3 Şubat 2018 Cumartesi




Hattuşa – Hitit Başkenti


Herkül – Herakles’in Kadınları Kitabımdan:

nazanss.blogspot.com



Bulutların arasındaydı belli belirsiz bir şeyler şekillenmeye başlamıştı. Işıklı, korkutucu bir görüntü, biraz önce rahatlamış olan gurup tekrar korkuya kaptırdı. Şekil devimsi iki göz haline geliyordu. Görülen gözlerdi. Üstelik korkunç görülen gözlerden ateşler fışkırıyordu. Çocuklardan biri çığlık attı.
“Anne… Anneee çok korkuyorum. Bu canavar bu çok korkunç.”
Rüya bir şeyler söylemek istiyordu ama sonradan vazgeçiyordu. Kendi kendine;
‘Yok, canım daha neler! Deliriyorum ben…’
Elif çığlık attı.
“Bu gözler nedir ya. Rüya bir şeyler söylesene. Canımızın yanması geçti ama kalbimiz korkudan acıyor. Çocuklar sakin olun. Durun ağlamayın. Rüya ablanız mantıklı bir şey söyler rahatlatır bizi. Nede olsa o öğretmen. Haydi, Rüya bu ne! Bu gözler ne niye bize kızgın. Nedir bu başımıza gelen. Yoksa biz öldükte cehenneme mi gittik.”
Elifin sözleri çocukların daha da çok korkmasına sebep olduğundan şimdi hepsi son ses bağırarak ağlıyorlardı. Rüya ateş saçan gözlerden gözlerini alamadan fısıldar gibi konuştu.
“Çocuklar ne olur korkmayın. Bu bu önemli bir şey değil ki. Bulutlar bize oyunlar oynuyor. Görmediniz mi neler oldu. Bakın bize bir şey olmadı. Bu bir macera… Macera filmleri gibi düşünün. Fantastik bir hikâyenin içine girmişiz gibi düşünün.”
Muhtardan ilk tepki geldiğinde Rüya ona şaşırarak baktı. Muhtar şaşkın;
“Fantastik bir hikâyenin içinde miyiz?”
Rüya kaşlarını hafifçe çatarak gözleri ile çocukları da işaret ederek konuştu.
“Ne güzel değil mi muhtar. Kimin başına bu kadar güzel bir şey gelebilir. Bir film setinde gibiyiz. Bir maceranın içindeyiz. Kim bilir beklide birileri bize şaka yapıyordur. Biz en iyisi ne yapalım. Keyfini çıkartalım bu olanların. O kadar çok korkmayalım mesela!” Elif şaşkın;
“Korkmayalım mesela! Öylemi?”
“Öyle… Öyle düşünelim. Olmaz mı?”
Didar teyzesine baktı. Sessizce;
“Ben söyleyeceklerim den korktuğum için konuşmayacağım teyze.”
“Bende…”
Elif ikisine bir süre baktı.
“Siz ikiniz ne demek istiyorsunuz?”
Gözler yaklaşıyordu. Elif bir gözlere birde Rüyaya baktı.
“Ne olur bildiğini, anladığını söyle. Düşündüklerimden daha kötü olamaz.”
Rüya heyecanlıydı. Sesi kısıktı, titriyordu…
“Bilmiyorum ki. Atıyor olabilirim. Öyle olmasını düşündüğümden havsalam bana oyunlar oynuyor olabilir.”
“Söyle…”
Elifin sert sesi Rüya’yı otomatik olarak konuşturdu…
“Söyleyeceğim çok saçma çok abuk sabuk bir şey olarak gelecektir size. Nedenini bilmiyorum ben iç sezgide diyebiliriz. Ben…”
Elif sıkılmıştı.
“Evet. Sen?”
“Bir anda Hitit uygarlığının en önemli tanrısı
‘Gök Tanrı’ yani;
Hatti veya Taru,
Huri,
Teşup,
Tarhu,
Tarhuna,
Tarhunt diye adlandırılan bu efsanevi tanrı…”
“Ne diyorsun ya kafayı mı yedin sen. Bu sefer saçmaladın işte Rüya. Taktın ya tanrılara sen ne diyorsun Allah - Allah ya. Bu kız iyice delirdi.”
Didar Elife baktı.
“Bende teyzeme katılıyorum.”
“Siz ikiniz delirmişsiniz.”
Gözler yaklaşıyor gibiydi… Fakat bazen uzaklaşıyor gibide görülüyordu…
Gözlerinden alevler fışkırıyordu... Belirginleşmeye vücudu görülmeye başladığında çok şaşırdılar. ‘Bu bir boğaydı.’ Kızgın bir boğa. Neye kızgın olduğu ise bilinmiyordu... Görüntüler şekillenmeye başladı Elif, Rüya ve Muhtar’dan başka çocuklarda film gibi karşılarında oluşanları izliyorlardı. Kıyafetlerinden başlarındaki taçlarından bir kral ve bir kraliçe boğanın önünde iki kat eğilmiş selam veriyorlardı. Rüya bağırdı.
“Bu Zeus’ta olabilir. Oda zaman - zaman boğa kılığına giriyordu.”
Elif şaşkın arkadaşına baktı.
“Sen ne diyorsun. Amerika’da Üniversal stüdyolarında film setlerinde miyiz Allah aşkına aklını mı yedin sen neler oluyor?”
Rüya oldukça sakin konuşmasını sürdürdü.
“Bu Tanrıların Tanrısı Zeus olabilir diyorum sana ve diyorum ki...”
Elif sözünü kesti.
“Söylemiştin boğa olayını. Rüya neler oluyor?”
İşte o anda bir başka ses ve bir başka hareketle dönmeye başladılar. Biri onları topaç gibi döndürmeye başladı. Ayakları havaya başları ayaklarının olduğu yere geliyordu. Elleri birbirlerinin elleri ile kelepçeli gibiydi. Çocukların artık ağlamaktan ağlayacak halleri kalmamıştı. Sesleri bile çıkmıyordu. Bir şaşkın, bir ürkek bir çaresiz bakıyorlardı. Rüya bağırdı.
“Baş tanrı Hitit metinlerinde;
‘Hattı ülkesinin gök tanrısı’-‘göğün tanrısı’ ‘Hattuşa’nın tanrısı denilirdi. Bunun işaretine bak… Bak gözlerime inanamıyorum o şekil oluşuyor. Boğa yok oluyor. Bu işaret.”
Elif kızgınlıkla dönerken bağırdı.
“Sen delirmişsin neyi nasıl görünüyorsun? Kızım biz dönüyoruz.”
Didar bağırdı.
“Teyze Hattuşa’nın tanrısı bu görülen.”
Rüya bağırdı.
“Haklısın canım. Bir tanrının hiyeroglif işareti bak dikkat et ikiye bölünmüş elips.”
Elif bağırdı.
“Yemin ederim delireceğim. Keçi can derdinde! Bu iki hasta ruhlunun konuşmalarına bakın!” Rüya devam etti.
“Gök tanrısı aynı zamanda fırtına tanrısıdır. Bak zaten ikiye bölünmüş elipsin altında ‘W’ işaretine bakın. Bu yıldırım işaretedir. Allah’ım yıldırımlar gelecek demektir.”
Elif artık çığlık atıyordu.
“Susun siz ikinizde susun anlıyor musunuz susun.”
“Sen anlamıyorsun bak Hurilerin fırtına tanrısı ‘Teşup’ geliyor.
Fırtına tanrısı Teşup rüzgârı poyrazı meltemi en hızlı ve en yavaş bütün esintileri arkasına takmış hızla gelmekteydi. Didar bağırdı.
“Fırtına tanrısı Teşup bu gelen ve çok kızgın.” Elif daha çok bağırdı.
“Kızım aklınızı mı yediniz siz bu ne kadar çok tanrı ya!”
“Bin tane tanrıları olduğu söyleniyor.”
“Desene çokça tanrılarla haşır - neşiriz de nereye gidiyoruz. Biz şu anda nerdeyiz? Yerde miyiz gökte miyiz? Anlamadım gitti.”
“Başkent ‘Hattuşa’ya gidiyoruzdur beklide!”
“Hattuşa’mı o nerede?”
Rüya sakin bir şekilde anlatmaya başladı.
“Hepiniz beni dinleyin. Nereye, neden gidiyoruz bilmiyorum! Anladığım kadarı ile bizler eskilere çok eskilere gidiyoruz. Artık zaman ötesine seyahatlerin olduğunu en azından hayal edebiliyoruz. Eğer rüyada değilsek ve hayalde görmüyorsak dediklerim gerçek. Yâda hepimiz uykudayız. Bakalım neler olacak. Ne olur ne olmaz diye endişemden kaynaklanan bir anlatım isteğim de var. Sizlerinde benim bildiğim bazı şeyleri bilmenizi istiyorum. Bu konuda bize en çok yardım edecek kişide Didar’dır onun ilgi alanındayız.” Didar sertçe konuştu.
“Teyze bu çok ciddi bir konu ve dikkatle dinlenilmesini istemekteyim. Bu çocuk oyuncağı değil. Dikkatinizi verin teyzemin anlattıklarına. Bende bazı şeyleri anlatacağım. Şu anda birbirimizden ayrılamıyoruz. Bir şeyi bekliyoruz. Bu bizim için fırsattır. Hepimiz bilgilenelim ki güçlü olalım.”
Kimse sesini çıkartmadı, itiraz eden olmadı. Rüya anlatmaya başladı.
“Mısır, Babil ve Mitanni eski doğunun büyük güçlerinden biri olan Hititler, M.Ö. 1200 yıllarına kadar Anadolu’nun büyük kısmına hükmetmişlerdir. Bu imparatorluğun başkenti ‘Hattuşa’ydı. Hattuşa Çorum’un 80 kilometre güneybatısında, Boğazkale ilçesindedir. Hattuşilinin iktidara gelmesiyle Hattuşa, Hititlerin başkenti olmuştur. Tarihi çok eskilere gitmektedir.
Şimdi onları anlatmayacağım tek anlatmak istediğim. Şehir devletleri döneminin en büyük Hitit belgesine göre Hitit kralı Kusarsa Kralı Anitta tarafından burası yıkılmış ve kral burayı;
‘Benden sonra gelecek kral Hattuşa’yı yeniden kurarsa tanrının fırtınası ile vurulacaktır.’ diye lanetlemiştir.” Elif kızgınlıkla sordu.
“Ne olmuş sonra lanet yerini bulmuş mu bir daha şehir kurulmamış mı?”
“Yok kurulmuş.”
“Canımsın biz niye bunları dinliyoruz. Bize ne yahu bunlardan?”
“Niye biliyor musunuz? Şundan dolayı;
Yunan mitolojisine göre dünya oluşmadan önce;
Khaos’ (sonsuz boşluk) vardı.
Sonra;
Khaos’tan Gaia, yani toprak ve çekici gücün sembolü Eros çıktı.
Erosun sayesinde bir sürü şeyler oldu. Mesela;
Kaos ve Gaia’dan Erebos (yeraltı karanlığı)
Nyks( gece)
Onlardan ise;
Arther (göğün üst tabakalarının ışığı)
Hemere (gündüz) doğdu.
Daha sonra ise;
Uranos (gök)
Pontus’u (deniz) dünyaya getiren Gaia Uranos’la birleşerek erkek ve dişi titanları, tek gözlü devler olan Kyklop’ları ve Hekatonkheires adlı yüz kollu devleri doğurdu.”
Elif kızmıştı.
“Ya bunları anlattın ya bir daha niye anlatıyorsun. Hafıza kaybımı yaşadık. Delirdin mi? Aklım karma karışık olmuştu zaten anlattıklarından şimdide söylediklerinden hepsi birbirine karıştı. Artık kim kimdir? Kim değildir bilmiyorum… Bunlar yetmiyor gibi şimdide başıma yüz kollu devimi çıkarttın neyi çok söylersen olur.”
“Sakin ol Elif teyze. Çıkar mı hiç öyle olur mu? En son doğan erkek titan olan Kronos babasını yenerek tüm evrenin kralı oldu. Karısı Rhea’da titandı. Rhea’dan yani karısından doğan çocuklarını yedi. Bir tek kendinden kaçırılan oğlu Zeus tarafından yenilince mitolojide tanrılar devri başladı.”
“Oh Allah’a şükür Tanrılar devri başlamış. Bunları biliyorum. Bütün gece teyzen zaten bunları anlattı. Yani nedir bu akşamdan beri çektiğim işkence bitmedi de şimdi ikinci baskıya mı giriyorsunuz Allah Aşkına.”
“Elifçiğim ne olur biraz sakin ol.”
“Nasıl sakin olayım.  Benim de bu işkencem bitmiştir artık bu kadar anlatılanlardan sonra. Çocuklar sizler büyülendiniz mi ya hiç itiraz eden yok sesini çıkartan yok. Dilinizi mi yuttunuz?” Elif sinirlenmişti.
Çocuklardan hiç ses çıkmamıştı. İtiraz eden yoktu. Tam tersi hepsi merakla dinliyorlardı. Rüya gülümsedi.
“Hala ayaktayız hala kıpırdayamıyoruz hala hareket edemiyoruz farkındasınız değil mi ve çocuklarda dâhil hiç kimse rahatsız değil. Bu nasıl iştir anlamadım.”
“Sen soruma cevap versene.”
“Olur vereyim. Tanrıların sivri bir külahı, belden kuşaklı kısa bir elbisesi, kalkık burunlu pabuçları ve küpeleri olduğu söylenir. Çoğu zamanda kırcık bir kılıç ya da bir topuz taşırlarmış. Tanrıçaların hepsi uzun etek giyerlermiş ve başlarında silindir biçimli başlıklar varmış.”
“Dalga geçiyorsun değil mi?”
“Yoo geçmiyorum. Okuduklarım bunlardı.”
“Öylemi ne güzel!’
Biranda sustu. Gözleri büyüdü… Hareketsiz kaldı. Fısıldarcasına konuştu.
“Şu gelenlere bakın.”


Nazan Şara Şatana

nazanss.bldgspot.com



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder