Fatih Sultan Mehmet
nazanss.blogspot.com
TOPKAPI ŞİFRESİ
Kitabımda özellikle Fatih
sultan Mehmet hakkında bilmediklerimi araştırdım. Bildiklerime ilaveler yaptım.
Bu yazı dizimde sizlere
Fatih Sultan Mehmet’i anlatmak istedim.
Benim son yazdığım kitabım;
Topkapı Şifresi’nde Fatih Sultan Mehmet’in soyundan gelen, halen Paris’te
ikamet eden bir şehzadenin İstanbul’a gelip,
Topkapı Şifresini aramasını
yazdım.
Bu kitabı yazarken çok uzun
araştırmalar yaptım. Ünlü tarihçilerle görüştüm, onların kitaplarından
yararlandım. Birçok üniversitenin tarih bölümündeki saygı değer hocalar bana
yardım ettiler. Birçok yazarların yazdıklarından alıntılar yaptım.
Benim derdim Fatih Sultan
Mehmet’i tanımaktı.
Onun İstanbul’u aldığını
biliyorduk.
Hatta gemilerini karadan
yürüttüğünü de biliyorduk.
Birde çağ açıp çağ
kapattığında…
Peki, bu kadar önemli bir
zatın başka nelerini biliyorduk. Ben araştırdığım zaman bilmediğim çok şeyini
öğrendim. İzin verirseniz, ilgi gösterirseniz, sizlerinde bilmesi için seri
olarak Fatih Sultan Mehmet’i anlatmak istedim size…
Fatih Sultan Mehmet’i
okudukça, araştırdıkça inanamıyorsunuz. Benim zaten inanmakta zorlandığım o
kadar çok konu varki.
Büyük sultana da inanmak
zor, onun mucizelerini
Okuyunca şaşırmamak mümkün
değil…
Sizlere Fatih Sultan Mehmet’i
sırasıyla anlatacağım.
&
İstanbul fethinin sebepleri;
Bizans'ın, Osmanlı Devleti'nin,
Rumeli'deki ilerlemesine ve büyümesine
engel olması…
Bizans'ın Anadolu beyliklerini Osmanlı Devleti'ne karşı kışkırtarak
Bizans'ın Anadolu beyliklerini Osmanlı Devleti'ne karşı kışkırtarak
Anadolu'daki Türk birliğini bozmaya çalışması…
Bizans'ın Osmanlı şehzadelerini kışkırtarak Osmanlı,
Bizans'ın Osmanlı şehzadelerini kışkırtarak Osmanlı,
Devleti'nde taht kavgalarına neden
olması…
Bizans'ın, Avrupa-Hıristiyan dünyasını kışkırtıp,
Bizans'ın, Avrupa-Hıristiyan dünyasını kışkırtıp,
Haçlı Seferleri’ne zemin hazırlaması…
Anadolu ve Rumeli toprakları arasındaki bağlantının sağlanabilmesi içi,
Anadolu ve Rumeli toprakları arasındaki bağlantının sağlanabilmesi içi,
İstanbul'un alınmasının gerekmesi…
İpek Yolu'nun Avrupa'ya açılan koluna hâkim olmak…
Kara ve deniz ticareti bakımından İstanbul'un önemli bir konuma sahip olması…
Boğazlar yolu ile ekonomik canlılığın mevcudiyeti
Anadolu ve Rumeli arasındaki askeri geçişin kolaylaştırılmak istenmesi
II. Mehmet’in, Hz. Muhammed'in;
İpek Yolu'nun Avrupa'ya açılan koluna hâkim olmak…
Kara ve deniz ticareti bakımından İstanbul'un önemli bir konuma sahip olması…
Boğazlar yolu ile ekonomik canlılığın mevcudiyeti
Anadolu ve Rumeli arasındaki askeri geçişin kolaylaştırılmak istenmesi
II. Mehmet’in, Hz. Muhammed'in;
‘İstanbul elbet feth olunacaktır. Ne
güzel kumandandır o kumandan ve
ne güzeldir o askerler" hadisine layık olabilme düşüncesi… İstanbul'un işgalinin, dünyada ve Anadolu'da yarattığı etkiler;
ne güzeldir o askerler" hadisine layık olabilme düşüncesi… İstanbul'un işgalinin, dünyada ve Anadolu'da yarattığı etkiler;
&
İç
sonuçlar;
O zamana kadar sadece bir devlet olan Osmanlı, artık bir imparatorluk
haline gelmişti. Anadolu ve Balkanlar arasındaki geçişlerde bir engel olan,1000
yıllık Bizans yıkılmış, arada engel kalmamıştı. Birçok kere Osmanlı
şehzadelerini ve Avrupa ülkelerini kışkırtan, Bizans artık bunu yapamayacaktı.
Müslüman dünyasındaOsmanlı Devleti daha saygın bir hale gelmişti. Kumandan,
Fatih Sultan Mehmed olmuş ve peygamberinin övgüsünü almıştı.
Dış
sonuçlar;
Avrupa ve Balkan devletlerinin Osmanlı'yı Balkanlar'dan atma çabaları
sonuçsuz kalmıştı. İstanbul'dan İtalya'ya kaçan sanatkârlar ve bilim adamları,
Rönesans ve reform hareketlerini hızlandırmışlardı.
Dünyanın en büyük imparatorluğundan olan Doğu Roma İmparatorluğu tamamen
yok olmuştu. Orta Çağ kapanıp Yeni Çağ başlamıştı.
Ticaret yollarının birer - birer Türklerin eline geçmesi Avrupalıları
yeni ticaret yolları bulmaya zorladı ve coğrafi keşifler ortaya çıktı. Büyük ve
kalın surların toplarla yıkılabileceğini göre Avrupa, bu yöntemi derebeylikler
üzerinde denemiştir. Böylelikle küçük derebeylikler yıkılıp yerine büyük
krallıklar kurulmuştur. İstanbul'dan ayrılan Bizanslı bilginler, Avrupa'da
Reform hareketlerini başlatmışlardır.
Kur’an-ı Kerim’de ‘el-Fetih ‘ diye isimlendirilmiş surede;
(Kuran’ın 48. suresi)
'Biz sana apaçık bir fethi müyesser kıldık.
Senin önündeki engelleri ardına kadar açtık...
Ve Allah sana pek soylu bir zafer ihsan etti'
‘İstanbul
muhakkak feth olunacaktır. Bunu gerçekleştirecek ordunun kumandanı
Ne mutlu
kumandan ve askeri ne mutlu askerdir.’
Hazreti
Muhammet
&
Fatih Sultan
Mehmet – Mehmed-i sani, lakabı el - Fatih
Kur’an-ı Kerim’de ‘el-Fetih ‘ diye isimlendirilmiş
surede;
(Kuran’ın 48. suresi)
'Biz sana apaçık bir fethi müyesser kıldık.
Senin önündeki engelleri ardına kadar açtık...
Ve Allah sana pek soylu bir zafer ihsan etti'
محمد الثانى
&
Atatürk; 28 Aralık 1919’da yaptığı
konuşmada, Osmanlı'nın hoşgörüsünden ve yabancı unsurların inanç ve âdetlerine
saygısından söz etmiş,
“Başka dinlere
saygılı tek millet biziz. Fatih İstanbul'da bulduğu dini ve milli teşkilatı
olduğu gibi bıraktı. Rum Patriği, Bulgar Eksarhı, Ermeni Katoğikos'u gibi Hıristiyan
dinî reisleri imtiyaz sahibi oldu. Kendilerine her türlü serbesti bahşedildi. İstanbul'un fethinden beri, Müslüman olmayanların mazhar
bulundukları bu geniş imtiyazlar, Milletimizin
dinen ve siyaseten dünyanın, en
müsaadekâr ve civanmert bir milleti olduğunu ispat eder.”
Atatürk’ün,
Eskişehir'de yaptığı konuşmada;
“Fatih’in İstanbul'u
fethederek Doğu Roma'yı tevarüs ettiğini
söyleyen Mustafa Kemal Paşa, Onun ikinci
amacının Roma'yı almak ve Batı Roma
İmparatorluğu'nun da tacını başına koymak olduğunu söyler.
“Birçok
fetih yapan Fatih'in esas sorunu, dış politikada güçlü olmak için iç politikada
da güçlü olmaktır.
Avrupa'yı
istilaya kalkan Fatih'in bu politikası, Atatürk'e göre;
“Çok akilâne ve müdebbirâne’dir.
“İstanbul’u alan büyük Fatih, bu azametli, kudretli padişah hakikaten bütün, İslam dünyasının, bütün Türk dünyasının
hakkıyla istifade edebileceği bir
zattır.
Bütün cihanın büyüklüğünü takdir edebileceği şahsiyettir.
“Fatih Sultan Mehmed, Bosna'yı
fethettiği zaman Osmanlı devlet politikasının sonucu olarak bölge halkına Dini
serbestiyest getirmiştir.
II. Murat
oğlu Fatih Sultan Mehmet’e şöyle nasihat ve vasiyet eder. Bu dünyada üç türlü
insan vardır. Birincisi şudur; Akıl ve fikirleri yerinde geleceği az çok gören
ve düşünen, hiçbir olumsuzluğu olmayan kimselerdir. İkincisi
şudur; Yolların doğru veya eğri olup olmadığını bilmekten uzak kimselerdir. Ama
bu durum kendi istekleri ile değil, çevrenin etkisi ile düşmüşlerdir. Nasihat
edildiğinde kafaları alır ve kabul eder. Söz dinlerler, çoğu zaman, duyup
işittiklerine uyarak yaşarlar.
Üçüncüsü
ise şudur; Ne kendileri bir şeyden haberdardırlar ve ne de yapılan ikazlara,
nasihatlere kulak asarlar. Sadece kendi istek ve arzularına uyar ve her şeyi
bildiklerini sanırlar. Bunlar, diğerlerinden daha tehlikeli ve alçaktırlar.
Ey oğul, Yüce Allah, eğer seni ilk sırada
saydığım özellikteki kişiler arasında yaratmışsa, çok sevinirim. İlkinden değil
de ikinciler gibi isen sana yapılan nasihatlere kulak vermeni tavsiye ederim.
Sakın, üçüncü guruba dâhil olmayasın. Onlar Allah’a ve insanlara karşı iyi bir
durumda değildirler. Hükümdarlar, elinde terazi tutmuş bir kimseye benzerler.
Sen hükümdar olunca teraziyi doğru tutmanı isterim. O zaman Allah’ta senin
iyiliği arzular.”
&
Fatih Sultan
Mehmet’in, Latin papazlarına verdiği ferman suretinde;
Nişanı-ı hümayun şu ki;
Nişanı-ı hümayun şu ki;
“Ben ki Sultan
Mehmed Han'ım. Üst ve alt tabakada bulunan bütün halk tarafından şu şekilde bilinsin
ki, bu fermanı taşıyan Bosna rahiplerine lütufta bulunup şu hususları
buyurdum. Söz konusu rahiplere ve kiliselerine hiç kimse tarafından engel
olunmayıp rahatsızlık verilmeyecektir. Bunlardan gerek ihtiyatsızca memleketimde duranlara
ve gerekse kaçanlara emn ü aman olsun ki, Memleketimize gelip korkusuzca sakin
olsunlar ve kiliselerinde yerleşsinler; Ne ben, ne vezirlerim ne de halkım tarafından hiç
kimse bunlara herhangi bir şekilde karışıp incitmeyecektir. Kendilerine,
canlarına, mallarına, kiliselerine ve dışardan memleketimize getirecekleri
kimselere yeri ve göğü yaratana Allah hakkı için, Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.) hakkı
için. Yedi
Mushaf hakkı için, yüz yirmi
dört bin peygamber hakkı için ve kuşandığım kılıç için en ağır yemin ile yemin ederim ki… Yukarda belirtilen hususlara söz konusu
rahipler benim hizmetime ve benim emrime itaatkâr oldukları
sürece hiç kimse tarafından muhalefet edilmeyecektir…
&
Bu ferman
suretinde de görüldüğü gibi azınlıklar tam bir hürriyet ortamı içinde
hayatlarını sürdürmüşlerdir.
“Sultan
Mehmed; Çok az gülerdi. Zekâsı, daimî bir çalışma hâlindeydi. Çok cömertti. Her
seçtiği hedeflere erişmek için çok ısrar ederdi. Soğuğa,
sıcağa, açlığa, susuzluğa tahammüllüydü. Kesin konuşur, kimseden çekinmezdi. Zevk
ve sefadan uzaktı. Türkçe, Yunanca ve Sırpçayı çok iyi konuşurdu. Her gün bir
müddet okurdu. Roma tarihî, başka devletler tarihî, Laerce, Tite-Live, Herodot,
Quinte-Curce, Papaların, Alman İmparatorları ile Fransa ve Lombardiya
krallarının vakaları okuduğu tarihler arasındaydı. Avrupa’daki bütün devletleri
tanırdı. Özellikle İtalya’nın coğrafyasını en ince noktasına kadar bilirdi ve
bir Avrupa haritasını yanından ayırmazdı. Askerî ve coğrafî
ilimlerle isteyerek meşgul olur, araştırmalar, incelemeler yapardı. Tabiiyeti
altında bulunan ülkelerin âdet ve şartlarını devletin ve bölgenin menfaatlerine
kullanmakta maharetliydi.”
Fetih sırasında İstanbul’da bulunan İtalyan Zorzo
Dolfin…
Sultan Mehmet;
İnce
yüzlü, ortadan fazla uzun boylu, silâhlar kuşanmış, asil tavırlı, devamlı
öğrenmek ihtirası ile yanan, cömert ve iyi kalpli, gayelerine ulaşmakta inatçı
bir hükümdardı. En çok harp sanatına meraklıydı. Her şeyi öğrenmek isteyen zeki
bir araştırmacıydı. Sefahat düşkünlüğü olmayıp, kötü âdetleri yoktu.
Harem dairesinde çok az vakit geçirirdi. Nefsine hâkim ve uyanıktı. Her şarta tahammül
gösterebilirdi ve bir cihan devleti peşindeydi.
İtalyan tarihçi Langusto
İtalyan tarihçi Langusto
Türk
dünyası için Fatih günümüze kadar, bütün imparatorların en büyüğü olup, beşer
tarihînde başka her hangi bir şahsın kendisiyle mukayese edilmesi zordur. O
Türk milletine, bütün tarihînin en harikulâde ve en yaklaşılması gayr-i kabil
şahsiyet olarak takdim edilmiştir. Batı
âleminin mukadderatı, Fatih Sultan Mehmet’in görünmesiyle sarih bir şekilde
işaretlenmiştir. Kudretli şahsiyeti, büyük Avrupa sahalarının dış görünüşünü
derinden değiştirmiştir. Ortaçağdan çıkarken insanları ve dünyayı görüş
tarzında, Fatih’in şahsiyeti, zekâları tesir altında bırakmıştır."
Alman müsteşrik Franz Babinger.
Alman müsteşrik Franz Babinger.
İstanbul'un
fethinin Türk tarihi açısından sonuçları…
Osmanlı
Devleti'nin Kuruluş Dönemi bitti, Yükseliş Dönemi başladı. İstanbul'un Fethi
ile Osmanlı Devleti'nin Anadolu ve Rumeli toprakları arasındaki Bizans'ın
yarattığı tehlike ortadan kalktı. İstanbul'un Fethi ile Karadeniz'i Akdeniz'e
bağlayan ticaret yolları ele geçirildi. İpek Yolu'nun Avrupa'ya giden kolu ele
geçirildi. İstanbul, Osmanlı Devleti'nin başkenti yapıldı ve II. Mehmed ülke
alan, ülke açan anlamına gelen 'Fatih' unvanını aldı. Ayrıca kendisini
Bizans'ın resmi ve meşru tek ardılı ilan ederek Sezar - Kayser (Ceasar)
unvanını da aldı. Osmanlı Devleti'nin İslâm Dünyası'ndaki saygınlığı arttı.
Fener Rum Patrikhanesi Osmanlı himayesine girdi.
İstanbul'un
fethinin dünya tarihi açısından sonuçları…
İstanbul'un Fethi ile Orta Çağ
kapanıp, Yeni Çağ açıldı. İstanbul'un Fethi sırasında kullanılan büyük
topların, en güçlü surları bile yıkabileceği görüldü. Bu denli güçlü topların
yapılması, Avrupa'daki 'derebeyliklerin yıkılmasına ve merkeziyetçi
krallıkların güçlenmesine neden oldu.
İstanbul'un Fethi ile İpek Yolu'nun;
Orta
Asya'dan Avrupa'ya giden kolunun Osmanlı Devleti'nin eline geçmesi,
Avrupalıları
yeni ticaret yolları arayışına yöneltti.
Bu olay
‘Coğrafi Keşiflerin nedenlerinden birini oluşturdu.
stanbul'un
Fethinden sonra İtalya'ya giden bilim adamları, orada eski Yunan ve Roma
eserlerini inceleyerek, ‘Rönesans'ın başlamasına katkıda bulundular.
Yeryüzünde bin
yıldan fazla hüküm süren
Bizans
İmparatorluğu'nun doğudaki son parçası Constantinople'yi alması,
Sultan 2.
Mehmet’e henüz 21 yaşında Fatih (the Conqueor) unvanını kazandırmıştı.
Dünyayı
değiştiren bu olay,
Osmanlı
halkında ve sosyal yaşantıda da önemli değişimlere –
Gelişimlere
ön ayak olacaktı.
İstanbul’un fethi;
Osmanlıların
metropoliten Bizans kültürü ile tanışmaları ve etkileşimde bulunmaları
suretiyle,
Birçok
anlamda ufuklarının genişlemesini sağlayacaktı.
İşte tam bu
noktada Sultan 2.Mehmed ikinci ipucuyla ortaya çıkmaktadır;
Rönesans
sanatçılarına gönderdiği davet mektupları!
Sultan,
ganimet olarak ele geçirilen Bizans İmparatorluğu’nun bilgi ve belgelerinin
incelenmesi sırasında, imparator John 8. Palaeologus’un çehresinin madalyon
üzerine işlendiği birtakım eserlerle karşılaşmıştır.
Hayran
kaldığı bu eserlerde kendisinin de temsil edilmesini isteyen sultan,
İtalya’ya
gönderdiği mektuplarda;
Bu
sanatçıları, patronize edildikleri krallardan,
Osmanlı
ülkesine göndermelerini buyurmuştur.
Nihayet Costanzo
Di Moysis, Napoli Kralı Ferdinand tarafından kesin olarak bilinmeyen bir
tarihte İstanbul’a gönderilmiştir.
Böylece
Sultan Fatih, madalyon
Üzerinde
temsil edilen ilk ve tek Müslüman Hükümdar oluyordu.
Sultan ikinci
Mehmet henüz yedi yaşlarında iken hocası Molla Ak Şemseddin kulağına eğildi ve
başarının en önemli kuralını fısıldadı.
“Hedefini
tespit etmelisin.”
Önce hedef
belirlendi.
“Konstantiniyye
mutlaka fethedilecektir.”
Akşemseddin
hedef tespitinden sonrasını da söyledi.
“Dağ ne
kadar büyük olursa olsun, yol onun üzerinden geçer. Sen dağ olmaya heveslenme,
asla gururlanma, yol ol ki her kes senin üzerinden geçerken, sen dağların bile
üzerinden geçesin.”
“Hocam ya
şartlar elverişli olmazsa!”
“Şartlara
teslim olmazsan şartlar değişir, ana teslim olurlar. Çok çalışır, çok dua eder
ve çok istersen Allah’ın rahmeti tecelli ede, rahmet tecelli ettiğinde nice
olmazlar tahakkuk eder.”
Ve günü
gelince, çocuk yaşına bakmadan Bizans’ın fethini düşünmeye başladı.
Çandarlı Halil Paşa, gencecik padişahın niyetini duyar duymaz telaşlandı. Sadrazamdı. Sadrazam olarak genç padişaha yol göstermek gibi bir sorumluluğu vardı. Bu çocuk (Padişah) bir çocukluk edip Bizans’ın üzerine yürümeye kalkarsa, alimallah Osmanlı mülkü pâymâl olabilir, hatta elden gidebilirdi. Ümmet-i Muhammed’i bir aceminin acemiliğine kurban etmeyecekti. İkaz görevini yapacak, kelle pahasına olsa bile Padişahı bu maceradan vazgeçirecekti. Bir gün hışımla genç padişahın huzuruna girdi ve selamı bile unutup sordu.
Çandarlı Halil Paşa, gencecik padişahın niyetini duyar duymaz telaşlandı. Sadrazamdı. Sadrazam olarak genç padişaha yol göstermek gibi bir sorumluluğu vardı. Bu çocuk (Padişah) bir çocukluk edip Bizans’ın üzerine yürümeye kalkarsa, alimallah Osmanlı mülkü pâymâl olabilir, hatta elden gidebilirdi. Ümmet-i Muhammed’i bir aceminin acemiliğine kurban etmeyecekti. İkaz görevini yapacak, kelle pahasına olsa bile Padişahı bu maceradan vazgeçirecekti. Bir gün hışımla genç padişahın huzuruna girdi ve selamı bile unutup sordu.
“Sen ümmet-i
Muhammed’i hisar önünde telef etmek mi istersün?”
Genç Hünkâr,
baba yadigârı Sadrazamının öfkelenmesinin sebebini az çok tahmin etmişti. Fakat
ağzından duymak istiyordu;
“Kangi
sebepten ümmet telef olubdur koca vezirum?”
“Bizans’ı
feth itmeğe and virmişsün. Ümmetun telefatine başkaca sebep ne lâzım?”
“Beli, and
virdük. Ya biz Bizans’ı, ya Bizans bizi alacak dedük!
Bir mahzuru
mu var?”
“Elbette!”
Diye cevap
verdi Sadrazam, konuşurken uzunca sakalı titriyordu:
“Elbette ki
mahzuru var, olmayacak duadır ki, akl-ı selim olmayacak duaya hiç bir vakit
âmin dimez.”
Sultan
İkinci Mehmed gülümsedi:
“Kangi duayı
kabul edeceğini ancak Hak Teâlâ bilür. Biz sadece arzımızı yapar hükm-i İlâhiyi
bekleriz.”
Kalktı,
Sadrazamına doğru birkaç küçük adım attı. Gözlerine baktı:
“Her daim
demez misin ki, kul kısmı gaza yolunda elinden geleni yapmakla mükelleftir. Biz
dahi muştunun (fetih müjdesinin) tahakkuku cihetinde say edeceğiz. İnşallah-ü
Teâlâ fetih mukarrerdir.”
“Nereden
belli ki?”
“Doğru,
henüz belli değil. Zaten teşebbüs olmadan tahakkuk olmaz. Biz dahi teşebbüs
üzereyiz.”
Koca
Sadrazamın aklı bu işe bir türlü yatmıyordu. İkna olmamıştı.
“Baban
alamadı, ondan öncekiler de alamamıştı, sen nasıl alacaksın?”
Dedi
hafiften alaycı. Genç hükümdar hışımla pencereye döndü. Bir süre yeniçerilerin
koşturmasını seyretti. Onlar fethe inanıyordu. Ama yaşlı Sadrazamını henüz
inandıramamıştı. Yüreğine ince bir sızı girdi. Bir an için endişelendi. Ne de
olsa yaşlı Sadrazamın müthiş bir tecrübe birikimi vardı. Onbeş yaşından beri
devlet hizmetindeydi. Kendisi ise onbeş yaşını geçeli ancak birkaç yıl olmuştu.
Bu açıdan şartlar aleyhine görünüyordu. Fakat şartlara teslim olmayacaktı.
Çandarlı’ya döndü:
“Bak a
vezirim”
Diye söze
başladı, öfkesini tereddüdüne sarıp yutkunarak;
“Ben ne
babama benzerim, ne babamdan öncekilere. Şimdiki zaman başkaca zamandır.
Çaresi yok
fetih olacak.”
İhtiyar
Sadrazam, tezini savunma kararlılığı içinde tek geri adım atmadı:
“O zaman bil
ki, bunun mesuliyeti tamimiyle sana aittir, çünkü akıbeti hayır görmüyorum.
Bizans İmparatoru unvanını alayım derken, korkarım padişahlıktan da olacaksın.
Bu ne hırs!”
Padişah ilk
defa öfkelendi:
“Hırs değil
iman!”
Diye
bağırdı,
“Dedik ya
biz onu, ya o bizi! Hakikatli hükümdar olmanın başkaca çaresi yoktur.”
“Elinde
olanla yetinsene…”
“Elimdekiyle
yetinirsem elimde olan da gider Çandarlı, ne belledin. Zirvede durulmaz, ya
devamlı tırmanırsınız, ya da aşağı kayarsınız. Ben gencim, tırmanacağım.”
Çandarlı
çıkmak için toparlanırken;
“Ben
söylemiş olayım, Hak Teâlâ ve kulu nezdinde mesuliyetten kurtulayım da, sen
yine ne ki istersen yap, padişah sensin.”
“Şükür olsun
biz padişah-ı cihanız ve Kostantiniyye’yi feth edeceğiz.”
“İmkânsız”
Diye dudak
büzdü Çandarlı Halil Paşa.
“Neden koca
vezir?”
“Çünkü
surlar çok muhkemdir, muhkem surları yıkacak cesamette (büyüklükte) topumuz
yoktur.”
Genç
hükümdarın karşısına yine şartlar ve sebepler çıkmıştı. Ak Şemseddin Hoca’nın
sözlerini hatırladı. Gülümseyerek sordu.
“Surları
yıkacak toplar günün birinde yapılacak mı?”
“Evet”
Dedi
Sadrazam,
“Günün
birinde her hal yapılır.”
Genç
hükümdar kükredi:
“İşte bu gün
o gündür vezirim! Topları kullanarak surları tarumar edecek Padişah da karşında
duruyor.”
Ne demişti
Ak Hoca:
“Şartlara
teslim olmazsan şartlar değişir, sana teslim olurlar. Çok çalışır, çok dua eder
ve çok istersen Allah’ın rahmeti tecelli eder, rahmet tecelli ettiğinde nice
olmazlar tahakkuk eder. (gerçekleşir)”
Şartlar
değişti, Bizans teslim oldu, çünkü rahmet inmişti. Bakın nasıl? Bizans
İmparatoru Konstantin Dragazes’in hizmetinde Macar asıllı bir top dökümcüsü
(mühendis diyebiliriz) vardı. Urban Usta. Tam o sırada, İmparatorla arasında
küçük bir ücret anlaşmazlığı oldu. Bu yüzden Urban Usta pılısını-pırtısını
topladı ve Edirne’ye gitti. Padişah’la görüşmek istedi. Topçu olduğunu
söyleyince, Padişahın bu işle çok ilgilendiği bilindiğinden, hemen huzuruna
çıkardılar. Urban Usta yanında getirdiği plânları Padişahın önüne koydu.
“Bunlar”
dedi Bizans’ı koruyan surların plânıdır, tarafımdan en zayıf noktalar tespit
edilmiş ve işaretlenmiştir.” Ardından başka bir deri heybe açtı.
“Bunlar da
işaretlenmiş yerleri yıkacak kuvvette gülleler atabilen topların plânlarıdır.
Bana imkân ve fırsat verirseniz sizin için bu topları dökerim. Siz de surları
yerle bir edersiniz.”
Fatih Sultan Mehmet’in kimliği,
Kişiliği ve
yetişme tarzı üzerinde dikkatle durmak lâzım. Öncelikle belirtmeliyim ki,
Sultan İkinci Mehmet’in doğduğu dünyada, bir fatihin yetişmesi için gerekli
maddi-manevi tüm şartlar hazırdı. Osman oğlu’nun elinde, Malazgirt zaferinden
itibaren oluşan aynı kıble eksenli, Kur'an orijinli insan kaynakları vardı.
Mesela hocaları; Molla Gürani,
Ak
Şemseddin, Molla Hüsrev, cevherlerin aynı dönemi paylaşmalarına pek nadir şahit
olmuştur. Bu bilim ve yürek adamları ise sadece aynı dönemi paylaşmakla
kalmamış, aynı çocuğu aynı anda beslemek gibi İlâhî bir tevafukun unsuru
olmuşlardır. Fatih Sultan Mehmet “Amanname-hak ve özgürlükler belgesi”
yayınladı… Altında Sadrazam olarak Zağanos Paşa’nın;
“Elfakir
Zağanos”
Üstünde ise
Fatih’in tuğrası bulunan
“Amanname”
“Biz ki,
emir-i azam Sultan-ı muazzam Murad Han oğlu padişah-ı muazzam ve emiri azam
Sultan Muhammed Han’ız! Yerleri ve gökleri yaratan Allah adına, büyük
Peygamber’imiz, Muhammed Mustafa Aleyhimüsselâm adına, yüce kitabımız Kur’an-ı
Azimüşşan adına, Allah’ın yüz yirmi dört bin peygamberi adına, büyük babamız,
babamız ve oğullarımız adına, kuşandığımız kılıç adına yemin ederiz ki...”
Diye
başlıyor, Fatih Sultan Mehmed, inanmayan, ayrı dinden, ayrı dilden, ayrı kılık
kıyafetten, üstelik birkaç gün öncesine kadar kılıç kılıca savaştığı bir halka,
bugün bile ulaşmaya çalıştığımız bazı temel hak ve özgürlükler bahşediyor.
“Amanname”siyle,
Fatih’in, Hıristiyan halka verdiği hak ve özgürlükleri beş ana maddede
özetleyebiliriz; İnanç özgürlüğü, ibadet özgürlüğü, kıyafet özgürlüğü, seyahat
özgürlüğü, ticaret özgürlüğü.
Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u fethettikten sonra,
Avrupa’da fütuhata devam ediyordu. Bir seferinde Sırbistan hududuna gelmiş ve
Sırbistan'ın fethi artık an meselesi idi. Sırp Kralı Brankoviç bir yanda
Macaristan bir yanda da Türkler olduğu için arada zor durumda kalmıştı. Her iki
büyük devletten birine sığınmak, ondan yardım istemek düşüncesiyle, her iki
tarafa da elçiler gönderdi.
“Sırbistan elinize geçer ve burayı fethederseniz nasıl muamele edeceksiniz?” diye fikirlerini öğrenmek istedi. Sırplılar Ortodoks mezhebine mensup olduklarından, Katolik Macar Kralı Hünyad tarafından şu cevabı aldı:
“Sırbistan elinize geçer ve burayı fethederseniz nasıl muamele edeceksiniz?” diye fikirlerini öğrenmek istedi. Sırplılar Ortodoks mezhebine mensup olduklarından, Katolik Macar Kralı Hünyad tarafından şu cevabı aldı:
“Eğer Sırbistan bizim elimize geçer ve biz oraları istilâ edersek, bütün Sırplıları Katolik edinceye kadar mücadele ederiz ve bütün kiliseleri yıkar, yerlerine Katolik kilisesi inşa ederiz...”
Fatih Sultan Mehmet Hazretlerine giden elçi şu cevapla dönmüştü:
“Biz Sırbistan'ı alırsak, İslâmiyet’in Allah indinde tek din olduğunu ilân ederiz. Ve bu arada hiç kimseyi, kendi dininden dönmeye zorlamayız. İsteyen eski dininin icabı olan kiliseye gider, isteyen Allah indinde tek din olan İslâmiyet’i seçer, dünya ve ahiret selâmetine kavuşur.”
&
Fatih
Sultan Mehmet’in sözleri;
Ölüm, sevgiliyi sevgiliye kavuşduran bir
köprüdür. Mezardakilerin pişman
olduğu şeyler için dünyadakiler birbirlerini yiyor. Allahü teâlânın dinini, Allahü teâlânın
kullarının ayaklarına kadar götürmek, ne büyük zevktir. İnsan seveceği kimseyi iyi seçmeli, ona göre
sevmeli. Kim olduğun değil,
kiminle olduğun önemlidir. Salihlerin
ismi anılan yere rahmet-i ilahi yağar. İnsan rabbini tanıdığı kadar insandır.
&
Fatih Sultan
Mehmet İstanbul’u fethetme plânları yapıyordu. Daha henüz 21 yaşında bulunan
hükümdar, İstanbul’un fethine girişmeden önce, halkını imtihan etmek istemişti.
Sabahın erken saatlerinde tebdili kıyafet ederek, Osmanlı’nın başşehri olan
Edirne’de çarşıya çıktı. Çarşının bir tarafından girip, alış veriş yapmaya
başladı. Birinci dükkâna varıp bir şey aldı. İkinci bir şey istediğinde dükkân
sahibi vermedi. Fatih’i tanımıyordu dükkân sahibi. Fatih, mal olduğu halde
neden vermediğini sordu. Adam;
“Ben sana bir şey satmakla sabah siftahımı yapmış oldum, ikinci alacağını
da karşıdaki dükkândan al. Çünkü o henüz siftah etmemiştir.” Dedi.
Fatih memnun olmuştu. Öbürüne vardı, bir miktar mal aldı... İkincisini
istediğinde o da vermeyip komşu dükkâna gönderdi. Fatih koca çarşıyı baştan
sona kadar dolaştı... Hepsinde aynı olayla karşılaşmıştı. Aldıkları erzakı,
medresede ilim tahsil eden talebelere gönderdi, kendisi de saraya gelip Allah’a
şükür secdesine kapandı ve şöyle dedi;
‘Ya Rabbi sana hamdolsun... Bana böyle birbirini düşünen millet ihsan
ettin. Ben bu milletimle değil
Bizans’ı, dünyayı bile fethederim.’
Fatih Sultan
Mehmet
—Fatih Sultan
Mehmed padişah, olduktan sonra ilk iş olarak, devamlı ayaklanma çıkaran
Karamanoğlu Beyliğine karşı sefere çıktı. Karamanoğlu İbrahim Bey af diledi.
Fatih İstanbul'un fethini düşündüğü için onu bağışladı.
—Fatih
Sultan Mehmed, büyük gayesini gerçekleştirmek için, Macarlara, Sırplara ve
Bizanslılara karşı yumuşak davranıyordu. Amacı Haçlıların birleşmesini önlemek,
onları tahrik etmemek ve zaman kazanmaktı.
—Bin yıllık
tarihinin sonuna gelmiş olan Bizans küçüle - küçüle sadece İstanbul şehrinin
sınırları içinde hüküm süren bir devlet durumuna düşmüştü. Ancak buna rağmen
Bizans'ın varlığı, Balkanlardaki Türk hâkimiyeti açısından tehlikeli oluyordu.
—Bizans
İmparatorları, Anadolu'daki çeşitli siyasi güçleri de Osmanlı aleyhine
kışkırtmaktan geri kalmıyorlardı. Hatta zaman - zaman Osmanlı şehzadeleri
arasındaki taht kavgalarına karışıp devletin iç düzenini bozuyorlardı.
—İstanbul’un
Osmanlı Devleti'nin hâkimiyeti altında girmesi, ticari ve kültürel yönden
önemli bir avantajın daha ele geçirilmesi demekti. Boğazlar tam anlamıyla
kontrol altına alınacak ve bu sayede, Karadeniz ticaret yolları ele geçirilmiş
olacaktı.
—Karamanoğluları
meselesini çözen Fatih Sultan Mehmed, İstanbul'un fethi için gerekli
hazırlıklara başladı. Devrin mühendislerinden Muslihiddin, Saruca Sekban ile
Osmanlılara sığınan Macar Urban Edirne'de top dökümü işiyle görevlendirildi.
‘Şahi’ adı verilen bu topların yanında, tekerlekli kuleler ve aşırtma
güllelerin üretilmesi (havan topu) yapılan hazırlıklar arasındaydı.
—Yaptırılan
bu büyük toplar İstanbul'un fethedilmesinde önemli rol oynadı. Yıldırım
Bayezid'in İstanbul kuşatması sırasında yaptırdığı Anadolu Hisarının karşısına,
Rumeli Hisarı (Boğazkesen) inşa edildi.
—Bu sayede
Boğazlar'ın kontrolü sağlanacak, deniz yoluyla gelebilecek yardımlara karşı
tedbir alınmış olacaktı. 400 parçadan oluşan bir donanma inşa edildi. Turhan
Bey komutasındaki bir Osmanlı donanması Mora'ya gönderildi ve İstanbul'a yardım
gelmesi engellendi.
—Eflak ve
Sırbistan ile var olan barış antlaşmaları yenilendi. Macarlarla da üç yıllık
bir antlaşma yapıldı. Osmanlıların bu hazırlıkları karşısında, Bizanslılar da
boş durmuyordu. Surlar sağlamlaştırılıyor ve şehre yiyecek depolanıyordu.
—Ayrıca
Bizans İmparatoru Konstantin, Haliç'e bir zincir gerdirerek, buradan gelecek
tehlikeyi önlemeye çalıştı. Aynı zamanda Haçlı dünyasından yardım isteniyor,
Papa ise yapacağı yardım karşısında Katolik ve Ortodoks kiliselerinin
birleştirilmesini istiyordu. Ancak Katoliklerden nefret eden Ortodoks Rumlar,
Roma kilisesine bağlanmak istemiyor, ‘İstanbul'da Kardinal Külahı görmektense,
Türk sarığı görmeye razıyız’ diyorlardı.
—Fatih
Sultan Mehmed, hazırlıklar tamamlandıktan sonra, Bizans İmparatoru Konstantin'e
bir elçi göndererek, kan dökülmeden şehrin teslim edilmesini istedi. Fakat
İmparatordan gelen savaşa hazırız mesajı üzerine, İstanbul'un kara surları
önüne gelen Osmanlı ordusu, 6 Nisan 1453'de kuşatmayı başlattı.
—Osmanlı
donanması ise Haliç'in girişinde ve Sarayburnu önünde demirlemişti. Ordu;
merkez, sağ ve sol olarak üç kısma ayrıldı. 19 Nisan'da yapılan ilk saldırıda,
tekerlekli kuleler kullanıldı ve bu saldırı ile Topkapı surlarından burçlara
kadar yanaşıldı.
—Osmanlı
Ordusundaki er sayısı 150.000 ile 200.000 arasındaydı. Bu kuvvetlere Rumeli ve
Anadolu beylerine bağlı çeşitli kuvvetler de katılmıştı.
—Çok
şiddetli çarpışmalar oluyor, Bizanslılar şehri koruyan surların zarar gören bölümlerini
hemen tamir ediyorlardı. Venedik ve Cenevizliler de donanmalarıyla Bizans'a
yardım ediyorlardı. Fatih Sultan Mehmed Osmanlı donanmasının kuşatma sırasında
yeterince kullanılamadığını ve bu yüzden kuşatmanın uzadığını düşünüyordu.
—İstanbul’un
Haliç tarafındaki surlarının zayıf olduğu biliniyordu. Bizans bu bölgeye
zinciri bu nedenle germişti. Yüksekten atılan taş gülleler Bizans donanmasından
bazı gemileri batırmıştı fakat bir kısım donanmanın Haliç'e indirilmesi kesin
olarak gerekliydi. Fatih Sultan Mehmed, İstanbul'un fethedilmesini
kolaylaştıracak önemli kararını verdi.
—Osmanlı
donanmasına ait bazı gemiler karadan çekilerek Haliç'e indirilecekti. Tophane
önündeki kıyıdan başlayıp Kasımpaşa'ya kadar ulaşan bir güzergâh üzerine
kızaklar yerleştirildi. Gemilerin, kızakların üzerinden kaydırılabilmesi için,
Galata Cenevizlilerinden zeytinyağı, sadeyağ ve domuz yağı alınarak kızaklar
yağlandı. 21–22 Nisan gecesi 67(ya da
72) parça gemi düzeltilmiş yoldan Haliç'e indirildi.
—Haliç’teki
Türk donanmasına ait toplar, surları dövmeye başladı. Ciddi çarpışmalar cereyan
etti. Bundan sonraki günlerde top savaşı, ok, tüfek atışları, lağım kazmalar,
büyük ve hareketli savaş kulelerinin surlara saldırıları devam etti. Kuşatmanın
uzun sürmesi ve kesin başarıya ulaşılamaması askerler arasında endişe yarattı.
Ancak, İstanbul'u her ne şartta olursa olsun almaya kararlı olan Fatih Sultan
Mehmed kumandanların ve âlimlerin de bulunduğu bir toplantı düzenledi.
—Cesaretlendirici
bir konuşma yaptıktan sonra, 29 Mayıs'ta genel saldırının yapılacağına dair
kararını açıkladı. Çarpışmalar sırasında Bizans'ı koruyan surlar üzerinde
kapatılması mümkün olmayan gedikler açılmaya başlamıştı.
—Surlar
içerisine küçük sızmalar oluyor, ancak geri püskürtülüyordu. İlk defa Ulubatlı
Hasan ve arkadaşlarının şehit olmak pahasına tutunmayı başardıkları İstanbul
surları, artık direnemiyordu. 53 gün süren ve 19 Nisan, 6 Mayıs, 12 Mayıs ve 29
Mayıs'ta yapılan dört büyük saldırıdan sonra Doğu Roma İmparatorluğu'nun 1125
yıllık başkenti olan İstanbul, 29 Mayıs 1453 salı günü fethedildi. İstanbul'un
fethi, çok önemli sonuçları da beraberinde getirdi.
—Fatih
Sultan Mehmed, İstanbul'un fethinden sonra batıdaki hâkimiyeti pekiştirmek,
sınırları genişletmek, İslam'ı en uzak yerlere kadar yaymak ve Hıristiyan
birliğini bozmak amacıyla Avrupa üzerine birçok seferler düzenledi.
—Sırbistan
-1454,1459 - Mora – 1460
- Eflak – 1462 -
Boğdan – 1476 – Bosna-Hersek, Arnavutluk, Venedik - 1463–1479 -
İtalya – 1480 Macaristan seferleriyle Osmanlı İmparatorluğu Avrupa'daki
hâkimiyetini pekiştirdi.
—Sırbistan
Krallığı tamamen ortadan kaldırılıp Osmanlı sancağı haline getirildi, Mora
tamamen fethedildi, Eflak Osmanlı eyaleti yapıldı, Bosna tekrar Osmanlı
hâkimiyetine alındı, Arnavutluk ele geçirildi. 16 yıl süren Osmanlı-Venedik
Deniz Savaşları sonunda Venedik barış imzalamayı kabul etti.
—İtalya’ya
yapılan sefer sırasında Roma'nın fethi açısından çok önemli bir merkez olan
Otranto, fethedildi ancak Fatih Sultan Mehmet’in ölümü üzerine geri kaybedildi.
İdari düzenlemeler;
—Fatih
Sultan Mehmed, klasik manada Osmanlı devletinin idari kurucusu sayılabilir.
İstanbul'un fethinden sonra kendisini Kaiser-i Rum (Doğu Roma İmparatoru) ilan
etmiş ve devlet müesseselerini yerleştirmiştir.
—Fatih
Kanunnamesi ile Atam-Dedem Kanunu dediği gelenekleri yazılı hale getirmiş ve
buna Kanunname-i Ali Osman denmiştir.
—Divanın
idaresini sadrazamlara bırakarak, işleri kafes arkasından takip etmeye
başlamış, mutlak vekilim dediği sadrazamı geniş yetkilerle donatmıştır.
—Ayrıca
defterdar, kazaskerler ve diğer üst düzey devlet erkânının görevleri tarif
edilmiştir.
—Yeniçeri
ordusu 10.000'e çıkarılarak güçlü bir merkezi ordu teşkil edildiğinden uç
beylerinin önemi azalmış, böylece merkezi idare sağlamlaştırılmıştır.
—Anadolu ve
Rumeli'nin en kudretli devletinin hükümdarı olarak ‘Han’ unvanını ilk defa o
kullanmıştır. İstanbul'un fethinden sonra Yıldırım Bayezid zamanında elden
çıkan topraklar yeniden kazanılmış, hatta Rumeli ve Karadeniz kıyılarında yeni
yerler fethedilmiştir.
—Kırım’ın
fethi ile Karadeniz bir Türk gölü haline getirilmiş, Anadolu birliği
tamamlanmış ve Rumeli'deki Türk varlığı Belgrat’a kadar uzanmıştır.
—İstanbul,
Fatih zamanında bir ilim ve sanat merkezi haline gelmiş, Fatih medreseleri
klasik Osmanlı medreselerinin temelini oluşturmuştur.
—Şairler ve
ilim adamları için bir cazibe merkezi haline gelen İstanbul'a bütün İslam
dünyasından bilginler gelmeye başlamıştır.
—Ulubatlı
Hasan, İstanbul surları üzerinde ilk Türk sancağını dikerken şehit düşen yiğit
askerdir. 1428 yılında Bursa'nın Ulubat köyünde doğdu.
—Fatih
Sultan Mehmet'in kumandasında Ordu-yı Hümayun'a asker olarak İstanbul
kuşatmasına katıldı.
—1453
yılındaki büyük taarruz sırasında İstanbul surları üzerine ilk Türk sancağını
dikerken şehit düştü. İstanbul tam 53 günden beri muhasara altındaydı.
—21
yaşındaki genç padişah ve dâhi kumandan II. Mehmet Han, bu süre içinde
gösterdiği akıl almaz askerlik mucizeleriyle Bizanslıları şaşkına çevirmişti.
Koca Bizans İmparatorluğu çatırdıyordu.
—Son
günlerini yaşıyordu.
—Artık
belliydi bu. 28 Mayısı 29 Mayısa bağlayan gecenin sabahına doğru, mehter
“gülbanklar” vurmaya koyulmuş ve Bizans surlarının karşısındaki ordugâhta
hummalı bir faaliyet başlamıştı.
—Ulu Hakan, hücum emrini vermişti. O akşamki tarihî
nutku bütün askerin kulaklarında çınlıyordu…
“Ey benim
paşalarım, ağalarım, beylerim!
Bu şehri-i
Konstantiniyye cenginde silâh arkadaşlarım, yiğitlerim!
Sizleri
buraya, kararlaştırdığım umumî taarruzda şimdiye kadar gösterdiğinizden daha büyük
fedakârlık ve cesaret istemek için topladım.
Cihanda ün
salmış bir şehri zapt edeceksiniz.
Şehr-i
Konstantiniye'de mahalle - mahalle, bu şehri zapt eden kahramanlar olarak
adınız şan ve şerefle anılacaktır...”
Asker,
Peygamberimizin, şüheda için en büyük cennet makamını müjdelediği zafere ve bu
zaferin uğrunda şehitlik şerbeti içmeye susamıştı.
Beyaz atının
üzerindeki genç kumandan, kılıcını çekmiş, davudî sesiyle âdeta gürlüyordu;
“Evlâtlarım,
yiğitlerim, şahbazlarım, yürüyün...
Zafer
sizindir...”
—Asker,
saflar halinde atılıyordu. 53 günden beri o mucize topların döve - döve
hamurlaştırdığı surların üzerine doğru yüklenen bir insan seli vardı.
“Allah -
Allah”
—Sesleri bir
uğultu halinde semayı kaplıyordu. On binlerce meşalenin sarı aydınlığı üstüne,
henüz güneş doğmamıştı. Serdengeçtiler, surların, kalelerin üzerine yalın kılıç
atılıyorlardı. Kalelerden, surlardan taş yağıyordu. Ok yağıyordu. Kızgın yağ ve
alev - alev yanan katran yağıyordu.
—Sultan
Mehmet Han, kahraman ordusuyla ve olanca ağırlığıyla yükleniyordu Bizans
surlarının üzerine... Serdengeçtileri fedaîler, fedaîleri de
Başıbozuk
askerler takip etmişti...
—Tanyeri
ağarırken sıra üçüncü safa gelmişti. Üçüncü hücum kolunu, ordunun en seçkin
askerleri teşkil etmekteydi.
—Bursa’nın
Ulubat köyünden Hasan da vardı bu safın arasında. Ordunun bayraktarıydı. Bir
elinde kılıcı, bir elinde sancağı şahlanmıştı...
—Ve
kulaklarında Sultan Mehmet Han'ın bir akşam evvel irad ettiği büyük nutkun
sözleri tane - tane uğulduyordu. Surlar vakıa bir harabe haline gelmiştir amma,
surlar üzerine atılacak yiğitler büyük bir tehlike ile karşılaşacaklardır.
—Maharetimiz
ve cesaretimiz her şeyin üstündedir. Zafer rüzgârı bizden yana esecektir.
Konstantiniye bizim olacaktır...
—Bursa’nın
Ulubat köyünden bayraktar Hasan da yaklaşmıştı surların üzerine. İri
parmaklarıyla gönderini sımsıkı kavradığı şanlı bayrağı, elindeki o kutsal
emaneti mutlaka surların üzerine dikmeyi aklına koymuştu.
—Hasan
Hilâlli sancağın surların üzerinde dalgalandığı anda düşman için her şeyin
bitmiş olacağına inanıyordu. Bir fırsatını buldu Ulubatlı Hasan. Elindeki
kılıcını savurarak sur harabeleri üzerine doğru atıldı. Birkaç yiğit de
kendisini takip etmişlerdi. Hasan en önde idi…
—Bir yandan
kılıcını sallıyor, bir yandan da hilâlli sancağı gözlerini diktiği burca doğru
ulaştırmaya çalışıyordu. Bu cehennem ateşinin ortasında, koç yiğitler yiğidi
Hasan, Eğrikapı tarafındaki burcun üzerine çıkmayı başardı.
—Sancağı
dikti o burcun üzerine. Fakat aynı anda mancınıkla atılan büyük bir taşın
ağırlığı altında dizleri üstüne düşüverdi. Doğrulmaya çalıştı. Fakat aynı anda
üstüne belki otuz, belki kırk ok birden yağdı. Oracıkta yere yığılıverdi.
—Ulubatlı
Hasan'ın diktiği sancak, o anda Bizans'ın tüm ümidini yitirivermişti. Türkün
bayrağı ve yeniçerinin serpuşu artık surların üzerinde idi…
—Elli üç
günlük direnişi kökünden tüketen an gelmişti. Öte yandan sancağın Bizans
surları üzerinde dalgalandığını gören Türk askeri coşmuş ve bir ok gibi
atılmıştı ileri.
—Nihayet
Hazret-i Peygamberimizin müjdelediği tarihî ve kutsal an gelip çatmıştı.
—21
yaşındaki Sultan Mehmet Han secdeye gelerek Ulu Tanrıya şükretti.
—O andan
itibaren genç hükümdar ve kumandan ‘Fatih’ unvanını da almış oluyordu.
—Fatih
sultan Mehmet han'ın Ulubatlı hasan için söylediği söz; Çok genç yaşta şehitlik
rütbesini kazanan Ulubatlı Hasan'ın vücuduna 27 ok saplanmıştı.
—Arkadaşları
bu okları çıkardılar ve bu mübarek şehidi Fatih'in huzuruna götürdüler.
—Fatih,
İslâm’ın bu bahadır evladına dua ettikten sonra şöyle demiştir;
“Ulubatlı
Hasan'ım! Ne kadar şanlısın. Eğer sultan olmasaydım, Ulubatlı Hasan olmak
isterdim!”
—Askerleri
tarafından yalnız bırakılan İmparator, sokak çatışmaları sırasında öldürüldü.
Her yandan kente giren Türkler Bizans savunmasını tümüyle kırdılar.
—Fatih
Sultan Mehmed öğleye doğru Topkapı’dan şehre girdi, askerler kendilerine
direniş gösterenler hariç kimseye el sürmediler, yağmalama gibi olaylara
tesadüf edilmedi.
—Bizans
halkı büyük bir coşku ile Fatih Sultan Mehmed Han'ı ve ordusunu karşıladı. Şehre
atılan güller arasında giren Sultan, doğruca Ayasofya ‘ya girerek burayı camiye
çevirdi.
Böylece
bir çağ açılıp, bir çağ kapandı.
İstanbul’un
fethinin Türk, İslam ve dünya açısından önemli ve tarihin akışına yön verecek
olan sonuçları vardır.
—Bu nedenle
birçok tarihçi İstanbul’un fethiyle Ortaçağ’ın sona erdiğini kabul eder. Fetihle birlikte Osmanlılar, Anadolu’da
kurulmuş bulunan çok sayıdaki Türk Beyliğine karşı üstünlüğünü pekiştirmiş
bulunuyordu.
—Bu nedenle
İstanbul’un fethi, Anadolu’daki Türk birliğinin sağlanmasında önemli bir etken
oldu. Osmanlıların sadece Anadolu’daki Türklerin değil, aynı zamanda bütün
İslam ümmetinin lideri olması süreci de fetihten sonra başlar.
—Böylece
Osmanlı Beyliği bir dünya devleti haline gelecektir. Fetihten sonra, Osmanlı
liderliğindeki İslam, dünya politikasının temel dinamiklerinden biri olmuştur.
—O dönemde
Eski Dünya’da yaşanan bütün uluslararası olaylarda Müslümanların belirleyici
bir rolü vardır. Avrupa Hıristiyanlığı yaklaşık üç asır boyunca Haçlı Seferleri
ile İslam’iyeti Ön-Asya’dan çıkarmaya çalışmıştı.
—Bu
mücadelede İstanbul Haçlılar için bir sınır karakolu işlevi görüyordu.
İstanbul’un fethinden sonra Ön-Asya’daki İslam egemenliği Hıristiyan dünyasınca
kesin olarak kabullenilecek ve bir daha bu toprakları kurtarmak için Haçlı
seferi düzenlemeyecektir.
—Aksine
İslam Avrupa içlerine yönelecektir. İstanbul’un Fethi Müslümanlar için
Avrupa’ya karşı kazanılmış ve uzun yıllar sürecek bir üstünlüğün başlangıç
noktasıdır. İstanbul’un fethinin dünya tarihi açısından önemli olmasının bir
diğer sebebi de Rönesans üzerindeki etkisidir.
—Fetih’ten
sonra birçok Bizanslı düşünür ve sanatçı yanlarına çok değerli yazma eserleri
de alarak, çoğunlukla Roma’ya göç ettiler.
—Bu kimseler
klasik Yunan kültürüne dönüşte önemli rol oynadılar ve kısa bir süre sonra
Avrupa’da Rönesans hareketi başladı.
—Fatih’in
dış görünüşünü kendisini tanıyan yerli ve yabancı birçok yazar ve sanatkâr
tasvir etmiştir. İtalyan Zorzo Dolfin, onun az gülen, çalışkan, zeki, amacına
ulaşmada inatçı, kitap okumayı çok seven, araştırmalar ve incelemeler yapan
cömert bir insan olduğunu söyler.
—Neşri ise
Fatih'i, adaletli, yiğit, bilgin, dindar, bilim adamlarını ve erdem sahiplerini
koruyan bir kişi olarak tanıtır. Bu özellikleri onun sefere gittiği yerlerden
birçok âlim ve sanatçıyı İstanbul’a getirmesine vesile olmuştur.
—Çocukluğundan
itibaren bir ilim, şiir ve sanat havzasında yetişmiş ve bu ilgisini hayatının
sonuna kadar sürdürmüş olan Fatih Sultan Mehmed, Avni mahlâsıyla şiirler
yazmış, divanı olan ilk Osmanlı padişahıdır.
—Bütün
kaynakların fikir birliğine vardığı nokta; hassas ruhlu, sözüne sadık, âlim ve
sanatkârları himaye eden, musikiye ve şiire düşkün bir insan olmasıdır.
—Gelenekleşen
âlim ve şairleri toplayarak sohbet etme âdeti II. Mehmed döneminde haftada iki
gün yapılmıştır.
—Bugün
Fatih'in şiirlerinin bulunduğu divan, bir divandan çok içerisinde gazellerin
bulunduğu bir divançe niteliğindedir. Onun devrine göre iyi bir şair olduğunu
bu divançedeki şiirler açıkça ortaya koymaktadır.
—Devlet
adamlığı, komutanlığı, zaferden zafere, ülkeden ülkeye koşmakla geçen hayatının
izleri şiirlerine pek yansımamıştır.
—O, maddî
zevk ve saf aya kayıtsız kalan, yaptığı işleri manevî görev bilen bir
padişahtır. Sahip olduğu karakter ve üne rağmen zaman - zaman sevgili
kavramının arkasında ölüm karşısında çaresizliği, dünyanın geçiciliğini,
kulluğunu unutmadığı görülür.
—Divan
şiirinin geleneklerine uygun olarak o da gerçek dost bulmanın zorluğundan,
devrinde…
—Divandaki
gazeller bize II. Mehmet’in 'aşk, sevgili ve güzeller konusundaki düşüncelerini
tüm samimiyeti ve açıklığıyla ortaya koyar.
—O tamamen
hissî ve hiçbir çıkara dayanmayan bir sevgilinin övgüsü içindedir.
—Şiirlerinin
incelenmesiyle ortaya çıkan bir başka sonuç da Şirazlı Hafız ve Şeyh Sadi gibi
lirik ve didaktik Iran şairlerinin etkisinde kalmış olmasıdır.
—Gazellerdeki
didaktik, öğüt verici ve atasözlerine yakın söyleyişler bu etkiyi daha açık bir
şekilde ortaya koymaktadır.
Fatih Sultan Mehmet’in Vasiyeti;
Yedinci Osmanlı padişahı ve İstanbul'un fatihi...
Eşsiz bir komutan, büyük bir idareci...
Şair ve âlim padişah Fatih Sultan Mehmet'in tıp ve çevre koruması ile
ilgili vasiyeti şöyle;
“Ben ki İstanbul Fatihi abd- i aciz Fatih sultan Mehmet, bizatihi alın
terimle kazanmış olduğum akçelerimle satın aldığım İstanbul'un Taşlık mevkünde
kâin ve malumu’l - hudut olan 136 bap dükkânımı aşağıdaki şartlar muvacehesinde
vakfı sahihi eylerim.
Şöyle ki; Bu gayri menkülatımdan elde olunacak nemalarla İstanbul'un
her sokağına ikişer kişi tayin eyledim. Bunlar ki, ellerindeki bir kap
içerisinde kireç tozu ve kömür külü olduğu halde günün belirli saatlerinde bu
sokakları gezerler.
Su sokaklara tükürenlerin, tükürükleri üzerine bu tozu dökerler ki
yevmiye 20’şer akçe alsınlar; ayrıca on cerrah, on tabip ve 3 de yara sarıcı
tayin ve nasp eyledim. Bunlar ki, ayın belli günlerinde İstanbul’a çıkalar
bilaistisna her kapuyu vuralar ve o evde hasta olup olmadığını soralar; var ise
şifası, ya da mümkün ise şifayab olalar. Değilse kendilerinden hiçbir karşılık
beklemeksizin Darülaceze'ye kaldırılarak orda salah buldurulalar.
Ayrıca külliyemde bina ve inşa eylediğim imarethanede şehit ya da
şühedanın harimleri ve Medine-i İstanbul fukarası yemek yiyeler.
Ancak yemek yemeye veya almaya bizatihi kendileri gelmeyip yemekleri
güneşin loş bir karanlığında ve kimse görmeden kapalı kaplar içerisinde
evlerine götürüle.”
Topkapı
Sarayı
Osmanlı
Türkçesi; طوپقپو سرايى)
Osmanlı İmparatorluğunun 600 yıllık tarihinin400 yılı boyunca, Devletin
idare merkezi olarak kullanılmış. Padişahların aileleri ile yaşadıkları saray
olarak kullanılmış. Şimdi Müze olarak kullanılmaktadır. İstanbul’un en önemli
Tarihi eserlerinin başında gelmektedir. 1985’te UNESCO Dünya Mirasları
listesine girmiştir.
Saray; 1465’te yapılmaya başlamış,
1478’de bitmiştir.
Zemin Alanı;80.000 m-2
Mimarları; Alaüddin, Davut Ağa, mimar Sinan, Sarkis Balyan
Osmanlı Devleti 29 Mayıs 1453’te ikinci Roma (Bizans) Kostantiniyye’nin
fethiyle birlikte İmparatorluk olmuştur.
Fatih Sultan Mehmet, İki kıtanın ve iki denizin Sultanı olmuştur.
İstanbul Üniversitesi Beyazıt kampusün de kurulmuş sarayı olmasına
rağmen Fatih sultan Mehmet, Bizans Akropol’ünün yerine yeni saray yapılması
için emir vermiş çalışmaları başlatmış ve bizzat kendi kontrol ederek inşaatın
devam etmesini sağlamıştır.
Burası Karadeniz,
Akdeniz’in kavşağıdır.
Buraya;
‘Berreyn ü bahreyne müşrif – Yani iki kıta ve iki denizi gören yer’
Denmiş.
Gülün dikene
katlanması, onu güzel kokulu yaptı.
Kâinat
birbirine, sevgi ile zincirleme bağlanmış. Sevgini vermesini öğren, çünkü
gönlün de anlasın ki hepsine yer varmış. Sevgisiz insandan, dünya unutma ki
korkarmış. Ya korkudan yana kaçar ya düşman olur kovalarmış.
Mevlana
Celalettin Rumi
Nazan Şara Şatana
nazanss.blogspot.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder