Bazen Sadece Görürsün
nazanss.blogspot.com
Çok güzel demlenmiş, mis gibi kokan çayı,
ajda bardağına koymuştu ki, ufak bir ses
duydu.
Sonra eli yandı,
Sonra yerlere çay döküldü,
Ayak parmak uçlarında, hafif bir acı hissetti.
Bardak ikiye ayrılmıştı. Ne tuhaf!
Çok güzel bir görüntü oluşmuştu.
Beyaz tepsinin, cam bardakaltlığının
üstünde...
Tavşankanı modeli çay, onun iki yanında,
Oldukça muntazam konulmuş gibi,
İki yarım ajda bardağı…
İşin tuhafı; çay kaşığı nasıl olmuşsa olmuş,
Tepsinin üst tarafında,
Cam bardakaltlığının biraz ilerisinde…
Oldukça düzgün duruyor öylesine…
Tepsinin belirli yerleri kırmızı gibi!
Renk, bardakaltında durduğu gibi durmuyor.
Bir elinde çaydanlık, bir elinde demlik!
Boş gözlerin dolu bakması misali,
Bakıyor tepsiye… Tablo gibi, resim gibi,
Ünlü bir ressam, bilhassa bu mizanseli
hazırlamış gibi!
Hala bakıyordu.
Her şerde bir hayır vardır hesabı.
Bu olayda birçok hayır var diyordu,
Bunları da hissediyordu.
Rahmetli annem, bardak kırıldığında üzülmezdi,
Başımızdan bir bela gitti, savruldu’ derdi,
dedi.
Hayırdır inşallah diye de ekledi.
Bende öyle düşünüyorum, diye ekledi.
Hala bir tablo gibi, bir resim gibi!
Kıpırdamadan tepsiye bakıyordu.
Biranda bir değişik bir şey daha oldu.
Mutfak penceresinde bir güvercin,
Sabah bıraktığı, ekmek kırıntılarını,
Bulgur tanelerini tırtıklıyordu.
Bunu nasıl görüyorum, dedi.
Başımı tepsiden hiç kaldırmadım ki…
Görmüyordu. Gölgesi tepsiye vurmuştu.
Tepsi donuk, tepsi hareketsizdi.
Gölge tık – tık hareketli…
Kuş her lokmada başını havaya kaldırıyor.
Mutlu, arada bir olduğu yerde dönüyordu.
Gölgesi renksiz, siyah – beyaz filmlerdeki
gibi!
Düşüyor, koyu kırmızının üstüne!
Hala kıpırdamıyor…
Elinde demlik, elinde çaydanlık! Üstelik
ocakta açık,
Gazın yanan halinin mavisi! Görmüyor, tahmin
ediyordu.
Hala olduğu yerden kıpırdamıyor. Hala tepsiye
bakıyordu.
Güneşte katılmaya karar vermiş olmalı ki.
Bu temaşaya; bir açıyor, bir kapıyor. Gidip
geliyor sanki!
Gölgeler kurşuni ile hafif siyah arasında!
Bir büyük, bir küçük değişiyor.
Bir ses ve bir hareket, onu yerinden
oynatıyor.
Gördüklerime inanamıyor. Güvercin havalanıyor.
Kanatlarının sesini, tepsiye düşen gölgesini!
İçi acıyor. Biz böyle iyiydik. Gitmeseydi.
Resim güzeldi.
Tepside kırmızılık yayıldıkça yayılıyordu.
Beyaz yer az kalmıştı. Derken; gözü yine ona
oyun oynadı.
Beyaz yer, beyaz bir güle benzemişti. Sanki
katmerliydi.
Bu nasıl olabilirdi?
Ah keşke kuş uçmasaydı! Demeye kalmadı.
Kuş emri almıştı, dileği duymuştu.
Geldi, kanatlarını çırpa – çırpa… Yediklerini
bitirmemiş miydi?
Ya da bir yere gidip, birini haber mi
vermişti.
Bir kuş daha, aynı kanat çırpma edası ile
geldi. Bu inanılmazdı.
Daha fazla dayanamadı.
Bunun ölümsüzleşmesi lazımdı. Bunun
resmedilmesi gerekliydi.
Biranda karar verdi. Çaydanlığı ocağa, demliği
üstüne koydu.
İçeri koştu, fotoğraf makinesini aldı, geldi.
O ne! Kuşlar yok, gözlerine inanamadı…
Çayın artığı, tüm tepsiyi sarmıştı. Kaşık
öylesine duruyordu.
Bardakaltlığındaki çaylarda kalmamış gibiydi!
İki kırık bardaktı gördüğü…
Bunun nesini ölümsüzleştirecektim! Dedi.
Yine kaldım öylesine. Bu neydi şimdi! Bu
rüyamıydı,
Bu anlık görüntümüydü? Bu rastlantısal bir şey
miydi?
Bu – bu neydi?
Dedi. Çok üzülmüştü. Sonra;
Bir anda kara düşünceler gitti. Farklı
düşünmeye başladı.
Bu o anın güzelliği değil miydi?
Bu ruhani bir şey değil miydi? Bunu resmetmek
nedendi?
Nasıl anlamadım dedi.
Bazen bazı güzellikler kişiye özeldi.
O özel bir an resmedilmez.
O özel bir duygu anlatılmaz.
O özel bir an sadece yaşanır.
Sorgusuz, sualsiz. Şahitsiz, ispatsız.
Önemli olan, onu görebilmek, seçebilmek!
Varlığından haberdar olmak! Hissetmek.
Anlamak!
Hayat da bu değil miydi zaten!
Nazan Şara Şatana
nazanss.blogspot.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder