14 Kasım 2017 Salı






Esnediyseniz Yandınız!
O Zaman Cadısınız.


nazanss.blogspot.com




Geçtiğimiz akşam daha önce izlediğim Tatlı Cadı filmini bir kez daha izledim.
Çok eğlendim. Yeni cadıyı Nicole Kidman oynuyordu.

İzleyenler bilirler Tatlı Cadı diye bir dizi vardı yıllar önce…

Samantha cadıydı. Ama öyle anlatıldığı gibi, huysuz, çirkin kötü kalpli bir cadı değil.
Tam tersi çok iyi kalpli, eşine âşık ve biraz yaramaz güzel bir kadının ismi; Samantha Stephens, canlandıran Elizabeth Montgomery’di.
Başına gelmedik bir şey kalmayan eşi; Darrin Stephens, canlandıran Dick York.

O zamanlar bu isimleri hepimiz ezbere bilirdik. Sabırsızlıkla beklerdik Tatlı Cadı’nın yayınlanmasını…

Hepimize hayaller hediye ederdi adeta.

Çoğumuz tatlı cadı biz olsak neler yaparız derdik.

Samantha evlenince cadılığı bırakacağını söylediğinde nerede ise tüm kadınlar:
“OLMAZ” demişlerdi.
Cadılık bırakılır mı?

Gerçi Samantha’da bırakamamıştı. Eşine söz vermişti ama bazı problemleri halledemeyince cadılığa başvuruyordu. Annesi Endora tiplemesi harikaydı. Hala birilerini Endora’ya benzetiriz. Birçok kaynana ismi Endora olarak tanımlanmıştır.
Tabi birde meraklı komşuları vardı ki, inanın oda yaşadığımız bu zamanlara bile ismini komşu tanımında taşımayı başarmıştır.
Meraklı komşu Giadys ve kocası vurdumduymaz Agnis…

Bunlar tatlı olan cadılık kısımları birde acı olan cadılar dan söz etmek istiyorum.

Gerçekte cadılık var mıdır?
Cadı denilince aklımıza kötü amaçları için sihir yapanlar gelmez mi?

Cadılar elbette büyücüdürler.
Bizler cadılardan söz ettiğimizde aklımıza süpürgesinde uçan, sivri burnu olan, siyah pelerinli, sivri başlıklı yaşlı çirkin hatta korkunç kadınlar gelir ve onlar çok tiz sesleri ile bağırırlar, ürkütürler.

Mistisizm’de cadılar için:
“Cadılar; kötüdürler, olumsuz ve yıkıcıdırlar’ deniliyor.

Orta çağda şeytanın uşağı deniliyormuş cadılara. Cadılar aksiliklerin sorumlusu olarak görülmüşler ve engizisyon mahkemelerinde öldürülürlermiş.

Zaman orta çağ…
İnsanlar birçok şeyden korkuyorlar.
Cadılardan da korkuyorlar. Peki, kim bu cadılar?

Savaşlar ve veba salgınlarının, açlığın, sefaletin ağır olduğu bir dönem Orta Çağ. İnsanlar bu olmazlarda vahşileşmişler. Herkes bir başkasını düşman bildiği dönemler.
Eski zamanların büyücüleri ilk başta cadı olarak sıfatlanmışlar.
Oysa büyücüler çok tanrılı dönemlerde bilgin olarak görülürlermiş.

Birçok yerde cadıları kilisenin yarattığını yazıyor.
Efsuncuların da cadı olduğuna inanılıyor. Otacı dediğimiz şifacılarında. Kilise bunu da şöyle bir kendince yakıştırma yapıyor:

Kitab-ı Mukaddes’te, “Efsuncu kadını yaşatmayacaksın” (Çıkış 22:18) hükmü yer alıyor. Aziz Augustine göre, ‘havai güçler’ olan iblisler göklerden aşağı süzülerek kadınlarla cinsel ilişkiye giriyorlardı. İşte cadılar, bu yasak ilişkinin ürünü…(alıntı)

Zamanla o kadar ileri gitmişler ki. Kendilerince cadı saptamalarına başlamışlar.

Eğer vücudunda bir ben yâda doğum lekesi varsa cadısındır.

Cadı olduğuna göre şeytanla işbirliği içindesin, cezalanmalısın.

Yaşlı kadınların olduğu yerlerde salgın çocuk hastalıkları oluyorsa o kadınların cadı olduğu öne sürülüyor ve yakılıyormuş

Daha da komiklerini okudum.

Kilise de ayin sırasında kadın esnediyse yandığının resmidir. Nedeni içindeki cin kutsal sözlerden korktu kaçmak için kadının esnemesini istedi kadın ağzını açtığında da kaçmaya çalıştı.

Bunun gibi onlarca sebepte cadılar tespit ediliyor.
En ağır işkencelere maruz kalıyorlar.
Ağır işkencelerde itirafları bekleniyor.
Şeytanla nasıl işbirliği yapıyor, içindeki cinler ona neleri yaptırıyor?

Engizisyon dini bir kuruluş.
Cadılık kilisenin en korkunç silahı oluyor.
Bu işkenceler, ölümler, bu vicdansızlıklar çok uzun zaman sürüyor.

Sonrasında biranda değişiyor.
Bu defada böyle düşünenlerin şeytanla iş birliği yaptığına inanılıyor.

1606’da Shakespeare’n yazdığı, Machbeth’in üç cadısında:

·       Kayna kazanım kayna yan ateşim yan!
Bir kazana kurt dişi,
·       Yahudi ciğeri, çocuk parmağı, keçi safrası, Türk burnu, Tatar dudağı atıp bebek kanıyla soğutan…

O zamanlarda büyük cadı avı devam ediyormuş.
Burada birkaç alıntıyı aktarmak istiyorum, gerçekten enteresan geldiler bana…

Linç edilen ilk ”cadı”
İskenderiyeli Hypatia, sadece alımlı değil, bilgin ve bilgeydi. Ve erkekler tarafından cadı ilan edildi.

Büyücülere ve falcılara düşmanlık, insanın doğa ile arasına kültür duvarını çekmesiyle birlikte başladı.

Eski Ahit’te Talut’a (Saul) akıl hocalığı eden Endor Cadısı, yazılı kaynaklarda bahsi geçen ilk cadıdır.
İsrailoğulları da, Yehova’dan başka Tanrılar adına gelecekten haber verenleri yakmakla ün kazanmışlardı.

”Cadıları hayatta bırakmayacaksın!”
Eski Ahit/Çıkış (Exodus) 22-17’de yer alan emir, bunun dogmatik bahanesi olmuştu.

Ünlü ”Su sınaması”nın ise daha Hammurabi devrinde Babil’de uygulandığı biliniyor.

Temizliğin simgesi olan suyun pisliğe bulaşmış bir ruhu, içine sindiremeyeceğine inanırdı insanlar
(Daha sonra torunları suların da berbat edebileceğini kanıtladılar).

Buna göre cadı addedilen kişi bağlanarak suya atılır, eğer batmazsa cadı olduğuna hükmedilerek yakılırdı.
Tabii cadı olmadığını ”kanıtlayanlar” arasında boğulup cennete gidenler de vardı.

Bu konuda sayfalar dolusu yazılar var.
Kimden hoşlanmıyorsanız; hapşurdu cadı, burnunu çekti cadı, beni var, dudağı ince, kaşı kalın, bakışları garip, şikâyet edin.

Nasıl olsa onun kendini savunma hakkı yok.
Direk gittiğinizin hatta yandığınızın resmidir.

Yazık o zamanda korku içinde yaşanmış hayatlara.
Yazık onlara bu acımasızlığı yaşatan iblislere…

Bu dünya yalan dünya.
Bu dünyanın öbür dünyası var, nasıl hesap verecekler acaba…

Nazan Şara Şatana

nazanss.blogspot.com


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder