24 Eylül 2017 Pazar





Yeşil Şemsiye


nazanss.blogspot.com


Şükretmek için aslında ne çok sebeplerimiz var.
Bazen büyüttüğümüz kederlerimizin en azından hüzünden sade, yalın haline biraz daha sakin şekil haline almasını düşünmek elimizde ve bilmeliyiz ki hakkımızda hayırlı olanı o.
Güzel düşünmenin neyi kötü olabilir ki?
Karanlıklar içinde kaybolmaktansa aydınlık içinde olmak daha evla değil midir?
Kıssadan hisse çıkartamaz mıyız?
Düşünüp resmin büyük parçasına yâda tamamına bakamaz mıyız?
Ve en sonunda da yaşadığımız için, nefes aldığımız için, sevdiklerimiz için Allaha şükretmez miyiz?

Bir ufak misal dedim bir iki satır karaladım.
Buyurunuz…

Genç adam yeşil şemsiye tutuyordu ne garip.
Bir erkek ve elinde çimen yeşili şemsiye.
Umut muydu şemsiye?
Hayal mi kurmuştu yeşili düşünerek yarınlarına.
Yeşil murattı bunu biliyordu.
Rüzgâra karşı şemsiye tutması bir tezat değil miydi?
Belki rüzgâr sebep olacaktı dileklerinin uçup yukarılara gökyüzüne gitmesine sebep!
Rüzgar çoktu bu bir muhafazaydı o zaman.
Şemsiye ve muhafaza.
Kime karşı?
Rüzgâr zalimse, estikçe esiyorsa şemsiye elinde aciz kalmaz mıydı?
Şemsiye eşittir yağmur.
İyi de yağmur yoktu.
Bu neyin telaşıydı.
Adamın ifadesi de garipti.
Korkuyor muydu?
Telaş mıydı ifadesi?
Kime karşı korku, neye karşı telaş…
Sonra bir ışık adamın açıkta kalan yüzünden başka bedenini de aydınlattı.
Bir yokuş misali yerde hafifçe yukarı koymuş kişi modeli esnetmişti dizini.
Bu giysiyi anlamak pek o kadar kolay değil.
Kahvenin açık tonunda ceket vardı üstünde bu iyi de altındaki pantolonla şalvar arası altı giysi neyin nesiydi.
Üstelik öyle şık da durmuyordu.
Bir eksik taraf daha vardı.
Bu adam boynuna eşarp misali bir bez takmıştı.
Anlatım belki biraz basit olmuştu çünkü bu adam besbelli uşaktı.
Nasıl yani uşak olunca mı anlatım basitleşti.
Bu adamın üstünde şık bir erkek kostümü olsaydı ne anlatılacaktı.
Neyin nesi denilmeyecekti muhakkak ki.
Neyin nesini baktığımızda anladığımızdan olacaktı.
İyide bu garibin anlaşılmazlığı sade bir şalvar misali ile ceket örneği ve bez parçasıyla da kalmıyordu ki.
Belindeki neydi öyle.
Kuşak desek olmaz,
Kemer asla öyle bir takı adı koyamayız.
Biz buna da bir bezi dolamış uçkuru yere düşsün istememiş diyerek biraz daha mı alçaltalım ifade edemediğimiz uşakla, hizmetkâr arası gencin anlatımını.
İyide bu adamın bir eli de belinde,
Şimdi eli belindeyse bu alt kattakilerden değildi.
Yoksa küstahlıkla eşdeğerdi bu duruş şekli.
Yeşil şemsiye, kahverengi ceket, uçkur tutturucusu eşittir genç bir hizmetli.
Karar verildi bu hizmetliydi.
Nasıl mı karar verildi.
Işık büyüdü.
Takke düştü kel göründü modeli artık ayan beyan ortada.
Bu şemsiye kendine ait değildi.
Bir gözleri ahu oturmuştu tepe misali yere birazda esen rüzgâr esintisinden rahatsız olmaması için genç tutmuştu şemsiyeyi ahunun gözleri yaşarmasın, burnu kızarmasın diye.
Gencin içi ezik,
Genç hayran, abdal, bakışları virane.
Eee be genç bu kadın sana bakar mı?
Baksana güzelliğine,
Baksana üstündekilere,
Ve baksana sana bakarken seni görmeyen nazarlarına.
O senin gölge yaptığın yeşil şemsiyenin altında uzaklarda birine bakmakta.
Muhakkak ki senin sevmediğin birine ve onun âşık kalbinin hasretliğine.
Sen ne yapacaksın.
Bakacaksın.
Sadece…
Bu da şans diyeceksin.
Şükredeceksin.
En büyük aşklar uzaktan olanlarmış,
En büyük aşk kavuşuncaya kadar sürermiş.
İyi de kendine bir şans modeli çıkar.
Hani Polyanna vardı ya,
Biraz onu düşün biraz da Allah’ına şükret hiç değilse yeşil şemsiyeyi ona tutan, onu rüzgârdan, güneşten koruyan sensin.
Buda bir şey değil mi?


Nazan Şara Şatana


nazanss.blogspot.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder