11 Eylül 2017 Pazartesi


Galatasaraylılar
Sarı Kırmızılılar
Bunları Biliyor musunuz?


Nazanss.blogspot.com




Albert EİNSTEİN demiş ki:
“Bir ülkenin geleceği, o ülke insanlarının göreceği eğitime bağlıdır.”

Bazı yazıları okursunuz çok şey öğrenirsiniz ama bazılarını okuduğunuzda öğrendiklerinize hayranlık ilave olur, duygu ilave olur, heyecanlanırsınız da…
Sizlere anlatacağım veya aktaracağım yazıları okuduğumda gerçekten çok etkilendim.
Özellikle bir eğitim kurumu ile ilgili olan yazacaklarım ve güller – renkler – eğitim ve Gül Baba bir araya gelince için coşkuyla doldu.
Bir adam düşünün hem savaşacak kadar cengâver olsun güller yetiştirecek kadar romantik olsun. Onun içindir ki adı da Gül Baba olsun.

Bütün bunların yanı sıra dileği de eğitimden yana olsun.
Kırk bin kere maşallah.
Ne denile bilinir.
Buyurunuz lütfen:

Evliya Çelebi’nin bir anlatısı aktarıyorum.

İkinci Bayezid avdan dönüyormuş.
Bir an önce saraya varıp dinlenmeyi düşünürken atını durdurmuş ve havayı koklamaya başlamış.
Derin nefes aldıktan sonra sormuş:
“Bu güzel kokular da nereden gelir böyle?”
Yanındaki vezirlerden biri cevap vermiş.
“Devletlü Padişahım! İstanbul kuşatmasına katılan gazilerimizden tabiat aşığı biri vardır ki, O'na Gül Baba derler. Aksakallı, nur yüzlü bir ihtiyardır. Şu yamaçları güllerle ve dahi türlü çiçeklerle donattı. Bu hoş kokular O'nun bahçesinden gelmektedir.”
Padişah, vezirin anlattıklarını tebessümle dinlemiş. Sözlerini bitirince kararını bildirmiş.
“Merhum babamın bu gazi askerini ziyaret etmek isterim!”
Artık yorgunluklar unutulmuş.
Gül Baba'nın kulübesine doğru yürümeye başlamışlar.
Kulübeye doğru yaklaştıkça gül kokuları artıyor, insanın gözü - gönlü açılıyormuş.
Değerli misafirlerin geldiğini gören Gül Baba koşmuş.
Onları kapıda karşılamış.
Padişah, daha atından inmeden sormuş.
“Savaşta bastığı yeri sarsan, barışta oturduğu yeri gül bahçesine çeviren yiğit asker, selam sana!”

Gül Baba mahcup olmuş, güçlükle konuşabilmiş.
“Sizden böyle iltifatlar görmek bizim için ne büyük şereftir Sultanım, sağ olun!”
“Sen ki, İstanbul'u fetheden ordunun bir neferi olarak şereflerin en büyüğünü almışsın Gül Baba. O büyük şerefin yanında bizim sözlerimizin hükmü mü olur?”
Gül Baba tebessümle başını öne eğerken Padişah atından inmiş ve Gül Baba'nın gösterdiği mindere bağdaş kurup oturmuş.
O'nun kendi elleriyle pişirdiği kahveyi yudumlayıp yorgunluğunu gidermiş.
Sonra da şöyle bir teklifte bulunmuş.

“Dilersen seni saraya alayım. Artık çalışma da yaşlılık devrini dinlenerek geçir!”

“Sağ olun Sultanım! Burada oturmak benim için daha iyi. Amma bir iyilik yapmak istersen, şu kulübemin bulunduğu yere bir mektep - medrese yaptır ki, memleketimizin çocukları ilim - irfan öğrensinler!”
Gül Baba'nın sözleri Padişah'ı çok duygulandırmış. Yerinden kalkarken O'nu mutlu edecek cevabı vermiş.
“Gönlün rahat olsun Gül Baba, dilediğin olacaktır!”
Sonra bahçeyi gezmişler.
Padişah gülleri okşuyor, eğilip kokluyor ve yanındakilerle konuşuyormuş.
Bu arada Gül Baba da özenle seçtiği gülleri koparıp demet yapıyormuş.
Padişah ayrılırken O'na bir demet sarı, bir demet kırmızı gül vermiş.
Padişah gülleri alıp koklamış, bağrına basmış ve atını sürüp gitmiş.

Kısa zaman sonra ise Gül Baba'nın kulübesi yıkılmış.
Oraya büyük bir bina yapılmış.
Zaman içerisinde okul olmuş.
Hastane olmuş ama hep insanlığa hizmet etmiş.
1868 yılında ‘Mekteb-i Sultani’ adıyla yeni bir kimliğe bürünen okul, Cumhuriyet döneminde de
Galatasaray Lisesi’ adını almış.
Gül Baba'nın Sultan İkinci Beyazıt’a verdiği o güzel kokulu sarı ve kırmızı güller önce bu lisenin, sonra da Galatasaray Spor Kulübü'nün sembolü olmuş.
Gül Baba'nın türbesi bugün de orada, okulun bahçesindeki yeşillikler arasında duruyormuş.

Nur içinde yatsın…

Bunlar muhteşem olaylar.
Sarı Kırmızıya gönül vermişler bu yazıyı okuduklarında sanırım benim gibi bir haylii duygulanacaklardır.
Burada bir ilavem daha olacak.

Fatih Sultan Mehmet’le ilgili olan bu yazıyı da aktarmak istiyorum.
İstanbul'u alan Fatih, antik kültürün izlerini taşıyan bu şehirde kuracağı devletin payidar olabilmesi, mesela bir Bizans İmparatorluğu gibi bin yıl yaşayabilmesi için, önceki kültürleri araştırmakta ve sürekli verdiği talimatlarla çevrilen klasik eserleri okumaktaydı.
İşte bunlardan biri olan Platon'un ( Eflatun MÖ 427 - 347)

"Devlet" adlı eseri; devleti ancak filozofların yönetebileceğini yazmaktadır.
Peki, Osmanlı'nın yükselmeye başladığı o yıllarda devleti yönetecek filozoflar nasıl yetiştirilecekti?
Saray Okulu vardı ancak bu okula gelecek öğrencilerin ilk ve orta öğrenimleri nerede verilecekti?
İşte bu düşüncelerin neticesinde, II. Bayezid, babası Fatih'in idealindeki okulu "Galata Sarayı Ocağı" adıyla kurarak Osmanlı Saray eğitiminin önemli bir parçasını oluşturmuş oluyordu.
1675 yılına gelindiğinde ise, ocaktaki iç oğlanlardan yeteneklileri saraya alınırken diğerleri süvari bölüklerine dağıtılır ve kurum on yıllığına tasfiye edilir.
1715 yılında yeniden açılan ocak, tekrar acemi oğlanların eğitimini üstlenir.
1820 yılına dek Osmanlı'nın en önemli kurumlarından biri olan Galata Sarayı Medresesi bu yıldan sonra Tıbbiye ve Askeri Kışla olarak kullanılır.
Sonraki yıllarda gün geçtikçe önemi ve işlevi artan kurum, Osmanlı'da Batılılaşma döneminin ve Tanzimat uygulamalarının bir sembolü olur.
Çünkü bu kez de Osmanlı'da hukuksal, siyasal ve sosyal alanda gerçekleştirilecek yenilikleri yaşama geçirecek aydın kadrolara ve bu kadroların yetiştirilmesi için, geleneksel eğitimin dışında batılı programları da bünyesinde barındıran bir eğitim kurumuna ihtiyaç vardır.
Bu amaç doğrultusunda 1 Eylül 1868'de sultan Abdülaziz 'in katıldığı bir törenle Mekteb-I Sultani adıyla kurum yeniden faaliyete geçer.
Dönemin Paris Büyükelçisi Cemil Paşa ile Hariciye Nazırı Fuat Paşa 'nın çabalarıyla kurum Fransa'daki lise eğitimine denk ve aynı kalitede öğrenci yetiştirir. Ve bu öğrencilerin arasında Katolik, Ortodoks ve Musevi öğrenciler de vardır.

9 - 12 yaşlarında, öğretime başlayabilen bu öğrenciler dil durumlarına göre Fransızca ya da Türkçe hazırlık okumaktadırlar. 1908 yılında müdür Tevfik Fikret Bey 'in yaptığı yeniliklerle; ilk, orta ve lise için 3'er yıllık program hazırlanarak eğitim süresini 9 yıla çıkar. Ayrıca Farsça, Arapça, İtalyanca, Latince, Rumca, Ermenice ve Almanca dersleri isteğe bağlı olarak seçmeli ders statüsüne getirilirken, piyano ve keman dersleri de programa dâhil edilir.
1924 yılında kurum, Galatasaray Lisesi adıyla ve Cumhuriyet devrimlerine uygun olarak eğitime başlar ve genel kültür dersleri Türkçe verilmeye başlar.

Sözlerimde haklıymışım değil mi?


Nazan Şara Şatana
nazanss.blogspot.com




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder