Dilhan Eryurt,
Nasa’ya Giren İlk Türk Kadını.
1969 yılında NASA tarafından verilen Apollo Başarı
Ödülü'nü almış.
nazanss.blogspot.com
Birini
araştırırken hata yapmamak gerekli.
Elbette
çok okumalı kanaat getirmeli ve yazmaya layık görülmeli.
Bazı
yazdığım eli öpülesi muhteşem Türk kadınları var ki yazarken heyecanlanıyorum,
coşuyorum hatta ağlıyorum.
Dua
okuyorum.
Allah
rahmet eylesin, nurlar içinde yatsın diyorum.
O
kadar çok duygulanıyorum ki anlatmak ne mümkün.
İki
satır bir şey yazıp oh tamam ne çok şey yaptım – tamam ya ben başarılıyım
demenin ne haddimize olduğunu bir kez daha anlıyorum.
Yok
canım başarı bu kadınlara ait.
Başarı
onların yaptıklarına denilir.
Başarı
onu böylesine yetiştiren ailesine, öğretmenlerine, eğitim aldığı herkesin
yaptığına denir.
Başarılı
Türk Kadınlarını hazırlıyor ve sizlere takdim etmeye çalışıyorum.
Bazıları
için hayatlarını yazsam diyorum, bazılarında da heyecandan tuşların elimin
altından kaydığını hissediyorum.
Dedim
ya coşuyorum.
Evet,
coşuyorum ve Kırk bin kere maşallah diyorum.
Siz
benim yerimde olun da siz söylemeyin.
Kim
böyle bir yakını olsun istemez.
Annesi,
kızı, ablası, teyzesi, halası veya uzaktan akrabası, eşi, dostu arkadaşı olmak
istemez.
Ona
ne denmiş biliyor musunuz?
Güneşi
Zapt Eden Kadın.
İyi
de bu nasıl oluyor?
Güneş
nasıl zapt edilir ve bu kadın yani Dilhan Eryurt kimdir?
Birkaç
yerden de aktarmalar yapacağım.
Lütfen
okuyun.
Bir
Türk Kadınının başarılarından dolayı bir Türk olarak iftihar edin.
Prof.
Dr. Dilhan Eryurt 29 Kasım 1926 İzmir’de doğmuş.
Ankara
Kız Lisesi'ni takdirname ve bir özel ödül alarak bitirmiş.
İÜ
Yüksek Matematik ve Astronomi Bölümü'nde okumuş.
Ankara
Üniversitesi'nde bir astronomi bölümü açmakla görevli Prof. Dr. Tevfik Okyar
Kabakçıoğlu'nun yanında asistan olmuş.
National
Academy of Sciences bursunu alarak NASA'nın New York'taki Goddard Uzay
Araştırma Enstitüsü'nde göreve başlamış.
Doçentliğini
AÜ Astrofizik Anabilim Dalı'nda Prof. Dr. A. E. Kreirken'in yanında tamamlamış.
1959
yılında Uluslararası Atom Enerji Ajansı tarafından verilen bir bursla iki
yıllığına Kanada'ya gitmiş.
Dilhan
Eryurt'u Kanada'daki çalışmalarının ardından, ABD'den aldığı American
Soroptomist Federation Fellowship bursuyla Indiana Üniversitesi'nde araştırmacı
olarak görev almış.
Indiana'da
yıldız modelleri yapmakta tanınmış Prof. Dr. M. Wrubel ile çalışmış.
Burada,
üniversiteye bağlı Goethe Link Gözlemevi'nde Dilhan Eryurt'un emrine büyük bir
bilgisayar verilmiş.
Prof. Eryurt, Indiana'dan sonra NASA'ya geçmiş.
Prof. Eryurt, Indiana'dan sonra NASA'ya geçmiş.
Dilhan Eryurt, 1969 yılında NASA tarafından verilen Apollo Başarı Ödülü'nü almış.
Dünya
çevresinde belli bir yörüngeye yerleştirilen ve içinde ilk insansız uzay
araçlarının geliştirilmesinden sorumlu kurumlarda da görev yapmış.
1977
yılında TÜBİTAK "Bilim Hizmet ve Teşvik Ödülü" olarak almış.
Dilhan
Eryurt, bu enstitüde yıldızların oluşumu ve Güneş'in evrimi üzerine yaptığı
çalışmaların yanında "nötrinolar" konusuyla da ilgilenmiş.
1968'de
Ortadoğu Teknik Üniversitesi Fizik Bölümü'nde bir yıl boyunca misafir profesör
olarak çalışmış.
Prof.
Dr. Dilhan Eryurt 1973 yılında ODTÜ Fizik Bölümü'ne dönmüş.
Astrofizik
Anabilim Dalı'nı kurmuş.
1988
yılında, önce ODTÜ Fizik Bölümü başkanlığı yapmış.
Fen-Edebiyat
Bölümü dekanlığını 5 yıl sürdürdükten sonra 1993'te emekli olmuş.
Hayatını gerçek
anlamda yazmak için sayfalar gerekli.
Böyle birkaç sayfada
yazılacaklar olmadığı için özetlerini aktarabiliyorum sizlere.
Onun bilim için
yaptıkları sadece biz Türk’lerin değil dünya bilim adamlarının ufuklarını
açmış.
O Nasa’ya giren ilk Türk
adını.
O ödülleri çok olan
bir kadın.
O muhteşem bir kadın.
Bir kez daha
söylemekte yarar var.
Allah Rahmet Eylesin.
Nazan Şara Şatana
nazanss.blogspot.com
Ölümünden iki yıl evvel, kocası Sebahattin Eryurt’la tüm servetlerini Erzurum
Milli Eğitim Müdürlüğü’ne bağışladı. Bu bağışın bir kısmıyla Erzurum merkezine
anaokulu, kalanıyla da Pasinler ilçesine 100 öğrenci kapasiteli bir kız yurdu
yaptırılmasını şart koşmuştu. Çocukları olduğu halde tüm servetini neden
bağışladığını soranlara,
“Ömrümüzün
sonuna geldik, memlekete vefa borcumuzu ödemek istedik” diyecekti.
Prof. Dr. Dilhan Eryurt’un
anlattıklarından bazılarını bir yerden alarak sizlere aktarıyorum.
Bunları mutlaka okumanız gerekli diye
düşündüm.
"Gerçek astrofizikle burada
karşılaştım. Türkiye'de biz bilgisayar bile görmemiştik, hesaplamaları hesap
makinesiyle yapıyorduk. Kanada'da Prof. Cameron'un yanına gittim ve o bana
çalışmam için üç konu teklif etti. Ben hidrojen yıldızlarını seçtim. Dr.
Cameron bana dönüp, en zorunu seçtin, dedi. Ardından da, önce hidrojenden
oluşan bir gazın opozitesini hesaplamak gerektiğini söyledi. Bir bilgisayar
programı yapmam gerekiyormuş. Programa belli sıcaklık ve yoğunluk girilince,
programın o gazda opozitenin ne olması gerektiğini bulmalıymış. Yani programın
bunu yapması için, benim de programı yapmam gerekiyordu. Ama ben değil
bilgisayar programını; bilgisayarı ve programlamayı bile bilmiyordum. Hemen
kütüphanelere gittim, kitaplar aldım ve programlamayı öğrendim ve programı
başardım. Dr. Cameron, şimdi bunu bilgisayara koy dedi, ama ben daha
bilgisayarı görmemişim. Gittik kartları yerleştirdik ve Dr. Cameron git sonucu
al dedi. Sonucu birkaç saniye içinde elimde görünce doğrusu çok şaşırdım."
"O zamana kadar yıldız modellerinin çözümü için kullanılan 'fitting' yöntemiydi ve hep onu kullanırlardı. Kısaca ne olduğunu vermek gerekirse; yıldızın merkezinden başlayarak 4 diferansiyel denklem bir orta noktaya gelir. İkinci bir başlangıç da, yüzey şartlarından başlayarak içeri doğru çözümlenir ve belirli bir kesişme noktasında 2 çözümün birbirine uyması istenir. Uymuyorsa, çakışana kadar değişimler yapılır. Biz o günlerde yıldızın yüzeyinden içine kadar çözümü otomatik şekilde tek bir yoldan giderek yaptık. İki ayrı yoldan değil. Bulup geliştirdiğimiz yöntem buydu."
"Uzaydaki dev bir toz ve gaz bulutunun, yıldız olabilmesi için içindeki nükleer sıcaklığın çok yükselmesi gerekiyor ki, nükleer enerji oluşabilsin. Bunun için bazı nükleer reaksiyonların geçmesi gerekiyor. En basit nükleer reaksiyonu hidrojen yapıyor. Bu sıcaklığı elde etmesi için, yıldızın ilk devreleri olan çökme dönemleriyle yavaş yavaş merkezdeki sıcaklığın yükselmesi sağlanmış oluyor. Bunun için yıldızın kütlesinin, belirli bir kütle boyutuna erişmiş olması gerekiyor ki, bu sıcaklığı verebilsin. Eğer yıldız kütlesi çökmesiyle bu sıcaklığı oluşturamıyorsa, nükleer reaksiyon başlayamaz. Böylece tam bir yıldız oluşumu gerçekleşmez. Burada benim özellikle ilgilendiğim sorun, 'küçük kütlelerin limiti ya da küçük yıldızlarda kütle limiti nedir' oldu. Bu problem üzerinde çalıştık, hangi kütledeki bir yıldız nükleer reaksiyonunu geçebilir. Yıldızı oluşturan gaz kütlesinin kimyasal elementine bağlı bir şey bu. Yıldızın içindeki hidrojen ve helyum gazının oranlarına göre bu limit değişiyor. Benim ilk çalışmam sadece hidrojen gazından oluşmuş yıldızlardı."
"O dönemin en mükemmel programıydı, ama sonra öğrencilerim, örneğin içine dönmeyi de katarak giderek geliştirdiler ve daha mükemmel hale geldi."
"Bizim çalışmalarımızın en
önemli tarafı, Güneş'in ilk oluşumunda şimdikinden çok daha parlak olduğu ve
yavaş sıcaklığının düştüğü ve sonra günümüzdeki duruma geldiği anlaşıldı. Bu mekanizmanın
özel içeriğini de kısaca açıklamak gerekirse; Güneş'in önce parlak sonra azalan
durumu, içindeki hidrojenin yanmasıyla ilgili... Hidrojen reaksiyonları
başladıktan sonra yüzey sıcaklığı yavaş yavaş artıyor. Bilindiği gibi Güneş,
günümüz itibarıyla sahip olduğu hidrojenin yarısını yakmış ve bugünkü yapısına
ulaşmış vaziyette. Bu da diğer bir anlatımla ilk dönemine göre azalma demek.
Daha açık bir deyişle tükenişe 4.5 milyar yıl daha var..."
"Bu çalışmanın önemi ise şöyle açıklanabilir. Dünya, Güneş'in en parlak döneminde oluşmuşsa, bu gezegeni meydana getiren maddelerin on binlerce yıl ve binlerce derece sıcaklıkta kalmasıyla, Dünya'nın fiziksel ve kimyasal özelliklerine de doğrudan önemli bir etki yapmasıydı. Tabii aynı yöndeki bir etki, uydumuz Ay için de geçerliydi. O sıralarda yapılması tasarlanan Apollo Ay projesi nedeniyle, bu yüksek sıcaklık etkisi, Ay yolculuğuna çıkacak astronotların karşılaşacakları ortam nedeniyle önemliydi."
"Bilindiği gibi nötrinolar Güneş'in merkezindeki nükleer reaksiyonlar sonucunda ortaya çıkıyor, kütle ile etkileşimi çok zayıftır ve yüksüz bir madde. Bunlar hemen Güneş'in yüzeyine erişip oradan da bize geliyorlar. ABD'de nötrinoların ölçümünü gözlemsel olarak Dr. Davies yapıyordu, biz ise teorik hesaplamalarla ilgiliydik. Kendisi daima bizim hesaplamaların sonuçlarını beklerdi, gözlem sonuçlarıyla karşılaştırmak için, ama ikisi bir türlü örtüşmüyordu. Nötrinolar sorunu bugün de var ve hâlâ teori ile gözlem deneyleri bir türlü uyuşmuyor. Bunun iki açıklaması var, ya Güneş modelini tam oturtamadık ya da nötrinolarda bize gelirken bazı değişimler söz konusu. Çalışmalar sürüyor..."
"Derslerin dışında hemen bilimsel toplantılar düzenledim. I. Ulusal Astronomi toplantısını düzenlediğimde ancak 25 kişi katılabilmişti. Daha önce Türkiye'de bir astronomi derneği vardı, ama bunlar bilimsel toplantılar yapmak yerine, geziler falan düzenliyorlardı. Ama ABD'deki derneklerde hep bilimsel toplantıların yapıldığına tanık oluyordum. Buralarda hep kendi bilimsel çalışmalarımı anlatırdım ve çok ilgi çekerdi. Türkiye'de ise, toplantılar bir yana astrofizik dersi vermek bile kolay değildi, çünkü kimseler yoktu... Ben tek başıma lisans sınıflarının derslerine girer, yetmedi yüksek lisansı da, hep kendim vermek zorunda kalırdım. Ta ki... Birkaç öğrencinin belirli bir seviyeye gelmesine kadar."
"Bu çalışmanın önemi ise şöyle açıklanabilir. Dünya, Güneş'in en parlak döneminde oluşmuşsa, bu gezegeni meydana getiren maddelerin on binlerce yıl ve binlerce derece sıcaklıkta kalmasıyla, Dünya'nın fiziksel ve kimyasal özelliklerine de doğrudan önemli bir etki yapmasıydı. Tabii aynı yöndeki bir etki, uydumuz Ay için de geçerliydi. O sıralarda yapılması tasarlanan Apollo Ay projesi nedeniyle, bu yüksek sıcaklık etkisi, Ay yolculuğuna çıkacak astronotların karşılaşacakları ortam nedeniyle önemliydi."
"Bilindiği gibi nötrinolar Güneş'in merkezindeki nükleer reaksiyonlar sonucunda ortaya çıkıyor, kütle ile etkileşimi çok zayıftır ve yüksüz bir madde. Bunlar hemen Güneş'in yüzeyine erişip oradan da bize geliyorlar. ABD'de nötrinoların ölçümünü gözlemsel olarak Dr. Davies yapıyordu, biz ise teorik hesaplamalarla ilgiliydik. Kendisi daima bizim hesaplamaların sonuçlarını beklerdi, gözlem sonuçlarıyla karşılaştırmak için, ama ikisi bir türlü örtüşmüyordu. Nötrinolar sorunu bugün de var ve hâlâ teori ile gözlem deneyleri bir türlü uyuşmuyor. Bunun iki açıklaması var, ya Güneş modelini tam oturtamadık ya da nötrinolarda bize gelirken bazı değişimler söz konusu. Çalışmalar sürüyor..."
"Derslerin dışında hemen bilimsel toplantılar düzenledim. I. Ulusal Astronomi toplantısını düzenlediğimde ancak 25 kişi katılabilmişti. Daha önce Türkiye'de bir astronomi derneği vardı, ama bunlar bilimsel toplantılar yapmak yerine, geziler falan düzenliyorlardı. Ama ABD'deki derneklerde hep bilimsel toplantıların yapıldığına tanık oluyordum. Buralarda hep kendi bilimsel çalışmalarımı anlatırdım ve çok ilgi çekerdi. Türkiye'de ise, toplantılar bir yana astrofizik dersi vermek bile kolay değildi, çünkü kimseler yoktu... Ben tek başıma lisans sınıflarının derslerine girer, yetmedi yüksek lisansı da, hep kendim vermek zorunda kalırdım. Ta ki... Birkaç öğrencinin belirli bir seviyeye gelmesine kadar."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder