdesini vermektedir.
Altın çağa girilecektir.
Çağ atlatan hünkâr altın çağa girileceğinin de müjdesini vermiştir.
Topkapı şifresi, Topkapı Sarayında tüm dünyaya canlı olarak yayınlanmıştır.
Bundan sonraki olaylar aile içi çatışmaları yerine aile içi barışmaları, aşkları güzellikleri olarak devam edecektir.

Topkapı Şifresi bu günü ve geçmişi anlatmaktadır.
İstanbul’un fethinin anlatıldığı kitapta, sürgüne giden saltanatın nasıl gittiği neler yaptığı ve şimdi nerelerde olduğu anlatıldığı gibi, Osmanlı Vakfı çalışmaları, şehzade ve sultanların neler yaptıklarından da söz edilmektedir.
Dünyadaki birçok tarikatın yaptıkları iyileri ve kötüleri ile söz edilirken, Mevlana Celalettin-i Rumi’nin Fatih Sultan Mehmet’in akrabası olduğu, onun fikirlerinin insanlık üzerinde etkilerinden söz edilecektir.

Sultanların büyük aşkları anlatılırken Devlet Sultan, Bala Sultan, Mihriban Sultan ve Mediha Sultan’ın Fransa’da yaşadıkları aşkları gençlikleri çocukları ile savaşları yaşamları anlatılmıştır.

Topkapı Şifresi birçok karanlığı aydınlatılacak şekilde hazırlanmıştır.


ELİF KARAKAYA





4 Aralık 2017 Pazartesi




TOPKAPI ŞİFRESİ

FRANSA’DA BİR OSMANLI SÜRGÜNÜ

nazanss.blogspot.com



Osmanoğulları Konağı…

Fransa’nın gösterişli şehirlerinden Nice’te korudan hallice, gür ağaçlıklı, genişçe bir alana süzülür gibi oturmuş duran bu soylu konak, Osmanlı İmparatorluğu’nun çökmesiyle memleketini terk etmek mecburiyetinde kalan saray erkânından asil bir aileye ev sahipliği yapıyor şimdi… Gece vakitleri avlusunda bekçi köpeklerinin cirit attığı, üç katlı, beyaz ahşaptan, cumbalı Osmanoğulları Konağı’nın içi bütünüyle Türk motifleriyle süslenmişti. Kapının karşısındaki duvar boydan boya sedirle çevriliydi. Odalarda büyük ve gösterişli sehpalar, dar ve uzun pencerelerde elişi tığ örgülü dantelli perdeler vardı. Her şey fazlasıyla göz alıcı, ihtişamlı ve muazzam görünüyordu.

Salon kısmında bütün ailenin bir arada oturabileceği kadar uzun, neredeyse odayı dolduracak kadar da geniş bir yemek masası bulunuyordu. Salonun en uç kısmı, orta kısımla birleştirilmişti. Bu birleşme alanı, geniş kadife koltuklar ve kanepelerle döşeliydi. Koltuk ve kanepelerin arasındaki sehpaların üzerine özenle yerleştirilmiş abajurlardan içeriye yayılan yumuşak ışık, ne çok aydınlıktı ne de loş denilecek kadar karanlık…

Hemen her duvar, İstanbul’un güzel resimleriyle süslüydü. Konağın kıymetli köşelerinden birinde ecdatları Fatih Sultan Mehmet Han’ın ünlü Gentile Bellini tarafından yapılan portresinin bir kopyası bulunuyordu. Portrenin hemen yanı başında ise Fatih Sultan Mehmet’in tuğrası asılıydı. Koltukların olduğu bölümde Sultan babaanne; yanında dünürü, çocukların anneannesi Bal Hatun’la bir şeyler konuşuyordu. Bu iki asil ve soylu kadın, uzun yıllardır bir arada yaşıyorlardı. Her ikisi de geçkin yaşlarına rağmen vakur bakışları, asil tavırları, manalı gözleri, edepli dilleri ve her daim itinalı giyim kuşamlarıyla dikkat çeken, saygı uyandıran kadınlardı…

Osmanoğulları’nın yakışıklı ve hünerli torunlarından Fatihcanhan, salona girdiğinde iki kadın arasında geçen konuşmaların içeriğini anlamamış bile olsa, aralarındaki saygının sohbetlerine de yansıyan yüksek seviyesini hemen hissetmişti.

Soylu şehzade Fatihcanhan, yine bir hata yapmıştı. Elinde sadece tek bir buket çiçek vardı ve babaannesiyle anneannesi arasında seçim yapıp sadece birine çiçek uzatmak, Fatihcanhan gibi kibar, düşünceli ve ince bir adama asla yakışmazdı. Uzun boylu, kara gözlü, kalın kaşlı, sert bakışlı, hafif çatık kaşlı bu centilmenin keskin zekâsı, neyse ki olaya derhal bir çözüm bulmasını sağlamıştı. Fatihcanhan, elindeki bol renkli buketi Sedir bölümünde annesiyle birlikte oturan Rabia yengesine sunmaya karar verip kendince konuyu tatlıya bağladı.

“Rabia Sultan yaş gününüzde burada değildim. Biliyorum, uzun zaman oldu ama çiçekçiden geçerken sizin sevdiğiniz çiçekleri hatırladım. Bunları kabul ediniz lütfen. İyi yıllarınız olsun. Upuzun yıllar olsun. Allah sizi başımızdan eksik etmesin.” dedi o kadife gibi yumuşak ama tok sesiyle yengesine gülümseyerek…

Rabia Sultan şaşırmış halde çiçeklere bakarken, ne diyeceğini bilemedi. Yavaşça başının kaldırıp çaresiz gözlerle kayınvalidesine baktı. Evin büyük hanımı burada dururken, yengenin çiçek kabul etmesi doğru olur muydu ki? Büyükhanım ne derdi acaba?

Rabia’nın mahcup bakışlarını fark eden Sultan Hanım gülümseyerek karşılık verdi küçük gelinine. İçi rahatlayan Rabia Sultan da hayran kaldığı buketi sevgiyle kabul ederek mutlu oldu ve Fatihcanhan’ı yanaklarından öptü.

“Sağ olasın Fatihcanhan. Allah razı olsun. Bu ne büyük zariflik... Sen her zaman ince düşünceli bir genç olmuşsundur. Çok teşekkür ederim.” dedi bakışlarını hafifçe yere eğerek…

“Sultanım. Siz dünyadaki en güzel çiçeklere layıksınız.” diyerek karşılık veren esmer yakışıklısı afili şehzade, yengesinin elini öperek, içtenlikle sarıldı ona.

Rabia Sultan çok duygulanmıştı. Gözleri nemleniverdi hemen. Çiçeği elinde, uçar adımlarla kendi dairesine doğru gitti. Çiçek krizini kolay çözdüğünü düşünen Fatihcanhan, önce babaannesini sonra da anneannesini ellerinden öptü. Haminneleri de kibar delikanlıyı başından öperek selamladılar. Ardından annesinin yanına giden Fatihcanhan, validesinin beyaz yanaklarına öpücükler kondurduktan sonra nihayet yerine oturdu.

Delikanlının ellerinden tutan annesi, akıllı kadındı ve hiçbir şey gözünden kolay kolay kaçmazdı. Oğluna doğru eğilerek, kısık bir sesle, “Yine tek çiçek aldın değil mi?” diye sordu.

“Bir defasında da anlama be annem.” dedi Fatihcanhan, beyaz dişlerini cömertçe sergileyip gülümseyerek…

“Ben oğlumu bilmez miyim? Aç mısın sen oğlum, bir şeyler hazırlatayım mı?”

“Aslında açım ama nedense bir şeyler yemek istemiyorum. Belki sonra.”

“Tamam canım.”
Sultan anne ayağa kalktığında, Fatihcanhan’la birlikte odada bulunanların hepsi saygıyla ayaklandılar.

“Hepinize iyi geceler dilerim. Fatihcanhan sen beni odama götür evladım.” diyen Sultan anne, dik duruşu ve vakur edasıyla odadakileri selamlayarak, torunuyla birlikte salondan çıktı…





TOPKAPI ŞİFRESİ

Babaannesi…
Devlet Hatun. Sultan babaannem. Bu yaşta bu kadar bakımlı kaç kadın vardır!

Nazanss.blogspot.com


Babaannesi…
Devlet Hatun. Sultan babaannem. Bu yaşta bu kadar bakımlı kaç kadın vardır!
Şık giyinir. Oldum olası şıktır. Eşi sultan dedim ona yüklü miras bırakınca onun sağlığında olduğu gibi, sultanların giyindiği gibi, sultan karılarının yaşadığı gibi yaşamış. Yaşamaya devam ediyor. Onun kendine ait bir dünyası vardır. O istemedikçe kimse onun dünyasına giremez. O tam bir asilzadedir. O öyle doğmuş, öyle yaşamış ve bir günde öyle ölecektir.
İsteklerinde her zaman kararlıdır. Ne istediğini iyi bilir, zamanında, yerinde ve doğru olduğu şekli ile yapar. İstekleri de o şekilde olur. Alışkanlıkları yaşıyla birlikte iyice sabitleştiğinden değiştirmez. Değiştirmesini bizlerde artık istemeyiz. Biz onu öyle tanıyoruz. O bizim Sultan babaannemiz…
Çiçekle alakalı sözler yinelendi aklında;
“Bana çiçek almak isteyen oradan alacaktır.”
Bu gizli bir emirdir bunu herkes bilirdi. Ne âlem kadındı babaannesi! Soylu, asil kadın her hali ile belli ederdi kim olduğunu ve çevresindekilerin de kim olduğunu bilmelerini isterdi. Ona göre hareket etmeliydiler. Kan bağları ne kadar yakınlıkta olur ise olsun! O asil bir aileden geliyordu. Ona göre asıl asaletini eşi ile evlendikten sonra almıştı. Açıkçası onun deyimi ile katmerleşmişti.
Eşinin soyu;  Osman oğullarının en büyüğü diye yorumladığı, Fatih Sultan Mehmet Han’a kadar giderdi. Ya da babaannesi öyle derdi. Birçok kereler Fatihcanhan ve Şehsuvarhan babaannelerine;
“Nereden belli ta… Bin dört yüz’lü yıllarında yaşamış sultanın kanının bizim kanımız olduğu?”
Büyük hanım kızmaz, tavrı sesinin tınlaması değişir, torunlarına bir ders vermesi gerektiğine inanır, onları karşılarına alır, bilmem kaçıncı kere anlatırdı.
“Osmanlının şeceresi tutulur evladım.”
Her defasında Şehsuvarhan itiraz ederdi.
“Şecere ne demek Sultan babaannem her zaman söylersiniz hiç aklımda kalmaz.”
Sultan babaanne yine sakin cevaplardı.
“Soy ağacı da diyebiliriz. Neden şecere diyorum biliyor musunuz çocuklar? Soy ağacın da sadece erkekler ve onların çocukları yer alır, oysa şecerede sülalenin tamamı kızlı erkekli olarak yer alır. Anladınız mı?”
Anlamamak bu kadar anlatımdan sonra ne mümkündü. İlave ederdi…
“Bunda yanılma olmaz. Benim muhterem eşim koca Hünkârın kanından gelmektedir. Dolayısı ile efendim. Sizlerde onun kanını taşıyorsunuz. Ona göre düşünmeli, hareket etmelisiniz.”
İtiraz eden Şehsuvarhan olurdu.
“Ben bu saçmalıklara inanmıyorum. Asırlar geçmiş siz hala ne diyorsunuz. Tavşanın suyunun suyu bile denmez de neyse!”
Babaannesi her zamanki gibi Şehsuvarhan’ı dikkate almaz;
“Sen böyle şeylere kafanı yorma Şehsuvarhan.”
Sert sesi ile ‘Han’ ilavesini kaldırarak onu ezerdi.
“Sultan babaannem, o farklı bir asilzade!”

Nazan Şara Şatana




1 Aralık 2017 Cuma





YOSMA
Osmanlı’da Kaldırım Serçesi

nazanss.blogspot.com

Gök gürültüsü o kadar artmıştı ki, gök yere bağırıyor, kızıyor hiddetleniyor gibiydi.

Sanki bir diyeceği vardı da ondan önce kükrüyordu. Şimşeklerde ondan geri kalmıyordu.
Bir suçlu arayışında olmalıydılar ki, arada hızla ışıklarını açıyor, İstanbul’un bu kenar mahallesinin, dar sokağını aydınlatıyor, kim var kim yok kontrol ediyordu.
Kimseler yoktu ki, köpekler bile yoktu. Gök gürlemekle kalmıyordu, arada havan toplarını da yeryüzüne atıyor, hiç soluk vermeden, beklemeden ardı ardına diğerleri de sıralıyordu.
 “Ya destur” desen kaç yazardı. Biri başına geldi gelecek, İnsanoğlu garipti,  pür telaş ellerinin arasına alıyordu başını, yıldırım düşerse, oldu ki çarparsa bari başını kurtarsın.
Beyhude! Yıldırım ne baş bırakır ne gövde. Hele de böyle hiddetliyken.
Yıldırımlardan biri pek yakının düştü. Ödü koptu kopacak haldeydi. Kuşe Vildan kıyameti koparacaktı.
Belki bu defa kızılcık sopasını üstünde kırardı.

Kırılacak vücudunda hal kalmamıştı ama Kuşe Vildan vicdana mı gelirdi? O gelse Kör Yusuf gelir miydi?

*

Nazan Şara Şatana’nın Yosma – Osmanlı’da Kaldırım serçesi kitabından