HAVADA KEKİK
KOKUSU VARDI
nazanss.blogspot.com
Büyükada benim sevdalarımdan biridir.
Bir adaya sevdalanmak nasıl bir şeydir?
Güzel bir şeydir.
Nedenini bilmiyorum.
Nasılları çok tabiki aklımda! Bir şeyler çeker beni
oraya. Orada kendimi farklı hissederim. İstanbul’da yaşamadan önce, hani turist
gibi tatillere geldiğimizde yâda benim gazetecilik yıllarımda iş için
gelmişliklerimde fırsat kollardım adaya gidebilmek için. Ne tuhaf!
Adada yaşanmışlıkları merak ederdim.
Ada sokaklarında gezerken bu evlerde kimler oturur
yâda zamanında bu evlerde kimler, neler yaşadı?
Sonra buralarda geçen bir konu yazdım.
Bir roman yazdım.
HAVADA KEKİK KOKUSU VARDI
Dedim adına.
İlk başlarda:
HAVADA KEKİK KOKUSU VAR
Yıllar sonra BÜYÜKADA havada kekik kokularını
yitirmişti, o zaman ‘dı’ ekini ilave ettim. Bu kitapta aşkları yazdım
birbirinden büyük, birbirinden cesur ve çok güzel aşkları yazdım.
Kitabımın baş kısmını siz adalılar için buraya
aktaracağım.
Okuyanlarınız hatırlayacaktır zaten…
Güneş yine sinirli kızgın! Hiddetle yakıyor
İstanbul’u… Niyeti kötü yakmak istiyor. Besbelli…
Rüzgâr ya da meltem ya da ismini bilemediğim buralarda
her daim hissettiğim şakacı esinti rüzgâra dudak büküyor.
‘Ben eseceğim, sen çok yakamayacaksın.’
Güneş ısrarlı, esinti kararlı…
O zaman çok sıcak olamıyor yazın en kavurucu
zamanlarında bile…
‘Yandım bunaldım’ derken size nefes aldıracak hafif
bir esinti yüzünüzü yalayıp geçtiğin de derin bir soluk alıyorsunuz.
Güneş sözünde duramamış, esinti mutlu…
Burası Büyük ada.
Güneşin utangaç yüzü burada…
Esintinin kahkaha sesi…
İstanbul’un incisi büyük ada.
Büyük ada tarihin çeşitli dönemlerinde birçok adlarla
anılmış. Hıristiyanlığın kabulünden önce cin adaları, sonra çamlı ada, Marmara
adaları, papaz adaları, prens adaları kızıl adalar…
Bizans döneminde birçok prens, prenses ve
imparatorların sürgün yerleri olmuş. Böylece yakışanı Prens adası olmuş ve o
adla da büyük ada uzun süre anılmış…
Dedim ya! Rüzgâr, minik esintilerini adadan bir yaz
boyu eksik etmez.
Hele adanın üst taraflarından asla sakınmaz.
Buna sebep kutsal kilise Aya Yorgi (Hristos) olabilir?
Ya da rüzgârın alımlı ifadesinin ufak bir şekli?
Büyük ada. İstanbul adalarının en büyüğü en gözdesi…
Asıl Cumhuriyet’ten sonra canlanmış.
Ne canlanmak ama? Sadece adalılar değil turistlerde
kalabalıklaştırmış büyük adayı… Her geçen gün daha bir farklı olmuş, daha bir
büyümüş…
Bir kısım insanlar gezmek için değil burada yaşamak
için gelmişler.
İstanbul’un trafiğinden kaçanlar, kalabalıktan
bıkanlar buradan evler almışlar ya da yaptırmışlar… Haklılar. Çünkü Burası
farklıdır.
Bir kere sessizlik hâkimdir.
Burada arabaların o kulakları tırmalayan sesleri
yoktur.
Nasıl olsun ki araba yoktur. Burada faytonlar vardır.
Her geçen günle birlikte fayton âdeti de artmıştır. Burası turist çeken bir yer
olduğundan, faytona çok ihtiyaç olur. Ayrıca eşekler vardır. Eşek turları
yaptırılır turistlere.
Aya Yorgi’ye gitmek istiyorsun. Hani hem göreyim hem
oradan o tepeden manzarayı izleyeyim diyorsan faytona biniyorsun.
Fayton seni bir yere kadar götürüyor. Ondan sonrası
zalim bir dik yokuş. Ama ne diklik! Bayağıda uzak üstelik! İşte orada kendine
güvenmiyorsan eşeklere güvenebilirsin. Biniyorsun eşeklere… Ayaklarının taşlara
vururken çıkardıkları ufak sesleri dinleyerek yukarı tırmanmaya başlıyorsun.
Pek keyifli eşeğe binmek, pek keyifli eşeğin her
adımında yukarılara ulaşırken aşağılara bakmak…
İnanılmaz güzelliği nefes, nefes an ve an görmek…
Üstelik daha eşeğe binmeden faytonda zaten göz ziyafeti, kulak ziyafeti ve yine
yüzünü yalayan mimozaların kokularını sana getiren esintinin hat safhadaki
misafirperverliği ile tıkır tıkır giden atların ayak sesleri eşliğinde
yukarılara çıkmak.
‘Oh be işte hayat bu’ diye yanındakinin boynuna
sarılmak hatta bir de öpücük kondurmak!
Gördünüz mü daha adaya yeni adımınızı attınız oysa
içiniz ne güzellikleri kabul etmeye başladı.
Evet, fayton sefaları! Fayton sefalarının hali bir
başka…
Osmanlı dönemlerinde: bayanların en büyük keyfi adaya
gitmek faytonlara binmekmiş. O zamanlar adaya günü birlik gelinmezmiş.
Yazlıkları ada olduğu için! Adaya gelmek büyük olaymış. Adada olanların yatılı
misafirleri de eksik olmazmış. Akrabalar çoğunlukta olmak üzere uzun süre kalan
konuklar hep olurmuş… İşte faytonlar buraya gelenler için büyük eğlence, büyük
özlem olurmuş.
‘Adada faytonda’…
Özellikle o dönemlerde faytoncular, asude
hanımefendileri, kibar beyefendileri daha bir memnun etmek için olsa herhalde!
Pek süslerlermiş faytonlarını. Çanlarının sesleri ta uzaklardan gelirmiş…
Hasretle beklenirmiş adaya gitmek…
İstanbul’un zenginlerinin adada evleri olması o zaman
da şimdi de bir ayrıcalık ve bu bir gerçek.
Bir de devamlı adacılar vardır ki! Sormayın gitsin…
Onlar çok kasılırlar…
‘Biz doğma büyüme adalıyız…’
Bu farklı bir tavır, farklı bir edadır. Ayrıcalığı hemen
hissedersiniz.
Bir adalıdan falanca tanıdığınızın size verdiği
adresteki evini ararken, sorduğunuzda anlarsınız.
Hele eskilerden kalma ise!
İşte buyurun farkı fark edin. Siz sorduğunuz adresi
dinlerken onun anlatımından bir şey anlamadığınızı fark edersiniz.
Bu onun temiz Türkçe konuşmasından kaynaklanmaz.
Sizin onun yüzündeki tebessümünden, sesinin tonunun
tınlamasından ve lezzetinden her hali ile belli olan asaletinden kaynaklanır ki
siz şaşkınsınız sadece bakarsınız…
‘Teşekkür’ edip, yanınızdaki adalıdan
uzaklaştığınızda; Sadece arkasından bakar, sonra silkelenir, ‘neresini tarif
etmişti?’ dersiniz.
Şaşkınlık bir başka adalıyı bulmanıza sebep olacaktır
ama yollarda onları sık görmekte mümkün değildir.
Bakarsınız etrafınıza okumaya çalışırsınız bu eski
sokak isimlerini, bulmaya çalışırsınız bu eski ada evlerini…
Evlerin çoğu eskidir.
Osmanlıyı hatırlatırlar zaten!
Her evin bir hikayesi vardır gibi gelir baktığınızda!.
Nitekim de öyledir. Hikâyeler var tabi ama çoğu ‘aşk
aşk’ kokar.
Eve baktığınızda hissedersiniz.
Ev eski mimaridir. Bahçesi yıllık ağaçların görkemiyle
sizi bir durdurur. Bahçe çitlerinin her tarafını bilmem kaç yıllar önce
ekilmiş, her kış veda edip her baharda merhaba diyen hanım elleri ile doludur.
Birde garip bir koku vardır. Kekik kokar.
Adaya gittiğinizde derin bir nefes alın ama mutlaka
yukarılarda evlerin dar sokaklarının arasında koklamaya çalışın.
Çünkü aşağılarda bu koku yok. Oralarda daha farklı
ağır kokular var ama onlar hoşunuza gidenlerden değil… Ne yazık ki kalabalık ve
hızlı yaşama ayak uydurma adada doğal olarak bir sürü yalın güzellikleri yok
etmiş. Artık kekik kokusu çok yukarılarda evlerde ve onların bahçelerinde belki
biraz da onlara yakın yollarda kalmış. Buna da şükür!
Evet derin nefes alın, genzinizden gelen tadın kekik
olduğunu anlarsınız…
İşte o zaman! Derince çekin havayı ciğerlerinize,
sizden ciğerlerinize bir ikram olsun…
Ciğerleriniz mutlu, siz mutlu olursunuz.
Oysa eskiden her yer adanın her tarafı kekik kokardı.
Yine öyle sanın. Düşünün;
‘Havada kekik kokusu var’
Diyin ya da içiniz acıyarak;
‘Havada kekik kokusu vardı’ diye düşünün…
Birçok yazıklarınıza bunu da ekleyin…
İşte…
Böyle bir gün…
Ada Gazetesi okurlarıma
benden adalarını anlattığım, eskilerde ve yenilerde yaşanmış aşkları aktardığım
kitabım:
HAVADA KEKİK KOKUSU VARDI
Bir alıntı sundum.
Nazan
Şara Şatana
nazanss.blogspot.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder