29 Eylül 2017 Cuma



Keşkek Yemeğini İlk Kimler Yapmış?


YEMEKLERİN HİKÂYELERİ

nazanss.blogspot.com




Yemekleri yaparız, tariflerini isteriz, internetten bakarız ona göre pişiririz.
Bazı yemekler daha bir farklıdır.
Farklı olmasının iki ayrı sebebi vardır.
Ya gerçekten pahalı yiyeceklerden yapılandır,
Yâda eziyetlidir pişirilmesi.
Hani denilir ya:
“Paşalara, beylere, sultanlara layık bir yemek.”
Evet, aynen öyle de yemekler vardır.
Dünya mutfakları farklıdır.
Bırakın dünya mutfaklarının farklı olma halini, bizim bölgelerimizin de yemek pişirme kültürü ayrı ayrıdır.
O kadar ki aynı şehrin köylerinde bile ayrı şekillerde aynı yemekler yapılır.
Lehçeler gibidir yemek çeşitlidir.
Özü aynı söyleyişi farklı misali…

Peki, bu yemekleri kim icat etmiş.
Kim böyle yapayım da böyle bir yemek olsun demiş.

Merak iyi bir şey değil ama elden ne gelir.
Meraklıyım.

Kanal 8’de Fatih Ürek’in yaptığı bir programa konuk olmuştum. Sahrap Soysal mutfaktaki harika aşçıydı ve bir başka konuk aşçı vardı. Birlikte Keşkek yapmışlardı.
O zaman çok eziyetli olduğunu görmüştüm.

Peki, ilk kim yapmıştı keşkek yemeğini ve hikâyesi neydi.
Araştırınca buldum.

EXC. CHEF
Ahmet Özdemir yazmış.
Birlikte okuyalım mı?

Tarihte rahmetli Kara Mustafa Paşa bir süreliğine eşi ve ailesiyle koyu Marınca’ ya gelmiştir.
Kızı Fatma Hanım Marınca’da ciddi bir rahatsızlığa yakalanmıştır.
Rahatsızlığının nedeni ise tamamen iştahının kapalı olması ve hiç bir şey yiyip içememesidir.
Bu rahatsızlık 10 günlük sureyi aşınca paşayı çok ciddi bir sıkıntı sarmış, Yakınlardaki doktor ve hekimlere derhal haber edilerek kızının rahatsızlığına çare aranmaya başlanmıştır.
Bir kaç günlük bir süreçte sonuç alınamayınca pasa isi daha da sıkı tutarak aradan şaklabanları çıkarmak amacıyla demiş ki;

“Kim ki kızım Fatma’yı sıhhatine kavuşturursa ciddi şekilde ödüllendireceğim. Ama kim ki aynı niyetle gelir de başaramazsa ciddi şekilde cezalandıracağım.”

Tabi bu fermanla kendisine güvenemeyen ödül peşindeki şaklabanlar aradan çıkmış ve gerçek doktorlar köşke gelerek çalışmaya başlamışlardır.
Hatta konunun duyulmasıyla birlikte İstanbul’da yaşayan Uzakdoğulu saray hekimleri bile Fatma Hanımın sıhhati için buraya gelmişlerdir. Ama sonuç nafiledir ve paşa hiddetlendikçe hiddetlenmektedir.
En son Merzifon’un yayla köylerinde yaşayan karı koca çobanlık yapan yaşlı bir çift,

“Biz Fatma hanıma yemek yediririz”,
Diye köşke gelmişlerdir.
Paşanın çok fazla bir seçeneği kalmadığı için son çare çoban karı kocaya izin vermiştir.
Dibekte dövülerek kabuğu alınmış tane diri buğdayın içine 3 gün aç bırakılan (içinin temizlenmesi acısından) kesilmiş dişi ördeği koyarak fırına vermişlerdir.

Tabi o zaman böyle bir yemek var ama aş olarak biliniyor adı keşkek değil.
Pasa ve ailesi dört gözle yemeğin pişmesini beklerken ikide bir hiddetlenen Paşa,

“Bre bu yemek nasıl yemektir. Saatler olmuş daha pişmedi mi?”

Diye sorgularken sabaha karşı fırından alınan yemek sıcaklığı ile tahta kaşıkla bir süre vurularak eritildikten sonra Fatma hanımın yattığı odanın içinde kömürlü kahve  mangalında tereyağı eritilmiş acı biber salçası ile yemeğin sosu yapılmıştır. Tabi bu esnada odayı tamamen tereyağı kokusu sarmıştır.

Tereyağı ve acı biberli sosu yaşlı çoban Fatma hanımın dudaklarına kaşıkla sürdüğü zaman, Fatma hanım kendine gelerek diliyle dudaklarındaki sosu yalayarak tadına bakar ve
“Rüyam da bir yemek yedim daha önce hiç böyle yemek yememiştim, o yemekten yemek istiyorum”.

Deyince Paşa bir küçük çocuk edasında sevinerek havalara uçmuş.
Yaşlı çobanda hemen buğdayın üzerine sosu dökerek Fatma hanıma yedirmeye başlamıştır.
Tabi paşanın kızı yemeğini yiyip iyileşme belirtileri gösterince pasa ve yanındaki yaverleri sofraya oturmuşlar ve paşa emir buyurmuş;

“Bu yemek nasıl yemektir getirin hele bizde bir tadalım.”

Deyince hemen hizmetli cariyeler tarafından kalan aş sofraya konmuştur.
Tabi dört ya da beş kişiden oluşan gösterince pasa ve yaverleri birer ikişer kaşık alınca aş biter. Paşa,

Getirin hele biraz daha getirin nede güzelmiş bu aş”

Deyince üzülerek başka kalmadığını söylerler. Paşa bu defa “içini çekerek

KEŞKE biraz daha yapsaydınız.” der.
Bu arada paşanın yardımcısı,

“Paşam yemeğin adı bundan sonra KEŞKE mi olsun?” diye sorar.

Paşada;
“Evet, bu yemeğin ismi bundan sonra KEŞKEK olsun” der ve bu konuda fermanımdır diyerek;

Bu yemek bundan sonra KESKEK diye anıla,
isteyen sabah öğlen akşam yiye,
bayramlarda düğünlerde nişanlarda nikâhlarda zengin fakir demeden her hanede KEŞKEK yapıla,
Bu günden itibaren kırk gün konağımda halka KEŞKEK dağıtıla

Diyerek fermanın o tarihten itibaren uygulanmasını ister.

Yemeği yaparak kızını iyileştiren çoban çifte de ödül olarak kendi köylerinde iyi bir ev, iki ayrı ahir ve istedikleri kadar küçükbaş büyük baş hayvan verile.

Diyerek cömertliğini göstermiştir.

Şifa veren bir yemek olduğu da belliydi zaten. Uzun süre pişirilen, dövülen, ilaveleriyle bir hayli lezzetli olan bu yemeği o gün biz konuklarda afiyetle yemiştik.


Nazan Şara Şatana

nazanss.blogspot.com


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder