8 Kasım 2017 Çarşamba

 

Fatih Sultan Mehmet


nazanss.blogspot.com



TOPKAPI ŞİFRESİ

Kitabımda özellikle Fatih sultan Mehmet hakkında bilmediklerimi araştırdım. Bildiklerime ilaveler yaptım.

Bu yazı dizimde sizlere Fatih Sultan Mehmet’i anlatmak istedim.
Benim son yazdığım kitabım; Topkapı Şifresi’nde Fatih Sultan Mehmet’in soyundan gelen, halen Paris’te ikamet eden bir şehzadenin İstanbul’a gelip,
Topkapı Şifresini aramasını yazdım.
Bu kitabı yazarken çok uzun araştırmalar yaptım. Ünlü tarihçilerle görüştüm, onların kitaplarından yararlandım. Birçok üniversitenin tarih bölümündeki saygı değer hocalar bana yardım ettiler. Birçok yazarların yazdıklarından alıntılar yaptım.
Benim derdim Fatih Sultan Mehmet’i tanımaktı.
Onun İstanbul’u aldığını biliyorduk.
Hatta gemilerini karadan yürüttüğünü de biliyorduk.
Birde çağ açıp çağ kapattığında…
Peki, bu kadar önemli bir zatın başka nelerini biliyorduk. Ben araştırdığım zaman bilmediğim çok şeyini öğrendim. İzin verirseniz, ilgi gösterirseniz, sizlerinde bilmesi için seri olarak Fatih Sultan Mehmet’i anlatmak istedim size…
Fatih Sultan Mehmet’i okudukça, araştırdıkça inanamıyorsunuz. Benim zaten inanmakta zorlandığım o kadar çok konu varki.
Büyük sultana da inanmak zor, onun mucizelerini
Okuyunca şaşırmamak mümkün değil…
Sizlere Fatih Sultan Mehmet’i sırasıyla anlatacağım.


&
İstanbul fethinin sebepleri;
Bizans'ın, Osmanlı Devleti'nin,
Rumeli'deki ilerlemesine ve büyümesine engel olması…
Bizans'ın Anadolu beyliklerini Osmanlı Devleti'ne karşı kışkırtarak
Anadolu'daki Türk birliğini bozmaya çalışması…
Bizans'ın Osmanlı şehzadelerini kışkırtarak Osmanlı,
Devleti'nde taht kavgalarına neden olması…
Bizans'ın, Avrupa-Hıristiyan dünyasını kışkırtıp,
Haçlı Seferleri’ne zemin hazırlaması…
Anadolu ve Rumeli toprakları arasındaki bağlantının sağlanabilmesi içi,
İstanbul'un alınmasının gerekmesi…
İpek Yolu'nun Avrupa'ya açılan koluna hâkim olmak…
Kara ve deniz ticareti bakımından İstanbul'un önemli bir konuma sahip olması…
Boğazlar yolu ile ekonomik canlılığın mevcudiyeti
Anadolu ve Rumeli arasındaki askeri geçişin kolaylaştırılmak istenmesi
II. Mehmet’in, Hz. Muhammed'in;
‘İstanbul elbet feth olunacaktır. Ne güzel kumandandır o kumandan ve
ne güzeldir o askerler" hadisine layık olabilme düşüncesi… İstanbul'un işgalinin, dünyada ve Anadolu'da yarattığı etkiler;

&

İç sonuçlar;
O zamana kadar sadece bir devlet olan Osmanlı, artık bir imparatorluk haline gelmişti. Anadolu ve Balkanlar arasındaki geçişlerde bir engel olan,1000 yıllık Bizans yıkılmış, arada engel kalmamıştı. Birçok kere Osmanlı şehzadelerini ve Avrupa ülkelerini kışkırtan, Bizans artık bunu yapamayacaktı. Müslüman dünyasındaOsmanlı Devleti daha saygın bir hale gelmişti. Kumandan, Fatih Sultan Mehmed olmuş ve peygamberinin övgüsünü almıştı.

Dış sonuçlar;
Avrupa ve Balkan devletlerinin Osmanlı'yı Balkanlar'dan atma çabaları sonuçsuz kalmıştı. İstanbul'dan İtalya'ya kaçan sanatkârlar ve bilim adamları, Rönesans ve reform hareketlerini hızlandırmışlardı.
Dünyanın en büyük imparatorluğundan olan Doğu Roma İmparatorluğu tamamen yok olmuştu. Orta Çağ kapanıp Yeni Çağ başlamıştı.
Ticaret yollarının birer - birer Türklerin eline geçmesi Avrupalıları yeni ticaret yolları bulmaya zorladı ve coğrafi keşifler ortaya çıktı. Büyük ve kalın surların toplarla yıkılabileceğini göre Avrupa, bu yöntemi derebeylikler üzerinde denemiştir. Böylelikle küçük derebeylikler yıkılıp yerine büyük krallıklar kurulmuştur. İstanbul'dan ayrılan Bizanslı bilginler, Avrupa'da Reform hareketlerini başlatmışlardır.


Kur’an-ı Kerim’de ‘el-Fetih ‘ diye isimlendirilmiş surede;
(Kuran’ın 48. suresi)
'Biz sana apaçık bir fethi müyesser kıldık.
Senin önündeki engelleri ardına kadar açtık...
Ve Allah sana pek soylu bir zafer ihsan etti'


‘İstanbul muhakkak feth olunacaktır. Bunu gerçekleştirecek ordunun kumandanı
Ne mutlu kumandan ve askeri ne mutlu askerdir.’
Hazreti Muhammet

&

Fatih Sultan Mehmet – Mehmed-i sani, lakabı el - Fatih
Kur’an-ı Kerim’de ‘el-Fetih ‘ diye isimlendirilmiş surede;
(Kuran’ın 48. suresi)
'Biz sana apaçık bir fethi müyesser kıldık.
Senin önündeki engelleri ardına kadar açtık...
Ve Allah sana pek soylu bir zafer ihsan etti'
محمد الثانى

&

Atatürk; 28 Aralık 1919da yaptığı konuşmada, Osmanlı'nın hoşgörüsünden ve yabancı unsurların inanç ve âdetlerine saygısından söz etmiş,

“Başka dinlere saygılı tek millet biziz. Fatih İstanbul'da bulduğu dini ve milli teşkilatı olduğu gibi bıraktı. Rum Patriği, Bulgar Eksarhı, Ermeni Katoğikos'u gibi Hıristiyan dinî reisleri imtiyaz sahibi oldu. Kendilerine her türlü serbesti bahşedildi. İstanbul'un fethinden beri, Müslüman olmayanların mazhar bulundukları bu geniş imtiyazlar, Milletimizin dinen ve siyaseten dünyanın, en müsaadekâr ve civanmert bir milleti olduğunu ispat eder.”

Atatürk’ün, Eskişehir'de yaptığı konuşmada;

“Fatih’in İstanbul'u fethederek Doğu Roma'yı tevarüs ettiğini söyleyen Mustafa Kemal Paşa, Onun ikinci amacının Roma'yı almak ve Batı Roma İmparatorluğu'nun da tacını başına koymak olduğunu söyler.

“Birçok fetih yapan Fatih'in esas sorunu, dış politikada güçlü olmak için iç politikada da güçlü olmaktır.

Avrupa'yı istilaya kalkan Fatih'in bu politikası, Atatürk'e göre;

Çok akilâne ve müdebbirâne’dir.

“İstanbul’u alan büyük Fatih, bu azametli, kudretli padişah hakikaten bütün, İslam dünyasının, bütün Türk dünyasının hakkıyla istifade edebileceği bir zattır.

Bütün cihanın büyüklüğünü takdir edebileceği şahsiyettir.

“Fatih Sultan Mehmed, Bosna'yı fethettiği zaman Osmanlı devlet politikasının sonucu olarak bölge halkına Dini serbestiyest getirmiştir.

II. Murat oğlu Fatih Sultan Mehmet’e şöyle nasihat ve vasiyet eder. Bu dünyada üç türlü insan vardır. Birincisi şudur; Akıl ve fikirleri yerinde geleceği az çok gören ve düşünen, hiçbir olumsuzluğu olmayan kimselerdir. İkincisi şudur; Yolların doğru veya eğri olup olmadığını bilmekten uzak kimselerdir. Ama bu durum kendi istekleri ile değil, çevrenin etkisi ile düşmüşlerdir. Nasihat edildiğinde kafaları alır ve kabul eder. Söz dinlerler, çoğu zaman, duyup işittiklerine uyarak yaşarlar.

Üçüncüsü ise şudur; Ne kendileri bir şeyden haberdardırlar ve ne de yapılan ikazlara, nasihatlere kulak asarlar. Sadece kendi istek ve arzularına uyar ve her şeyi bildiklerini sanırlar. Bunlar, diğerlerinden daha tehlikeli ve alçaktırlar.

Ey oğul, Yüce Allah, eğer seni ilk sırada saydığım özellikteki kişiler arasında yaratmışsa, çok sevinirim. İlkinden değil de ikinciler gibi isen sana yapılan nasihatlere kulak vermeni tavsiye ederim. Sakın, üçüncü guruba dâhil olmayasın. Onlar Allah’a ve insanlara karşı iyi bir durumda değildirler. Hükümdarlar, elinde terazi tutmuş bir kimseye benzerler. Sen hükümdar olunca teraziyi doğru tutmanı isterim. O zaman Allah’ta senin iyiliği arzular.”

&

Fatih Sultan Mehmet’in, Latin papazlarına verdiği ferman suretinde;
Nişanı-ı hümayun şu ki;

“Ben ki Sultan Mehmed Han'ım. Üst ve alt tabakada bulunan bütün halk tarafından şu şekilde bilinsin ki, bu fermanı taşıyan Bosna rahiplerine lütufta bulunup şu hususları buyurdum. Söz konusu rahiplere ve kiliselerine hiç kimse tarafından engel olunmayıp rahatsızlık verilmeyecektir. Bunlardan gerek ihtiyatsızca memleketimde duranlara ve gerekse kaçanlara emn ü aman olsun ki, Memleketimize gelip korkusuzca sakin olsunlar ve kiliselerinde yerleşsinler; Ne ben, ne vezirlerim ne de halkım tarafından hiç kimse bunlara herhangi bir şekilde karışıp incitmeyecektir. Kendilerine, canlarına, mallarına, kiliselerine ve dışardan memleketimize getirecekleri kimselere yeri ve göğü yaratana Allah hakkı için, Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.) hakkı için. Yedi Mushaf hakkı için, yüz yirmi dört bin peygamber hakkı için ve kuşandığım kılıç için en ağır yemin ile yemin ederim ki… Yukarda belirtilen hususlara söz konusu rahipler benim hizmetime ve benim emrime itaatkâr oldukları sürece hiç kimse tarafından muhalefet edilmeyecektir…

&

Bu ferman suretinde de görüldüğü gibi azınlıklar tam bir hürriyet ortamı içinde hayatlarını sürdürmüşlerdir.

“Sultan Mehmed; Çok az gülerdi. Zekâsı, daimî bir çalışma hâlindeydi. Çok cömertti. Her seçtiği hedeflere erişmek için çok ısrar ederdi. Soğuğa, sıcağa, açlığa, susuzluğa tahammüllüydü. Kesin konuşur, kimseden çekinmezdi. Zevk ve sefadan uzaktı. Türkçe, Yunanca ve Sırpçayı çok iyi konuşurdu. Her gün bir müddet okurdu. Roma tarihî, başka devletler tarihî, Laerce, Tite-Live, Herodot, Quinte-Curce, Papaların, Alman İmparatorları ile Fransa ve Lombardiya krallarının vakaları okuduğu tarihler arasındaydı. Avrupa’daki bütün devletleri tanırdı. Özellikle İtalya’nın coğrafyasını en ince noktasına kadar bilirdi ve bir Avrupa haritasını yanından ayırmazdı. Askerî ve coğrafî ilimlerle isteyerek meşgul olur, araştırmalar, incelemeler yapardı. Tabiiyeti altında bulunan ülkelerin âdet ve şartlarını devletin ve bölgenin menfaatlerine kullanmakta maharetliydi.”
Fetih sırasında İstanbul’da bulunan İtalyan Zorzo Dolfin…
Sultan Mehmet;
İnce yüzlü, ortadan fazla uzun boylu, silâhlar kuşanmış, asil tavırlı, devamlı öğrenmek ihtirası ile yanan, cömert ve iyi kalpli, gayelerine ulaşmakta inatçı bir hükümdardı. En çok harp sanatına meraklıydı. Her şeyi öğrenmek isteyen zeki bir araştırmacıydı. Sefahat düşkünlüğü olmayıp, kötü âdetleri yoktu. Harem dairesinde çok az vakit geçirirdi. Nefsine hâkim ve uyanıktı. Her şarta tahammül gösterebilirdi ve bir cihan devleti peşindeydi.
İtalyan tarihçi Langusto
Türk dünyası için Fatih günümüze kadar, bütün imparatorların en büyüğü olup, beşer tarihînde başka her hangi bir şahsın kendisiyle mukayese edilmesi zordur. O Türk milletine, bütün tarihînin en harikulâde ve en yaklaşılması gayr-i kabil şahsiyet olarak takdim edilmiştir. Batı âleminin mukadderatı, Fatih Sultan Mehmet’in görünmesiyle sarih bir şekilde işaretlenmiştir. Kudretli şahsiyeti, büyük Avrupa sahalarının dış görünüşünü derinden değiştirmiştir. Ortaçağdan çıkarken insanları ve dünyayı görüş tarzında, Fatih’in şahsiyeti, zekâları tesir altında bırakmıştır."
Alman müsteşrik Franz Babinger.
İstanbul'un fethinin Türk tarihi açısından sonuçları…
Osmanlı Devleti'nin Kuruluş Dönemi bitti, Yükseliş Dönemi başladı. İstanbul'un Fethi ile Osmanlı Devleti'nin Anadolu ve Rumeli toprakları arasındaki Bizans'ın yarattığı tehlike ortadan kalktı. İstanbul'un Fethi ile Karadeniz'i Akdeniz'e bağlayan ticaret yolları ele geçirildi. İpek Yolu'nun Avrupa'ya giden kolu ele geçirildi. İstanbul, Osmanlı Devleti'nin başkenti yapıldı ve II. Mehmed ülke alan, ülke açan anlamına gelen 'Fatih' unvanını aldı. Ayrıca kendisini Bizans'ın resmi ve meşru tek ardılı ilan ederek Sezar - Kayser (Ceasar) unvanını da aldı. Osmanlı Devleti'nin İslâm Dünyası'ndaki saygınlığı arttı. Fener Rum Patrikhanesi Osmanlı himayesine girdi.
İstanbul'un fethinin dünya tarihi açısından sonuçları…
İstanbul'un Fethi ile Orta Çağ kapanıp, Yeni Çağ açıldı. İstanbul'un Fethi sırasında kullanılan büyük topların, en güçlü surları bile yıkabileceği görüldü. Bu denli güçlü topların yapılması, Avrupa'daki 'derebeyliklerin yıkılmasına ve merkeziyetçi krallıkların güçlenmesine neden oldu.
İstanbul'un Fethi ile İpek Yolu'nun;
Orta Asya'dan Avrupa'ya giden kolunun Osmanlı Devleti'nin eline geçmesi,
Avrupalıları yeni ticaret yolları arayışına yöneltti.
Bu olay ‘Coğrafi Keşiflerin nedenlerinden birini oluşturdu.
stanbul'un Fethinden sonra İtalya'ya giden bilim adamları, orada eski Yunan ve Roma eserlerini inceleyerek, ‘Rönesans'ın başlamasına katkıda bulundular.

Yeryüzünde bin yıldan fazla hüküm süren
Bizans İmparatorluğu'nun doğudaki son parçası Constantinople'yi alması,
Sultan 2. Mehmet’e henüz 21 yaşında Fatih (the Conqueor) unvanını kazandırmıştı.
Dünyayı değiştiren bu olay,
Osmanlı halkında ve sosyal yaşantıda da önemli değişimlere –
Gelişimlere ön ayak olacaktı.

İstanbul’un fethi;
Osmanlıların metropoliten Bizans kültürü ile tanışmaları ve etkileşimde bulunmaları suretiyle,
Birçok anlamda ufuklarının genişlemesini sağlayacaktı.
İşte tam bu noktada Sultan 2.Mehmed ikinci ipucuyla ortaya çıkmaktadır;
Rönesans sanatçılarına gönderdiği davet mektupları!
Sultan, ganimet olarak ele geçirilen Bizans İmparatorluğu’nun bilgi ve belgelerinin incelenmesi sırasında, imparator John 8. Palaeologus’un çehresinin madalyon üzerine işlendiği birtakım eserlerle karşılaşmıştır.

Hayran kaldığı bu eserlerde kendisinin de temsil edilmesini isteyen sultan,
İtalya’ya gönderdiği mektuplarda;
Bu sanatçıları, patronize edildikleri krallardan,
Osmanlı ülkesine göndermelerini buyurmuştur.
Nihayet Costanzo Di Moysis, Napoli Kralı Ferdinand tarafından kesin olarak bilinmeyen bir tarihte İstanbul’a gönderilmiştir.


Böylece Sultan Fatih, madalyon
Üzerinde temsil edilen ilk ve tek Müslüman Hükümdar oluyordu.

Sultan ikinci Mehmet henüz yedi yaşlarında iken hocası Molla Ak Şemseddin kulağına eğildi ve başarının en önemli kuralını fısıldadı.
“Hedefini tespit etmelisin.”
Önce hedef belirlendi.
“Konstantiniyye mutlaka fethedilecektir.”
Akşemseddin hedef tespitinden sonrasını da söyledi.
“Dağ ne kadar büyük olursa olsun, yol onun üzerinden geçer. Sen dağ olmaya heveslenme, asla gururlanma, yol ol ki her kes senin üzerinden geçerken, sen dağların bile üzerinden geçesin.”
“Hocam ya şartlar elverişli olmazsa!”
“Şartlara teslim olmazsan şartlar değişir, ana teslim olurlar. Çok çalışır, çok dua eder ve çok istersen Allah’ın rahmeti tecelli ede, rahmet tecelli ettiğinde nice olmazlar tahakkuk eder.”
Ve günü gelince, çocuk yaşına bakmadan Bizans’ın fethini düşünmeye başladı.
Çandarlı Halil Paşa, gencecik padişahın niyetini duyar duymaz telaşlandı. Sadrazamdı. Sadrazam olarak genç padişaha yol göstermek gibi bir sorumluluğu vardı. Bu çocuk (Padişah) bir çocukluk edip Bizans’ın üzerine yürümeye kalkarsa, alimallah Osmanlı mülkü pâymâl olabilir, hatta elden gidebilirdi. Ümmet-i Muhammed’i bir aceminin acemiliğine kurban etmeyecekti. İkaz görevini yapacak, kelle pahasına olsa bile Padişahı bu maceradan vazgeçirecekti. Bir gün hışımla genç padişahın huzuruna girdi ve selamı bile unutup sordu.
“Sen ümmet-i Muhammed’i hisar önünde telef etmek mi istersün?”
Genç Hünkâr, baba yadigârı Sadrazamının öfkelenmesinin sebebini az çok tahmin etmişti. Fakat ağzından duymak istiyordu;
“Kangi sebepten ümmet telef olubdur koca vezirum?”
“Bizans’ı feth itmeğe and virmişsün. Ümmetun telefatine başkaca sebep ne lâzım?”
“Beli, and virdük. Ya biz Bizans’ı, ya Bizans bizi alacak dedük!
Bir mahzuru mu var?”
“Elbette!”
Diye cevap verdi Sadrazam, konuşurken uzunca sakalı titriyordu:
“Elbette ki mahzuru var, olmayacak duadır ki, akl-ı selim olmayacak duaya hiç bir vakit âmin dimez.”
Sultan İkinci Mehmed gülümsedi:
“Kangi duayı kabul edeceğini ancak Hak Teâlâ bilür. Biz sadece arzımızı yapar hükm-i İlâhiyi bekleriz.”
Kalktı, Sadrazamına doğru birkaç küçük adım attı. Gözlerine baktı:
“Her daim demez misin ki, kul kısmı gaza yolunda elinden geleni yapmakla mükelleftir. Biz dahi muştunun (fetih müjdesinin) tahakkuku cihetinde say edeceğiz. İnşallah-ü Teâlâ fetih mukarrerdir.”
“Nereden belli ki?”
“Doğru, henüz belli değil. Zaten teşebbüs olmadan tahakkuk olmaz. Biz dahi teşebbüs üzereyiz.”
Koca Sadrazamın aklı bu işe bir türlü yatmıyordu. İkna olmamıştı.
“Baban alamadı, ondan öncekiler de alamamıştı, sen nasıl alacaksın?”
Dedi hafiften alaycı. Genç hükümdar hışımla pencereye döndü. Bir süre yeniçerilerin koşturmasını seyretti. Onlar fethe inanıyordu. Ama yaşlı Sadrazamını henüz inandıramamıştı. Yüreğine ince bir sızı girdi. Bir an için endişelendi. Ne de olsa yaşlı Sadrazamın müthiş bir tecrübe birikimi vardı. Onbeş yaşından beri devlet hizmetindeydi. Kendisi ise onbeş yaşını geçeli ancak birkaç yıl olmuştu. Bu açıdan şartlar aleyhine görünüyordu. Fakat şartlara teslim olmayacaktı. Çandarlı’ya döndü:
“Bak a vezirim”
Diye söze başladı, öfkesini tereddüdüne sarıp yutkunarak;
“Ben ne babama benzerim, ne babamdan öncekilere. Şimdiki zaman başkaca zamandır.
Çaresi yok fetih olacak.”
İhtiyar Sadrazam, tezini savunma kararlılığı içinde tek geri adım atmadı:
“O zaman bil ki, bunun mesuliyeti tamimiyle sana aittir, çünkü akıbeti hayır görmüyorum. Bizans İmparatoru unvanını alayım derken, korkarım padişahlıktan da olacaksın. Bu ne hırs!”
Padişah ilk defa öfkelendi:
“Hırs değil iman!”
Diye bağırdı,
“Dedik ya biz onu, ya o bizi! Hakikatli hükümdar olmanın başkaca çaresi yoktur.”
“Elinde olanla yetinsene…”
“Elimdekiyle yetinirsem elimde olan da gider Çandarlı, ne belledin. Zirvede durulmaz, ya devamlı tırmanırsınız, ya da aşağı kayarsınız. Ben gencim, tırmanacağım.”
Çandarlı çıkmak için toparlanırken;
“Ben söylemiş olayım, Hak Teâlâ ve kulu nezdinde mesuliyetten kurtulayım da, sen yine ne ki istersen yap, padişah sensin.”
“Şükür olsun biz padişah-ı cihanız ve Kostantiniyye’yi feth edeceğiz.”
“İmkânsız”
Diye dudak büzdü Çandarlı Halil Paşa.
“Neden koca vezir?”
“Çünkü surlar çok muhkemdir, muhkem surları yıkacak cesamette (büyüklükte) topumuz yoktur.”
Genç hükümdarın karşısına yine şartlar ve sebepler çıkmıştı. Ak Şemseddin Hoca’nın sözlerini hatırladı. Gülümseyerek sordu.
“Surları yıkacak toplar günün birinde yapılacak mı?”
“Evet”
Dedi Sadrazam,
“Günün birinde her hal yapılır.”
Genç hükümdar kükredi:
“İşte bu gün o gündür vezirim! Topları kullanarak surları tarumar edecek Padişah da karşında duruyor.”
Ne demişti Ak Hoca:
“Şartlara teslim olmazsan şartlar değişir, sana teslim olurlar. Çok çalışır, çok dua eder ve çok istersen Allah’ın rahmeti tecelli eder, rahmet tecelli ettiğinde nice olmazlar tahakkuk eder. (gerçekleşir)”

Şartlar değişti, Bizans teslim oldu, çünkü rahmet inmişti. Bakın nasıl? Bizans İmparatoru Konstantin Dragazes’in hizmetinde Macar asıllı bir top dökümcüsü (mühendis diyebiliriz) vardı. Urban Usta. Tam o sırada, İmparatorla arasında küçük bir ücret anlaşmazlığı oldu. Bu yüzden Urban Usta pılısını-pırtısını topladı ve Edirne’ye gitti. Padişah’la görüşmek istedi. Topçu olduğunu söyleyince, Padişahın bu işle çok ilgilendiği bilindiğinden, hemen huzuruna çıkardılar. Urban Usta yanında getirdiği plânları Padişahın önüne koydu.
“Bunlar” dedi Bizans’ı koruyan surların plânıdır, tarafımdan en zayıf noktalar tespit edilmiş ve işaretlenmiştir.” Ardından başka bir deri heybe açtı.
“Bunlar da işaretlenmiş yerleri yıkacak kuvvette gülleler atabilen topların plânlarıdır. Bana imkân ve fırsat verirseniz sizin için bu topları dökerim. Siz de surları yerle bir edersiniz.”

Fatih Sultan Mehmet’in kimliği,

Kişiliği ve yetişme tarzı üzerinde dikkatle durmak lâzım. Öncelikle belirtmeliyim ki, Sultan İkinci Mehmet’in doğduğu dünyada, bir fatihin yetişmesi için gerekli maddi-manevi tüm şartlar hazırdı. Osman oğlu’nun elinde, Malazgirt zaferinden itibaren oluşan aynı kıble eksenli, Kur'an orijinli insan kaynakları vardı. Mesela hocaları; Molla Gürani,
Ak Şemseddin, Molla Hüsrev, cevherlerin aynı dönemi paylaşmalarına pek nadir şahit olmuştur. Bu bilim ve yürek adamları ise sadece aynı dönemi paylaşmakla kalmamış, aynı çocuğu aynı anda beslemek gibi İlâhî bir tevafukun unsuru olmuşlardır. Fatih Sultan Mehmet “Amanname-hak ve özgürlükler belgesi” yayınladı… Altında Sadrazam olarak Zağanos Paşa’nın;
“Elfakir Zağanos”
Üstünde ise Fatih’in tuğrası bulunan
“Amanname”
“Biz ki, emir-i azam Sultan-ı muazzam Murad Han oğlu padişah-ı muazzam ve emiri azam Sultan Muhammed Han’ız! Yerleri ve gökleri yaratan Allah adına, büyük Peygamber’imiz, Muhammed Mustafa Aleyhimüsselâm adına, yüce kitabımız Kur’an-ı Azimüşşan adına, Allah’ın yüz yirmi dört bin peygamberi adına, büyük babamız, babamız ve oğullarımız adına, kuşandığımız kılıç adına yemin ederiz ki...”
Diye başlıyor, Fatih Sultan Mehmed, inanmayan, ayrı dinden, ayrı dilden, ayrı kılık kıyafetten, üstelik birkaç gün öncesine kadar kılıç kılıca savaştığı bir halka, bugün bile ulaşmaya çalıştığımız bazı temel hak ve özgürlükler bahşediyor.
“Amanname”siyle, Fatih’in, Hıristiyan halka verdiği hak ve özgürlükleri beş ana maddede özetleyebiliriz; İnanç özgürlüğü, ibadet özgürlüğü, kıyafet özgürlüğü, seyahat özgürlüğü, ticaret özgürlüğü.

Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u fethettikten sonra, Avrupa’da fütuhata devam ediyordu. Bir seferinde Sırbistan hududuna gelmiş ve Sırbistan'ın fethi artık an meselesi idi. Sırp Kralı Brankoviç bir yanda Macaristan bir yanda da Türkler olduğu için arada zor durumda kalmıştı. Her iki büyük devletten birine sığınmak, ondan yardım istemek düşüncesiyle, her iki tarafa da elçiler gönderdi.
“Sırbistan elinize geçer ve burayı fethederseniz nasıl muamele edeceksiniz?” diye fikirlerini öğrenmek istedi. Sırplılar Ortodoks mezhebine mensup olduklarından, Katolik Macar Kralı Hünyad tarafından şu cevabı aldı:

“Eğer Sırbistan bizim elimize geçer ve biz oraları istilâ edersek, bütün Sırplıları Katolik edinceye kadar mücadele ederiz ve bütün kiliseleri yıkar, yerlerine Katolik kilisesi inşa ederiz...”
Fatih Sultan Mehmet Hazretlerine giden elçi şu cevapla dönmüştü:
“Biz Sırbistan'ı alırsak, İslâmiyet’in Allah indinde tek din olduğunu ilân ederiz. Ve bu arada hiç kimseyi, kendi dininden dönmeye zorlamayız. İsteyen eski dininin icabı olan kiliseye gider, isteyen Allah indinde tek din olan İslâmiyet’i seçer, dünya ve ahiret selâmetine kavuşur.”

&
Fatih Sultan Mehmet’in sözleri;

Ölüm, sevgiliyi sevgiliye kavuşduran bir köprüdür. Mezardakilerin pişman olduğu şeyler için dünyadakiler birbirlerini yiyor. Allahü teâlânın dinini, Allahü teâlânın kullarının ayaklarına kadar götürmek, ne büyük zevktir. İnsan seveceği kimseyi iyi seçmeli, ona göre sevmeli. Kim olduğun değil, kiminle olduğun önemlidir. Salihlerin ismi anılan yere rahmet-i ilahi yağar. İnsan rabbini tanıdığı kadar insandır.
&

Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethetme plânları yapıyordu. Daha henüz 21 yaşında bulunan hükümdar, İstanbul’un fethine girişmeden önce, halkını imtihan etmek istemişti. Sabahın erken saatlerinde tebdili kıyafet ederek, Osmanlı’nın başşehri olan Edirne’de çarşıya çıktı. Çarşının bir tarafından girip, alış veriş yapmaya başladı. Birinci dükkâna varıp bir şey aldı. İkinci bir şey istediğinde dükkân sahibi vermedi. Fatih’i tanımıyordu dükkân sahibi. Fatih, mal olduğu halde neden vermediğini sordu. Adam;
“Ben sana bir şey satmakla sabah siftahımı yapmış oldum, ikinci alacağını da karşıdaki dükkândan al. Çünkü o henüz siftah etmemiştir.” Dedi.
Fatih memnun olmuştu. Öbürüne vardı, bir miktar mal aldı... İkincisini istediğinde o da vermeyip komşu dükkâna gönderdi. Fatih koca çarşıyı baştan sona kadar dolaştı... Hepsinde aynı olayla karşılaşmıştı. Aldıkları erzakı, medresede ilim tahsil eden talebelere gönderdi, kendisi de saraya gelip Allah’a şükür secdesine kapandı ve şöyle dedi;

‘Ya Rabbi sana hamdolsun... Bana böyle birbirini düşünen millet ihsan ettin. Ben bu milletimle değil Bizans’ı, dünyayı bile fethederim.’

Fatih Sultan Mehmet

—Fatih Sultan Mehmed padişah, olduktan sonra ilk iş olarak, devamlı ayaklanma çıkaran Karamanoğlu Beyliğine karşı sefere çıktı. Karamanoğlu İbrahim Bey af diledi. Fatih İstanbul'un fethini düşündüğü için onu bağışladı.

—Fatih Sultan Mehmed, büyük gayesini gerçekleştirmek için, Macarlara, Sırplara ve Bizanslılara karşı yumuşak davranıyordu. Amacı Haçlıların birleşmesini önlemek, onları tahrik etmemek ve zaman kazanmaktı.

—Bin yıllık tarihinin sonuna gelmiş olan Bizans küçüle - küçüle sadece İstanbul şehrinin sınırları içinde hüküm süren bir devlet durumuna düşmüştü. Ancak buna rağmen Bizans'ın varlığı, Balkanlardaki Türk hâkimiyeti açısından tehlikeli oluyordu.

—Bizans İmparatorları, Anadolu'daki çeşitli siyasi güçleri de Osmanlı aleyhine kışkırtmaktan geri kalmıyorlardı. Hatta zaman - zaman Osmanlı şehzadeleri arasındaki taht kavgalarına karışıp devletin iç düzenini bozuyorlardı.

—İstanbul’un Osmanlı Devleti'nin hâkimiyeti altında girmesi, ticari ve kültürel yönden önemli bir avantajın daha ele geçirilmesi demekti. Boğazlar tam anlamıyla kontrol altına alınacak ve bu sayede, Karadeniz ticaret yolları ele geçirilmiş olacaktı.

—Karamanoğluları meselesini çözen Fatih Sultan Mehmed, İstanbul'un fethi için gerekli hazırlıklara başladı. Devrin mühendislerinden Muslihiddin, Saruca Sekban ile Osmanlılara sığınan Macar Urban Edirne'de top dökümü işiyle görevlendirildi. ‘Şahi’ adı verilen bu topların yanında, tekerlekli kuleler ve aşırtma güllelerin üretilmesi (havan topu) yapılan hazırlıklar arasındaydı.

—Yaptırılan bu büyük toplar İstanbul'un fethedilmesinde önemli rol oynadı. Yıldırım Bayezid'in İstanbul kuşatması sırasında yaptırdığı Anadolu Hisarının karşısına, Rumeli Hisarı (Boğazkesen) inşa edildi.

—Bu sayede Boğazlar'ın kontrolü sağlanacak, deniz yoluyla gelebilecek yardımlara karşı tedbir alınmış olacaktı. 400 parçadan oluşan bir donanma inşa edildi. Turhan Bey komutasındaki bir Osmanlı donanması Mora'ya gönderildi ve İstanbul'a yardım gelmesi engellendi.

—Eflak ve Sırbistan ile var olan barış antlaşmaları yenilendi. Macarlarla da üç yıllık bir antlaşma yapıldı. Osmanlıların bu hazırlıkları karşısında, Bizanslılar da boş durmuyordu. Surlar sağlamlaştırılıyor ve şehre yiyecek depolanıyordu.

—Ayrıca Bizans İmparatoru Konstantin, Haliç'e bir zincir gerdirerek, buradan gelecek tehlikeyi önlemeye çalıştı. Aynı zamanda Haçlı dünyasından yardım isteniyor, Papa ise yapacağı yardım karşısında Katolik ve Ortodoks kiliselerinin birleştirilmesini istiyordu. Ancak Katoliklerden nefret eden Ortodoks Rumlar, Roma kilisesine bağlanmak istemiyor, ‘İstanbul'da Kardinal Külahı görmektense, Türk sarığı görmeye razıyız’ diyorlardı.

—Fatih Sultan Mehmed, hazırlıklar tamamlandıktan sonra, Bizans İmparatoru Konstantin'e bir elçi göndererek, kan dökülmeden şehrin teslim edilmesini istedi. Fakat İmparatordan gelen savaşa hazırız mesajı üzerine, İstanbul'un kara surları önüne gelen Osmanlı ordusu, 6 Nisan 1453'de kuşatmayı başlattı.

—Osmanlı donanması ise Haliç'in girişinde ve Sarayburnu önünde demirlemişti. Ordu; merkez, sağ ve sol olarak üç kısma ayrıldı. 19 Nisan'da yapılan ilk saldırıda, tekerlekli kuleler kullanıldı ve bu saldırı ile Topkapı surlarından burçlara kadar yanaşıldı.

—Osmanlı Ordusundaki er sayısı 150.000 ile 200.000 arasındaydı. Bu kuvvetlere Rumeli ve Anadolu beylerine bağlı çeşitli kuvvetler de katılmıştı.

—Çok şiddetli çarpışmalar oluyor, Bizanslılar şehri koruyan surların zarar gören bölümlerini hemen tamir ediyorlardı. Venedik ve Cenevizliler de donanmalarıyla Bizans'a yardım ediyorlardı. Fatih Sultan Mehmed Osmanlı donanmasının kuşatma sırasında yeterince kullanılamadığını ve bu yüzden kuşatmanın uzadığını düşünüyordu.

—İstanbul’un Haliç tarafındaki surlarının zayıf olduğu biliniyordu. Bizans bu bölgeye zinciri bu nedenle germişti. Yüksekten atılan taş gülleler Bizans donanmasından bazı gemileri batırmıştı fakat bir kısım donanmanın Haliç'e indirilmesi kesin olarak gerekliydi. Fatih Sultan Mehmed, İstanbul'un fethedilmesini kolaylaştıracak önemli kararını verdi.

—Osmanlı donanmasına ait bazı gemiler karadan çekilerek Haliç'e indirilecekti. Tophane önündeki kıyıdan başlayıp Kasımpaşa'ya kadar ulaşan bir güzergâh üzerine kızaklar yerleştirildi. Gemilerin, kızakların üzerinden kaydırılabilmesi için, Galata Cenevizlilerinden zeytinyağı, sadeyağ ve domuz yağı alınarak kızaklar yağlandı.  21–22 Nisan gecesi 67(ya da 72) parça gemi düzeltilmiş yoldan Haliç'e indirildi.

—Haliç’teki Türk donanmasına ait toplar, surları dövmeye başladı. Ciddi çarpışmalar cereyan etti. Bundan sonraki günlerde top savaşı, ok, tüfek atışları, lağım kazmalar, büyük ve hareketli savaş kulelerinin surlara saldırıları devam etti. Kuşatmanın uzun sürmesi ve kesin başarıya ulaşılamaması askerler arasında endişe yarattı. Ancak, İstanbul'u her ne şartta olursa olsun almaya kararlı olan Fatih Sultan Mehmed kumandanların ve âlimlerin de bulunduğu bir toplantı düzenledi.

—Cesaretlendirici bir konuşma yaptıktan sonra, 29 Mayıs'ta genel saldırının yapılacağına dair kararını açıkladı. Çarpışmalar sırasında Bizans'ı koruyan surlar üzerinde kapatılması mümkün olmayan gedikler açılmaya başlamıştı.

—Surlar içerisine küçük sızmalar oluyor, ancak geri püskürtülüyordu. İlk defa Ulubatlı Hasan ve arkadaşlarının şehit olmak pahasına tutunmayı başardıkları İstanbul surları, artık direnemiyordu. 53 gün süren ve 19 Nisan, 6 Mayıs, 12 Mayıs ve 29 Mayıs'ta yapılan dört büyük saldırıdan sonra Doğu Roma İmparatorluğu'nun 1125 yıllık başkenti olan İstanbul, 29 Mayıs 1453 salı günü fethedildi. İstanbul'un fethi, çok önemli sonuçları da beraberinde getirdi.

—Fatih Sultan Mehmed, İstanbul'un fethinden sonra batıdaki hâkimiyeti pekiştirmek, sınırları genişletmek, İslam'ı en uzak yerlere kadar yaymak ve Hıristiyan birliğini bozmak amacıyla Avrupa üzerine birçok seferler düzenledi.

—Sırbistan -1454,1459  -  Mora – 1460  -  Eflak – 1462  -   Boğdan – 1476 – Bosna-Hersek, Arnavutluk, Venedik - 1463–1479  -  İtalya – 1480 Macaristan seferleriyle Osmanlı İmparatorluğu Avrupa'daki hâkimiyetini pekiştirdi.

—Sırbistan Krallığı tamamen ortadan kaldırılıp Osmanlı sancağı haline getirildi, Mora tamamen fethedildi, Eflak Osmanlı eyaleti yapıldı, Bosna tekrar Osmanlı hâkimiyetine alındı, Arnavutluk ele geçirildi. 16 yıl süren Osmanlı-Venedik Deniz Savaşları sonunda Venedik barış imzalamayı kabul etti.

—İtalya’ya yapılan sefer sırasında Roma'nın fethi açısından çok önemli bir merkez olan Otranto, fethedildi ancak Fatih Sultan Mehmet’in ölümü üzerine geri kaybedildi.

İdari düzenlemeler;

—Fatih Sultan Mehmed, klasik manada Osmanlı devletinin idari kurucusu sayılabilir. İstanbul'un fethinden sonra kendisini Kaiser-i Rum (Doğu Roma İmparatoru) ilan etmiş ve devlet müesseselerini yerleştirmiştir.

—Fatih Kanunnamesi ile Atam-Dedem Kanunu dediği gelenekleri yazılı hale getirmiş ve buna Kanunname-i Ali Osman denmiştir.

—Divanın idaresini sadrazamlara bırakarak, işleri kafes arkasından takip etmeye başlamış, mutlak vekilim dediği sadrazamı geniş yetkilerle donatmıştır.

—Ayrıca defterdar, kazaskerler ve diğer üst düzey devlet erkânının görevleri tarif edilmiştir.

—Yeniçeri ordusu 10.000'e çıkarılarak güçlü bir merkezi ordu teşkil edildiğinden uç beylerinin önemi azalmış, böylece merkezi idare sağlamlaştırılmıştır.

—Anadolu ve Rumeli'nin en kudretli devletinin hükümdarı olarak ‘Han’ unvanını ilk defa o kullanmıştır. İstanbul'un fethinden sonra Yıldırım Bayezid zamanında elden çıkan topraklar yeniden kazanılmış, hatta Rumeli ve Karadeniz kıyılarında yeni yerler fethedilmiştir.

—Kırım’ın fethi ile Karadeniz bir Türk gölü haline getirilmiş, Anadolu birliği tamamlanmış ve Rumeli'deki Türk varlığı Belgrat’a kadar uzanmıştır.

—İstanbul, Fatih zamanında bir ilim ve sanat merkezi haline gelmiş, Fatih medreseleri klasik Osmanlı medreselerinin temelini oluşturmuştur.

—Şairler ve ilim adamları için bir cazibe merkezi haline gelen İstanbul'a bütün İslam dünyasından bilginler gelmeye başlamıştır.

—Ulubatlı Hasan, İstanbul surları üzerinde ilk Türk sancağını dikerken şehit düşen yiğit askerdir. 1428 yılında Bursa'nın Ulubat köyünde doğdu.

—Fatih Sultan Mehmet'in kumandasında Ordu-yı Hümayun'a asker olarak İstanbul kuşatmasına katıldı.

—1453 yılındaki büyük taarruz sırasında İstanbul surları üzerine ilk Türk sancağını dikerken şehit düştü. İstanbul tam 53 günden beri muhasara altındaydı.

—21 yaşındaki genç padişah ve dâhi kumandan II. Mehmet Han, bu süre içinde gösterdiği akıl almaz askerlik mucizeleriyle Bizanslıları şaşkına çevirmişti. Koca Bizans İmparatorluğu çatırdıyordu.

—Son günlerini yaşıyordu.

—Artık belliydi bu. 28 Mayısı 29 Mayısa bağlayan gecenin sabahına doğru, mehter “gülbanklar” vurmaya koyulmuş ve Bizans surlarının karşısındaki ordugâhta hummalı bir faaliyet başlamıştı.

—Ulu Hakan, hücum emrini vermişti. O akşamki tarihî nutku bütün askerin kulaklarında çınlıyordu…



“Ey benim paşalarım, ağalarım, beylerim!
Bu şehri-i Konstantiniyye cenginde silâh arkadaşlarım, yiğitlerim!
Sizleri buraya, kararlaştırdığım umumî taarruzda şimdiye kadar gösterdiğinizden daha büyük fedakârlık ve cesaret istemek için topladım.
Cihanda ün salmış bir şehri zapt edeceksiniz.
Şehr-i Konstantiniye'de mahalle - mahalle, bu şehri zapt eden kahramanlar olarak adınız şan ve şerefle anılacaktır...”

Asker, Peygamberimizin, şüheda için en büyük cennet makamını müjdelediği zafere ve bu zaferin uğrunda şehitlik şerbeti içmeye susamıştı.
Beyaz atının üzerindeki genç kumandan, kılıcını çekmiş, davudî sesiyle âdeta gürlüyordu;

“Evlâtlarım, yiğitlerim, şahbazlarım, yürüyün...
Zafer sizindir...”



—Asker, saflar halinde atılıyordu. 53 günden beri o mucize topların döve - döve hamurlaştırdığı surların üzerine doğru yüklenen bir insan seli vardı.
“Allah - Allah”

—Sesleri bir uğultu halinde semayı kaplıyordu. On binlerce meşalenin sarı aydınlığı üstüne, henüz güneş doğmamıştı. Serdengeçtiler, surların, kalelerin üzerine yalın kılıç atılıyorlardı. Kalelerden, surlardan taş yağıyordu. Ok yağıyordu. Kızgın yağ ve alev - alev yanan katran yağıyordu.

—Sultan Mehmet Han, kahraman ordusuyla ve olanca ağırlığıyla yükleniyordu Bizans surlarının üzerine... Serdengeçtileri fedaîler, fedaîleri de
Başıbozuk askerler takip etmişti...

—Tanyeri ağarırken sıra üçüncü safa gelmişti. Üçüncü hücum kolunu, ordunun en seçkin askerleri teşkil etmekteydi.

—Bursa’nın Ulubat köyünden Hasan da vardı bu safın arasında. Ordunun bayraktarıydı. Bir elinde kılıcı, bir elinde sancağı şahlanmıştı...

—Ve kulaklarında Sultan Mehmet Han'ın bir akşam evvel irad ettiği büyük nutkun sözleri tane - tane uğulduyordu. Surlar vakıa bir harabe haline gelmiştir amma, surlar üzerine atılacak yiğitler büyük bir tehlike ile karşılaşacaklardır.

—Maharetimiz ve cesaretimiz her şeyin üstündedir. Zafer rüzgârı bizden yana esecektir. Konstantiniye bizim olacaktır...

—Bursa’nın Ulubat köyünden bayraktar Hasan da yaklaşmıştı surların üzerine. İri parmaklarıyla gönderini sımsıkı kavradığı şanlı bayrağı, elindeki o kutsal emaneti mutlaka surların üzerine dikmeyi aklına koymuştu.

—Hasan Hilâlli sancağın surların üzerinde dalgalandığı anda düşman için her şeyin bitmiş olacağına inanıyordu. Bir fırsatını buldu Ulubatlı Hasan. Elindeki kılıcını savurarak sur harabeleri üzerine doğru atıldı. Birkaç yiğit de kendisini takip etmişlerdi. Hasan en önde idi…

—Bir yandan kılıcını sallıyor, bir yandan da hilâlli sancağı gözlerini diktiği burca doğru ulaştırmaya çalışıyordu. Bu cehennem ateşinin ortasında, koç yiğitler yiğidi Hasan, Eğrikapı tarafındaki burcun üzerine çıkmayı başardı.

—Sancağı dikti o burcun üzerine. Fakat aynı anda mancınıkla atılan büyük bir taşın ağırlığı altında dizleri üstüne düşüverdi. Doğrulmaya çalıştı. Fakat aynı anda üstüne belki otuz, belki kırk ok birden yağdı. Oracıkta yere yığılıverdi.

—Ulubatlı Hasan'ın diktiği sancak, o anda Bizans'ın tüm ümidini yitirivermişti. Türkün bayrağı ve yeniçerinin serpuşu artık surların üzerinde idi…

—Elli üç günlük direnişi kökünden tüketen an gelmişti. Öte yandan sancağın Bizans surları üzerinde dalgalandığını gören Türk askeri coşmuş ve bir ok gibi atılmıştı ileri.

—Nihayet Hazret-i Peygamberimizin müjdelediği tarihî ve kutsal an gelip çatmıştı.

—21 yaşındaki Sultan Mehmet Han secdeye gelerek Ulu Tanrıya şükretti.

—O andan itibaren genç hükümdar ve kumandan ‘Fatih’ unvanını da almış oluyordu.

—Fatih sultan Mehmet han'ın Ulubatlı hasan için söylediği söz; Çok genç yaşta şehitlik rütbesini kazanan Ulubatlı Hasan'ın vücuduna 27 ok saplanmıştı.

—Arkadaşları bu okları çıkardılar ve bu mübarek şehidi Fatih'in huzuruna götürdüler.
—Fatih, İslâm’ın bu bahadır evladına dua ettikten sonra şöyle demiştir;

“Ulubatlı Hasan'ım! Ne kadar şanlısın. Eğer sultan olmasaydım, Ulubatlı Hasan olmak isterdim!”

—Askerleri tarafından yalnız bırakılan İmparator, sokak çatışmaları sırasında öldürüldü. Her yandan kente giren Türkler Bizans savunmasını tümüyle kırdılar.

—Fatih Sultan Mehmed öğleye doğru Topkapı’dan şehre girdi, askerler kendilerine direniş gösterenler hariç kimseye el sürmediler, yağmalama gibi olaylara tesadüf edilmedi.

—Bizans halkı büyük bir coşku ile Fatih Sultan Mehmed Han'ı ve ordusunu karşıladı. Şehre atılan güller arasında giren Sultan, doğruca Ayasofya ‘ya girerek burayı camiye çevirdi.

Böylece bir çağ açılıp, bir çağ kapandı.

İstanbul’un fethinin Türk, İslam ve dünya açısından önemli ve tarihin akışına yön verecek olan sonuçları vardır.

—Bu nedenle birçok tarihçi İstanbul’un fethiyle Ortaçağ’ın sona erdiğini kabul eder.  Fetihle birlikte Osmanlılar, Anadolu’da kurulmuş bulunan çok sayıdaki Türk Beyliğine karşı üstünlüğünü pekiştirmiş bulunuyordu.

—Bu nedenle İstanbul’un fethi, Anadolu’daki Türk birliğinin sağlanmasında önemli bir etken oldu. Osmanlıların sadece Anadolu’daki Türklerin değil, aynı zamanda bütün İslam ümmetinin lideri olması süreci de fetihten sonra başlar.

—Böylece Osmanlı Beyliği bir dünya devleti haline gelecektir. Fetihten sonra, Osmanlı liderliğindeki İslam, dünya politikasının temel dinamiklerinden biri olmuştur.

—O dönemde Eski Dünya’da yaşanan bütün uluslararası olaylarda Müslümanların belirleyici bir rolü vardır. Avrupa Hıristiyanlığı yaklaşık üç asır boyunca Haçlı Seferleri ile İslam’iyeti Ön-Asya’dan çıkarmaya çalışmıştı.

—Bu mücadelede İstanbul Haçlılar için bir sınır karakolu işlevi görüyordu. İstanbul’un fethinden sonra Ön-Asya’daki İslam egemenliği Hıristiyan dünyasınca kesin olarak kabullenilecek ve bir daha bu toprakları kurtarmak için Haçlı seferi düzenlemeyecektir.

—Aksine İslam Avrupa içlerine yönelecektir. İstanbul’un Fethi Müslümanlar için Avrupa’ya karşı kazanılmış ve uzun yıllar sürecek bir üstünlüğün başlangıç noktasıdır. İstanbul’un fethinin dünya tarihi açısından önemli olmasının bir diğer sebebi de Rönesans üzerindeki etkisidir.

—Fetih’ten sonra birçok Bizanslı düşünür ve sanatçı yanlarına çok değerli yazma eserleri de alarak, çoğunlukla Roma’ya göç ettiler.

—Bu kimseler klasik Yunan kültürüne dönüşte önemli rol oynadılar ve kısa bir süre sonra Avrupa’da Rönesans hareketi başladı.

—Fatih’in dış görünüşünü kendisini tanıyan yerli ve yabancı birçok yazar ve sanatkâr tasvir etmiştir. İtalyan Zorzo Dolfin, onun az gülen, çalışkan, zeki, amacına ulaşmada inatçı, kitap okumayı çok seven, araştırmalar ve incelemeler yapan cömert bir insan olduğunu söyler.

—Neşri ise Fatih'i, adaletli, yiğit, bilgin, dindar, bilim adamlarını ve erdem sahiplerini koruyan bir kişi olarak tanıtır. Bu özellikleri onun sefere gittiği yerlerden birçok âlim ve sanatçıyı İstanbul’a getirmesine vesile olmuştur.

—Çocukluğundan itibaren bir ilim, şiir ve sanat havzasında yetişmiş ve bu ilgisini hayatının sonuna kadar sürdürmüş olan Fatih Sultan Mehmed, Avni mahlâsıyla şiirler yazmış, divanı olan ilk Osmanlı padişahıdır.

—Bütün kaynakların fikir birliğine vardığı nokta; hassas ruhlu, sözüne sadık, âlim ve sanatkârları himaye eden, musikiye ve şiire düşkün bir insan olmasıdır.

—Gelenekleşen âlim ve şairleri toplayarak sohbet etme âdeti II. Mehmed döneminde haftada iki gün yapılmıştır.

—Bugün Fatih'in şiirlerinin bulunduğu divan, bir divandan çok içerisinde gazellerin bulunduğu bir divançe niteliğindedir. Onun devrine göre iyi bir şair olduğunu bu divançedeki şiirler açıkça ortaya koymaktadır.

—Devlet adamlığı, komutanlığı, zaferden zafere, ülkeden ülkeye koşmakla geçen hayatının izleri şiirlerine pek yansımamıştır.

—O, maddî zevk ve saf aya kayıtsız kalan, yaptığı işleri manevî görev bilen bir padişahtır. Sahip olduğu karakter ve üne rağmen zaman - zaman sevgili kavramının arkasında ölüm karşısında çaresizliği, dünyanın geçiciliğini, kulluğunu unutmadığı görülür.

—Divan şiirinin geleneklerine uygun olarak o da gerçek dost bulmanın zorluğundan, devrinde…
—Divandaki gazeller bize II. Mehmet’in 'aşk, sevgili ve güzeller konusundaki düşüncelerini tüm samimiyeti ve açıklığıyla ortaya koyar.

—O tamamen hissî ve hiçbir çıkara dayanmayan bir sevgilinin övgüsü içindedir.
—Şiirlerinin incelenmesiyle ortaya çıkan bir başka sonuç da Şirazlı Hafız ve Şeyh Sadi gibi lirik ve didaktik Iran şairlerinin etkisinde kalmış olmasıdır.

—Gazellerdeki didaktik, öğüt verici ve atasözlerine yakın söyleyişler bu etkiyi daha açık bir şekilde ortaya koymaktadır.


Fatih Sultan Mehmet’in Vasiyeti;

Yedinci Osmanlı padişahı ve İstanbul'un fatihi...
Eşsiz bir komutan, büyük bir idareci...
Şair ve âlim padişah Fatih Sultan Mehmet'in tıp ve çevre koruması ile ilgili vasiyeti şöyle;


“Ben ki İstanbul Fatihi abd- i aciz Fatih sultan Mehmet, bizatihi alın terimle kazanmış olduğum akçelerimle satın aldığım İstanbul'un Taşlık mevkünde kâin ve malumu’l - hudut olan 136 bap dükkânımı aşağıdaki şartlar muvacehesinde vakfı sahihi eylerim.


Şöyle ki; Bu gayri menkülatımdan elde olunacak nemalarla İstanbul'un her sokağına ikişer kişi tayin eyledim. Bunlar ki, ellerindeki bir kap içerisinde kireç tozu ve kömür külü olduğu halde günün belirli saatlerinde bu sokakları gezerler.
Su sokaklara tükürenlerin, tükürükleri üzerine bu tozu dökerler ki yevmiye 20’şer akçe alsınlar; ayrıca on cerrah, on tabip ve 3 de yara sarıcı tayin ve nasp eyledim. Bunlar ki, ayın belli günlerinde İstanbul’a çıkalar bilaistisna her kapuyu vuralar ve o evde hasta olup olmadığını soralar; var ise şifası, ya da mümkün ise şifayab olalar. Değilse kendilerinden hiçbir karşılık beklemeksizin Darülaceze'ye kaldırılarak orda salah buldurulalar.


Ayrıca külliyemde bina ve inşa eylediğim imarethanede şehit ya da şühedanın harimleri ve Medine-i İstanbul fukarası yemek yiyeler.
Ancak yemek yemeye veya almaya bizatihi kendileri gelmeyip yemekleri güneşin loş bir karanlığında ve kimse görmeden kapalı kaplar içerisinde evlerine götürüle.”


Topkapı Sarayı
Osmanlı Türkçesi;  طوپقپو سرايى)


Osmanlı İmparatorluğunun 600 yıllık tarihinin400 yılı boyunca, Devletin idare merkezi olarak kullanılmış. Padişahların aileleri ile yaşadıkları saray olarak kullanılmış. Şimdi Müze olarak kullanılmaktadır. İstanbul’un en önemli Tarihi eserlerinin başında gelmektedir. 1985’te UNESCO Dünya Mirasları listesine girmiştir.

Saray; 1465’te yapılmaya başlamış,
1478’de bitmiştir.
Zemin Alanı;80.000 m-2
Mimarları; Alaüddin, Davut Ağa, mimar Sinan, Sarkis Balyan

Osmanlı Devleti 29 Mayıs 1453’te ikinci Roma (Bizans) Kostantiniyye’nin fethiyle birlikte İmparatorluk olmuştur.
Fatih Sultan Mehmet, İki kıtanın ve iki denizin Sultanı olmuştur.
İstanbul Üniversitesi Beyazıt kampusün de kurulmuş sarayı olmasına rağmen Fatih sultan Mehmet, Bizans Akropol’ünün yerine yeni saray yapılması için emir vermiş çalışmaları başlatmış ve bizzat kendi kontrol ederek inşaatın devam etmesini sağlamıştır.
Burası Karadeniz,
Akdeniz’in kavşağıdır.
Buraya;
‘Berreyn ü bahreyne müşrif – Yani iki kıta ve iki denizi gören yer’
Denmiş.



Gülün dikene katlanması, onu güzel kokulu yaptı.
Kâinat birbirine, sevgi ile zincirleme bağlanmış. Sevgini vermesini öğren, çünkü gönlün de anlasın ki hepsine yer varmış. Sevgisiz insandan, dünya unutma ki korkarmış. Ya korkudan yana kaçar ya düşman olur kovalarmış.

Mevlana Celalettin Rumi



Nazan Şara Şatana


nazanss.blogspot.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder