Sultan
Abdülhamit Han’ın Torunu Şehzade Abdülhamit Kayıhan Osmanoğlu
nazanss.blogspot.com
ABDÜLHAMİT
HAN DEMİŞKİ:
“Ben
Padişah iken, Balkan milletleriyle toprağımızda gözü olan ve ülkemizi
parçalamak isteyen büyük devletlerle daima barış yolunda yürümeye çalıştım.”
Bazı insanlar özeldir.
Bazı liderler özeldir.
Bazı sultanlar çok özeldir.
Abdülhamit Han’ı tanımak elbette yayınlanan diziden önce de
bilgimdeydi.
İnanın şimdi daha bir anlar oldum.
Daha bir ağlar oldum.
Dördüncü nesil torunu Şehzade Abdülhamit Kayıhan Osmanoğlu ile
tanıştım ve asaletin nasıl bir şey olduğuna bir kez daha tanık oldum. Şehzade
farklı biri! Onun heybeti size Osmanlı’yı hatırlatıyor. Nasıl anlatılır
bilmiyorum. Bildiğim bu genç şehzadeye gerçekten bakınca, onu tanıyınca saygı
duyulduğu ve sevildiğinin bir gerçek olduğu…
Tarih bilinmeli, incelenmeli ve düşünülmeli…
Okuduklarımdan ayıkladıklarımı sizlere aktarmaya devam ediyorum.
Araştırdıklarım arasında bazı anlatılar var ki, heyecanlanmamak ne
mümkün!
Hatta çoğu zamanda Vay Be! Dememek de zaten olmayan bir şey…
Size bu yazımda Abdülhamit Han’ın sözlerini aktaracağım. Ondan
önce oğlunun anlatılarına yer vereceğim.
Birinci Dünya Savaşı'nda, Çanakkale'nin düşmanlar tarafından
zorlanması üzerine ittihatçıların telâşlanmışlar. Bazı tedbirler almak
istemişler. Eski ve yeni padişahları kaldıkları yerlerden almak ve Anadolu’da
bir yerlere göndermek istiyorlarmış.
Sultan Reşad’ı Dolmabahçe sarayından, Abdülhamit Hanı’da
Beylerbeyi sarayından almak istemelerinin nedeni; onların düşman eline
geçmelerini istemediklerindenmiş.
İttihatçılar; Sultan Reşad’ın itiraz etmeyeceğini ama Abdülhamit
Hana bu isteklerinin yaptırılmasının zor olacağını biliyorlarmış.
Sonunda karar ermişler. Abdülhamit Han’la görüşeceklermiş. Fakat
bu görüşmenin çok gizli olması gerekiyormuş.
Aracısız konuşmaya karar vermişler.
Sultan Abdülhamid'le temaslar, Sadrâzam Talât Paşa ile Başkumandan
vekili Enver Paşa tarafından yapılacakmış.
Bundan sonra olanları aktaracağım. Özetlemenin bir anlamı yok…
Oğlu Âbid Efendinin anlatıları:
"Paşalar babamı, gece kimsenin göremeyeceği saatlerde
ziyaret ettiler. Annemle Sultan Hamid'in diğer hanımları ve hizmetkârları,
böylesine ânî ve gece karanlığında yapılan ziyaretten fazlasıyla
endişelendiler!
Hattâ babama bir su'i-kast yapılacağı şüphesine düştüler,
korku içerisinde titreşip durdular. Ben yanlarındaydım. Sahilden gelen
paşaların babamın odasına girmelerini, bütün şiddetiyle çarpan kalbimle
izledim.
Talât Paşa ile Enver Paşa babamın bulunduğu odaya girdiler.
Her ikisi de, eski bir Pâdişah olan babama -sanki günün hükümdarı imiş gibi-
yerlere kadar temennalarla ilerledi. Tarifi ancak görülmekle mümkün olabilecek
aşırı bir saygıyla, hattâ riya dolu bir saygıyla elini öptüler. Kapı
aralığından iyice gözetleyebildim. Babam Abdülhamid onları ayakta, fakat hiçbir
zaman bulunduğu yerden ilerlemeyerek karşıladı.
O gün devleti parmaklarında ve dudaklarında tutan bu iki
ünlü paşanın beklenmedik ziyaretleri, hele önceden tahmini mümkün olmayan
protokol kaidelerinin üstünde aşırı hürmetleri karşısında, babamın zerre kadar
şaşırmadığını ve ziyaretçilerine karşısındaki koltuklara oturmaları için eliyle
yaptığı işareti bugün olmuş gibi hatırlıyorum.
Ben o anda, bu ziyaretin sebebini bilmeden, merak içinde
olan annemle; babamın diğer hanımının birlikte bulunduğu odaya koştum. Onlara
endişe etmemelerini söyleyerek gördükleri mi çarçabuk anlattım. Paşaların
jestini ve aşırı saygılarını öylesine heyecanla anlatmış olacağım ki, bundan
kendine göre bir mânâ çıkartan annem Naciye Sultan:
"Allah büyüktür. İnşallah Sultanımı tekrar tahta davet
ediyorlar" dedi.
Ancak, paşaların babamın yanında uzunca müddet oturduklarını
biliyorum. Bu misafirlere o gece, Beylerbeyi Sarayı'nda neler ikram edildiğini
unutmuş olacağım. Misafirler gittikten sonra Kadın-Efendiler, Muhafız Beyler ve
yakın hizmetkârlar odalarda bu ziyaretin neticesini yorumlamaya çalıştılar.
Bir gün sonra öğrendik ki, Talât Paşa ile Enver Paşa,
Çanakkale'deki savaşın muhtemel kötü neticelerinden bahsetmişler. Sultan
Reşad'la babamın ve Veliahdın Anadolu'ya götürülmeleri plânını açıklamışlar.
Eski hükümdardan, tecrübeleri nedeniyle mütalâsını sormuşlar. Sonradan babamın
anlattığına göre, paşaları büyük bir sükûnetle dinlemiş.
Onlara şahsî görüsünü ve tavsiyesini aşağı yukarı şu
sözlerle bildirmiş:
"Ben yerimden bir adım bile kımıldamam ve bir yere
gitmem. Biraderim Pâdişah (Sultan Reşad) için de tavsiyem, saraydan asla
ayrılmamasıdır.
Allah göstermesin bir ayrılık hem ordunun, hem milletin
mânevîyyatını bozar. Yenilmek mukadderse bu ayrılık onu çabuklastırır. Ben Pâdişah
iken, Balkan milletleriyle toprağımızda gözü olan ve ülkemizi parçalamak
isteyen büyük devletlerle daima barış yolunda yürümeye çalıştım.
Pâdisahlıktan ayrılırken yeni idareye miras olarak büyük bir
vatan toprağı bırakmıştı. Bu değerli topraklar gün geçtikçe düşmanlarımızın
eline geçti.
Kala kala elde bugünkü toprağımız var. Şayet Çanakkale'de
tutunamazsanız, bu durumunuz İstanbul'un düşman eline geçmesine hizmetten baska
bir şeye yaramaz. Ben, büyük ceddim
Fâtih Sultan Mehmed Hazretleri'nin zaptedip milletimizin
gözbebeği haline gelen ve devletimizin merkezi olan İstanbul'u düşman işgâli
altında görmektense, toprağın altına girmeyi ve onların kurşunları ile bu
sarayda ölmeyi tercih ederim.
Biraderimin (Sultan Reşad'ın) İstanbul'u terk etmesi
yolundaki tavsiyenize gelince, bu husus tarihimize büyük bir leke olarak geçer.
Bundan kat'i olarak vazgeçilmesini tavsiye ederim."
“İstanbul'u düşman işgâli altında görmektense, toprağın altına
girmeyi ve onların kurşunları ile bu sarayda ölmeyi tercih ederim.”
Allah esirgesin hangi yürek bunu kaldırabilir ki…
Nazan Şara Şatana
nazanss.blogspot.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder