1 Aralık 2017 Cuma


YOSMA
Osmanlı’da Kaldırım Serçesi

nazanss.blogspot.com

Nazan Şara Şatana’nın Yosma – Osmanlı’da Kaldırım serçesi kitabından


Bu çok mu çok güzel bir kadın...
Saçları kızılla kahvenin karışımı olmuş, aralarında da başına örtüsü yok muşta güneş açmışçasına bazı tellerinin rengi diğerlerinden daha bir açık daha bir parlak olmuş. Saçlar gür ve uzun. Belini de geçer de kalçalarına kadar gelmez mi? Gelir gelmesine de denizin hafif dalgaları gibi dalgalana dalgana iner ineceği yere kadar! Boy pos pek yerinde! Uzun boylu olması soyundan sopundan gelir gelmesine de endamı sanki bu topraklarda şekillenmiş. Yeşil, mavi, mor renkler karışmış, kendine müstesna bir renk olmuş iri gözlerin renkli kısmına yerleşmiş. Bu kadar güzelliği görürde kirpik azıyla mı yetinir? Yetinmez o da donatmış göz çevresine illa da uzun, illa da kıvrık olmuş. Burun okka, dudak kiraz, yanak elma. Kirazın lezzetini müptelalar bilir, bilirde ‘Ahhh’ çekerler. Görenin nefesi soluk aralığında kalır, kalbi telaşa kapılır. Yoktur ki böyle bir güzellik!
Güzellik sanki işine mi yaramış? Tam tersi başının belası olmuş. Biri güzelsin dediğinde midesi bulanır hale gelmiş. O istemez ki güzel olmayı! O rabbinden güzelliğini alması için çok defalar dualar etmemiş mi? Etmiş, Yalvarmış, yakarmış. O biçare pek dertliymiş.
Ruhunun onu terk ettiğine inanırmış, kalbinin makine gibi sadece tık tık çarptığına hissiyiteni yitirdiğine inanırmış. Bu kadar sağlıklı olmasına yanarmış. Şimdiye kadar kaç kere ölümlerden dönmüştü de ölmemişti. Çok kederli olduğunu kimse bilmez. Anlamazmış. O bildirmezmiş ki, bildiremezmiş ki?
Fuzili demiş ya:

Gönülde bir gamım var ki pinhan eylemek olmaz
Bu hem bir gam ki el ta‘nından efgan eylemek olmaz

(Gonulde bir derdim var ki gizlemek olmaz bu oyle bi dertki en siddetlisinden figan etmek olmaz.)

Olmadığını bilir, ona göre hareket eder bu yürekler yakan dilber. Derdini bir gizler ki, en yakını anlamaz.
Bu cilveli, işveli, edalı, dudak büken, gerdan kıran, göbek atan, kalça büken, meme oynatan ahu gözlü dilberin dik alası, pek bulunmayanıymış. Bakanın bakası gelen,
Sohbetinden bal damlayan,
Kokusuna tiryakilik olan bu suzanı-ateşi firkat göreni ay çarpmışa çeviren bir yosma.
Evlerden barklardan ırak denileceklerden!
Karşılaşanın kurtuluşu olmayan çaresiz derde düştüğü bir leyla-yı muhabbet.
Sesi billur gibi...
Udunu tıngırdattığında hele birde nağmeleri dudaklarından döktürdüğünde yanındakilere ya sabır olsun.
Birde oynar ki?
Benim diyen çengi halt etmiş yanında,
Birde kıvırır ki, oturak âlemlerinde üstüne kimse olmaz, eline kimse su dökemez.

Dedim ya, anlatacağım. Siz bu iki kelamdan bu kadar sabırsız olursanız, siney-i ateş olanlar ne yapsınlar?

“Aşiyân-i mürg-i dil, zülf-i perişânundadur, Kande olsam ey peri, gönlüm senün yanundadur.”

“Ey sevgili. Gönül kuşunun yuvası, saçlarının içindedir.
Ve ey sevgili, ben nerde olursam olayım, gönlüm senin yanındadır.”

*

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder