28 Eylül 2017 Perşembe



Dilhan Eryurt,
Nasa’ya Giren İlk Türk Kadını.


1969 yılında NASA tarafından verilen Apollo Başarı Ödülü'nü almış.


nazanss.blogspot.com




Birini araştırırken hata yapmamak gerekli.
Elbette çok okumalı kanaat getirmeli ve yazmaya layık görülmeli.
Bazı yazdığım eli öpülesi muhteşem Türk kadınları var ki yazarken heyecanlanıyorum, coşuyorum hatta ağlıyorum.
Dua okuyorum.
Allah rahmet eylesin, nurlar içinde yatsın diyorum.
O kadar çok duygulanıyorum ki anlatmak ne mümkün.
İki satır bir şey yazıp oh tamam ne çok şey yaptım – tamam ya ben başarılıyım demenin ne haddimize olduğunu bir kez daha anlıyorum.

Yok canım başarı bu kadınlara ait.
Başarı onların yaptıklarına denilir.
Başarı onu böylesine yetiştiren ailesine, öğretmenlerine, eğitim aldığı herkesin yaptığına denir.

Başarılı Türk Kadınlarını hazırlıyor ve sizlere takdim etmeye çalışıyorum.
Bazıları için hayatlarını yazsam diyorum, bazılarında da heyecandan tuşların elimin altından kaydığını hissediyorum.

Dedim ya coşuyorum.
Evet, coşuyorum ve Kırk bin kere maşallah diyorum.
Siz benim yerimde olun da siz söylemeyin.
Kim böyle bir yakını olsun istemez.
Annesi, kızı, ablası, teyzesi, halası veya uzaktan akrabası, eşi, dostu arkadaşı olmak istemez.
Ona ne denmiş biliyor musunuz?
Güneşi Zapt Eden Kadın.

İyi de bu nasıl oluyor?
Güneş nasıl zapt edilir ve bu kadın yani Dilhan Eryurt kimdir?

Birkaç yerden de aktarmalar yapacağım.
Lütfen okuyun.
Bir Türk Kadınının başarılarından dolayı bir Türk olarak iftihar edin.

Prof. Dr. Dilhan Eryurt 29 Kasım 1926 İzmir’de doğmuş.
Ankara Kız Lisesi'ni takdirname ve bir özel ödül alarak bitirmiş.

İÜ Yüksek Matematik ve Astronomi Bölümü'nde okumuş.
Ankara Üniversitesi'nde bir astronomi bölümü açmakla görevli Prof. Dr. Tevfik Okyar Kabakçıoğlu'nun yanında asistan olmuş.

National Academy of Sciences bursunu alarak NASA'nın New York'taki Goddard Uzay Araştırma Enstitüsü'nde göreve başlamış.

Doçentliğini AÜ Astrofizik Anabilim Dalı'nda Prof. Dr. A. E. Kreirken'in yanında tamamlamış.

1959 yılında Uluslararası Atom Enerji Ajansı tarafından verilen bir bursla iki yıllığına Kanada'ya gitmiş.

Dilhan Eryurt'u Kanada'daki çalışmalarının ardından, ABD'den aldığı American Soroptomist Federation Fellowship bursuyla Indiana Üniversitesi'nde araştırmacı olarak görev almış.

Indiana'da yıldız modelleri yapmakta tanınmış Prof. Dr. M. Wrubel ile çalışmış.

Burada, üniversiteye bağlı Goethe Link Gözlemevi'nde Dilhan Eryurt'un emrine büyük bir bilgisayar verilmiş. 

Prof. Eryurt, Indiana'dan sonra NASA'ya geçmiş.
 
Dilhan Eryurt, 1969 yılında NASA tarafından verilen Apollo Başarı Ödülü'nü almış.

Dünya çevresinde belli bir yörüngeye yerleştirilen ve içinde ilk insansız uzay araçlarının geliştirilmesinden sorumlu kurumlarda da görev yapmış.

1977 yılında TÜBİTAK "Bilim Hizmet ve Teşvik Ödülü" olarak almış.

Dilhan Eryurt, bu enstitüde yıldızların oluşumu ve Güneş'in evrimi üzerine yaptığı çalışmaların yanında "nötrinolar" konusuyla da ilgilenmiş.

1968'de Ortadoğu Teknik Üniversitesi Fizik Bölümü'nde bir yıl boyunca misafir profesör olarak çalışmış.

Prof. Dr. Dilhan Eryurt 1973 yılında ODTÜ Fizik Bölümü'ne dönmüş.
Astrofizik Anabilim Dalı'nı kurmuş.

1988 yılında, önce ODTÜ Fizik Bölümü başkanlığı yapmış.

Fen-Edebiyat Bölümü dekanlığını 5 yıl sürdürdükten sonra 1993'te emekli olmuş.

Hayatını gerçek anlamda yazmak için sayfalar gerekli.
Böyle birkaç sayfada yazılacaklar olmadığı için özetlerini aktarabiliyorum sizlere.
Onun bilim için yaptıkları sadece biz Türk’lerin değil dünya bilim adamlarının ufuklarını açmış.
O Nasa’ya giren ilk Türk adını.
O ödülleri çok olan bir kadın.
O muhteşem bir kadın.
Bir kez daha söylemekte yarar var.

Allah Rahmet Eylesin.


Nazan Şara Şatana

nazanss.blogspot.com



Ölümünden iki yıl evvel, kocası Sebahattin Eryurt’la tüm servetlerini Erzurum Milli Eğitim Müdürlüğü’ne bağışladı. Bu bağışın bir kısmıyla Erzurum merkezine anaokulu, kalanıyla da Pasinler ilçesine 100 öğrenci kapasiteli bir kız yurdu yaptırılmasını şart koşmuştu. Çocukları olduğu halde tüm servetini neden bağışladığını soranlara, 
“Ömrümüzün sonuna geldik, memlekete vefa borcumuzu ödemek istedik” diyecekti.

Prof. Dr. Dilhan Eryurt’un anlattıklarından bazılarını bir yerden alarak sizlere aktarıyorum.
Bunları mutlaka okumanız gerekli diye düşündüm.

"Gerçek astrofizikle burada karşılaştım. Türkiye'de biz bilgisayar bile görmemiştik, hesaplamaları hesap makinesiyle yapıyorduk. Kanada'da Prof. Cameron'un yanına gittim ve o bana çalışmam için üç konu teklif etti. Ben hidrojen yıldızlarını seçtim. Dr. Cameron bana dönüp, en zorunu seçtin, dedi. Ardından da, önce hidrojenden oluşan bir gazın opozitesini hesaplamak gerektiğini söyledi. Bir bilgisayar programı yapmam gerekiyormuş. Programa belli sıcaklık ve yoğunluk girilince, programın o gazda opozitenin ne olması gerektiğini bulmalıymış. Yani programın bunu yapması için, benim de programı yapmam gerekiyordu. Ama ben değil bilgisayar programını; bilgisayarı ve programlamayı bile bilmiyordum. Hemen kütüphanelere gittim, kitaplar aldım ve programlamayı öğrendim ve programı başardım. Dr. Cameron, şimdi bunu bilgisayara koy dedi, ama ben daha bilgisayarı görmemişim. Gittik kartları yerleştirdik ve Dr. Cameron git sonucu al dedi. Sonucu birkaç saniye içinde elimde görünce doğrusu çok şaşırdım."

"O zamana kadar yıldız modellerinin çözümü için kullanılan 'fitting' yöntemiydi ve hep onu kullanırlardı. Kısaca ne olduğunu vermek gerekirse; yıldızın merkezinden başlayarak 4 diferansiyel denklem bir orta noktaya gelir. İkinci bir başlangıç da, yüzey şartlarından başlayarak içeri doğru çözümlenir ve belirli bir kesişme noktasında 2 çözümün birbirine uyması istenir. Uymuyorsa, çakışana kadar değişimler yapılır. Biz o günlerde yıldızın yüzeyinden içine kadar çözümü otomatik şekilde tek bir yoldan giderek yaptık. İki ayrı yoldan değil. Bulup geliştirdiğimiz yöntem buydu."

"Uzaydaki dev bir toz ve gaz bulutunun, yıldız olabilmesi için içindeki nükleer sıcaklığın çok yükselmesi gerekiyor ki, nükleer enerji oluşabilsin. Bunun için bazı nükleer reaksiyonların geçmesi gerekiyor. En basit nükleer reaksiyonu hidrojen yapıyor. Bu sıcaklığı elde etmesi için, yıldızın ilk devreleri olan çökme dönemleriyle yavaş yavaş merkezdeki sıcaklığın yükselmesi sağlanmış oluyor. Bunun için yıldızın kütlesinin, belirli bir kütle boyutuna erişmiş olması gerekiyor ki, bu sıcaklığı verebilsin. Eğer yıldız kütlesi çökmesiyle bu sıcaklığı oluşturamıyorsa, nükleer reaksiyon başlayamaz. Böylece tam bir yıldız oluşumu gerçekleşmez. Burada benim özellikle ilgilendiğim sorun, 'küçük kütlelerin limiti ya da küçük yıldızlarda kütle limiti nedir' oldu. Bu problem üzerinde çalıştık, hangi kütledeki bir yıldız nükleer reaksiyonunu geçebilir. Yıldızı oluşturan gaz kütlesinin kimyasal elementine bağlı bir şey bu. Yıldızın içindeki hidrojen ve helyum gazının oranlarına göre bu limit değişiyor. Benim ilk çalışmam sadece hidrojen gazından oluşmuş yıldızlardı."
 

"O dönemin en mükemmel programıydı, ama sonra öğrencilerim, örneğin içine dönmeyi de katarak giderek geliştirdiler ve daha mükemmel hale geldi."

"Bizim çalışmalarımızın en önemli tarafı, Güneş'in ilk oluşumunda şimdikinden çok daha parlak olduğu ve yavaş sıcaklığının düştüğü ve sonra günümüzdeki duruma geldiği anlaşıldı. Bu mekanizmanın özel içeriğini de kısaca açıklamak gerekirse; Güneş'in önce parlak sonra azalan durumu, içindeki hidrojenin yanmasıyla ilgili... Hidrojen reaksiyonları başladıktan sonra yüzey sıcaklığı yavaş yavaş artıyor. Bilindiği gibi Güneş, günümüz itibarıyla sahip olduğu hidrojenin yarısını yakmış ve bugünkü yapısına ulaşmış vaziyette. Bu da diğer bir anlatımla ilk dönemine göre azalma demek. Daha açık bir deyişle tükenişe 4.5 milyar yıl daha var..."

"Bu çalışmanın önemi ise şöyle açıklanabilir. Dünya, Güneş'in en parlak döneminde oluşmuşsa, bu gezegeni meydana getiren maddelerin on binlerce yıl ve binlerce derece sıcaklıkta kalmasıyla, Dünya'nın fiziksel ve kimyasal özelliklerine de doğrudan önemli bir etki yapmasıydı. Tabii aynı yöndeki bir etki, uydumuz Ay için de geçerliydi. O sıralarda yapılması tasarlanan Apollo Ay projesi nedeniyle, bu yüksek sıcaklık etkisi, Ay yolculuğuna çıkacak astronotların karşılaşacakları ortam nedeniyle önemliydi."

"Bilindiği gibi nötrinolar Güneş'in merkezindeki nükleer reaksiyonlar sonucunda ortaya çıkıyor, kütle ile etkileşimi çok zayıftır ve yüksüz bir madde. Bunlar hemen Güneş'in yüzeyine erişip oradan da bize geliyorlar. ABD'de nötrinoların ölçümünü gözlemsel olarak Dr. Davies yapıyordu, biz ise teorik hesaplamalarla ilgiliydik. Kendisi daima bizim hesaplamaların sonuçlarını beklerdi, gözlem sonuçlarıyla karşılaştırmak için, ama ikisi bir türlü örtüşmüyordu. Nötrinolar sorunu bugün de var ve hâlâ teori ile gözlem deneyleri bir türlü uyuşmuyor. Bunun iki açıklaması var, ya Güneş modelini tam oturtamadık ya da nötrinolarda bize gelirken bazı değişimler söz konusu. Çalışmalar sürüyor..."

"Derslerin dışında hemen bilimsel toplantılar düzenledim. I. Ulusal Astronomi toplantısını düzenlediğimde ancak 25 kişi katılabilmişti. Daha önce Türkiye'de bir astronomi derneği vardı, ama bunlar bilimsel toplantılar yapmak yerine, geziler falan düzenliyorlardı. Ama ABD'deki derneklerde hep bilimsel toplantıların yapıldığına tanık oluyordum. Buralarda hep kendi bilimsel çalışmalarımı anlatırdım ve çok ilgi çekerdi. Türkiye'de ise, toplantılar bir yana astrofizik dersi vermek bile kolay değildi, çünkü kimseler yoktu... Ben tek başıma lisans sınıflarının derslerine girer, yetmedi yüksek lisansı da, hep kendim vermek zorunda kalırdım. Ta ki... Birkaç öğrencinin belirli bir seviyeye gelmesine kadar."



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder