11 Şubat 2018 Pazar









Sultan Abdülhamit Han’ın Torunu Şehzade Abdülhamit Kayıhan Osmanoğlu


nazanss.blogspot.com



ABDÜLHAMİT HAN DEMİŞKİ:


“Ben Padişah iken, Balkan milletleriyle toprağımızda gözü olan ve ülkemizi parçalamak isteyen büyük devletlerle daima barış yolunda yürümeye çalıştım.”



Bazı insanlar özeldir.
Bazı liderler özeldir.
Bazı sultanlar çok özeldir.
Abdülhamit Han’ı tanımak elbette yayınlanan diziden önce de bilgimdeydi.
İnanın şimdi daha bir anlar oldum.
Daha bir ağlar oldum.


Dördüncü nesil torunu Şehzade Abdülhamit Kayıhan Osmanoğlu ile tanıştım ve asaletin nasıl bir şey olduğuna bir kez daha tanık oldum. Şehzade farklı biri! Onun heybeti size Osmanlı’yı hatırlatıyor. Nasıl anlatılır bilmiyorum. Bildiğim bu genç şehzadeye gerçekten bakınca, onu tanıyınca saygı duyulduğu ve sevildiğinin bir gerçek olduğu…
Tarih bilinmeli, incelenmeli ve düşünülmeli…
Okuduklarımdan ayıkladıklarımı sizlere aktarmaya devam ediyorum.
Araştırdıklarım arasında bazı anlatılar var ki, heyecanlanmamak ne mümkün!
Hatta çoğu zamanda Vay Be! Dememek de zaten olmayan bir şey…

Size bu yazımda Abdülhamit Han’ın sözlerini aktaracağım. Ondan önce oğlunun anlatılarına yer vereceğim.

Birinci Dünya Savaşı'nda, Çanakkale'nin düşmanlar tarafından zorlanması üzerine ittihatçıların telâşlanmışlar. Bazı tedbirler almak istemişler. Eski ve yeni padişahları kaldıkları yerlerden almak ve Anadolu’da bir yerlere göndermek istiyorlarmış.

Sultan Reşad’ı Dolmabahçe sarayından, Abdülhamit Hanı’da Beylerbeyi sarayından almak istemelerinin nedeni; onların düşman eline geçmelerini istemediklerindenmiş.

İttihatçılar; Sultan Reşad’ın itiraz etmeyeceğini ama Abdülhamit Hana bu isteklerinin yaptırılmasının zor olacağını biliyorlarmış.
Sonunda karar ermişler. Abdülhamit Han’la görüşeceklermiş. Fakat bu görüşmenin çok gizli olması gerekiyormuş.

Aracısız konuşmaya karar vermişler.
Sultan Abdülhamid'le temaslar, Sadrâzam Talât Paşa ile Başkumandan vekili Enver Paşa tarafından yapılacakmış.
Bundan sonra olanları aktaracağım. Özetlemenin bir anlamı yok…

Oğlu Âbid Efendinin anlatıları:
"Paşalar babamı, gece kimsenin göremeyeceği saatlerde ziyaret ettiler. Annemle Sultan Hamid'in diğer hanımları ve hizmetkârları, böylesine ânî ve gece karanlığında yapılan ziyaretten fazlasıyla endişelendiler!

Hattâ babama bir su'i-kast yapılacağı şüphesine düştüler, korku içerisinde titreşip durdular. Ben yanlarındaydım. Sahilden gelen paşaların babamın odasına girmelerini, bütün şiddetiyle çarpan kalbimle izledim.

Talât Paşa ile Enver Paşa babamın bulunduğu odaya girdiler. Her ikisi de, eski bir Pâdişah olan babama -sanki günün hükümdarı imiş gibi- yerlere kadar temennalarla ilerledi. Tarifi ancak görülmekle mümkün olabilecek aşırı bir saygıyla, hattâ riya dolu bir saygıyla elini öptüler. Kapı aralığından iyice gözetleyebildim. Babam Abdülhamid onları ayakta, fakat hiçbir zaman bulunduğu yerden ilerlemeyerek karşıladı.

O gün devleti parmaklarında ve dudaklarında tutan bu iki ünlü paşanın beklenmedik ziyaretleri, hele önceden tahmini mümkün olmayan protokol kaidelerinin üstünde aşırı hürmetleri karşısında, babamın zerre kadar şaşırmadığını ve ziyaretçilerine karşısındaki koltuklara oturmaları için eliyle yaptığı işareti bugün olmuş gibi hatırlıyorum.

Ben o anda, bu ziyaretin sebebini bilmeden, merak içinde olan annemle; babamın diğer hanımının birlikte bulunduğu odaya koştum. Onlara endişe etmemelerini söyleyerek gördükleri mi çarçabuk anlattım. Paşaların jestini ve aşırı saygılarını öylesine heyecanla anlatmış olacağım ki, bundan kendine göre bir mânâ çıkartan annem Naciye Sultan:
"Allah büyüktür. İnşallah Sultanımı tekrar tahta davet ediyorlar" dedi.
Ancak, paşaların babamın yanında uzunca müddet oturduklarını biliyorum. Bu misafirlere o gece, Beylerbeyi Sarayı'nda neler ikram edildiğini unutmuş olacağım. Misafirler gittikten sonra Kadın-Efendiler, Muhafız Beyler ve yakın hizmetkârlar odalarda bu ziyaretin neticesini yorumlamaya çalıştılar.

Bir gün sonra öğrendik ki, Talât Paşa ile Enver Paşa, Çanakkale'deki savaşın muhtemel kötü neticelerinden bahsetmişler. Sultan Reşad'la babamın ve Veliahdın Anadolu'ya götürülmeleri plânını açıklamışlar. Eski hükümdardan, tecrübeleri nedeniyle mütalâsını sormuşlar. Sonradan babamın anlattığına göre, paşaları büyük bir sükûnetle dinlemiş.

Onlara şahsî görüsünü ve tavsiyesini aşağı yukarı şu sözlerle bildirmiş:

"Ben yerimden bir adım bile kımıldamam ve bir yere gitmem. Biraderim Pâdişah (Sultan Reşad) için de tavsiyem, saraydan asla ayrılmamasıdır.

Allah göstermesin bir ayrılık hem ordunun, hem milletin mânevîyyatını bozar. Yenilmek mukadderse bu ayrılık onu çabuklastırır. Ben Pâdişah iken, Balkan milletleriyle toprağımızda gözü olan ve ülkemizi parçalamak isteyen büyük devletlerle daima barış yolunda yürümeye çalıştım.

Pâdisahlıktan ayrılırken yeni idareye miras olarak büyük bir vatan toprağı bırakmıştı. Bu değerli topraklar gün geçtikçe düşmanlarımızın eline geçti.

Kala kala elde bugünkü toprağımız var. Şayet Çanakkale'de tutunamazsanız, bu durumunuz İstanbul'un düşman eline geçmesine hizmetten baska bir şeye yaramaz. Ben, büyük ceddim

Fâtih Sultan Mehmed Hazretleri'nin zaptedip milletimizin gözbebeği haline gelen ve devletimizin merkezi olan İstanbul'u düşman işgâli altında görmektense, toprağın altına girmeyi ve onların kurşunları ile bu sarayda ölmeyi tercih ederim.

Biraderimin (Sultan Reşad'ın) İstanbul'u terk etmesi yolundaki tavsiyenize gelince, bu husus tarihimize büyük bir leke olarak geçer. Bundan kat'i olarak vazgeçilmesini tavsiye ederim."

“İstanbul'u düşman işgâli altında görmektense, toprağın altına girmeyi ve onların kurşunları ile bu sarayda ölmeyi tercih ederim.”

Allah esirgesin hangi yürek bunu kaldırabilir ki…

Nazan Şara Şatana

nazanss.blogspot.com


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder