2 Kasım 2017 Perşembe



Türk Kozmogonisi
YARADILIŞ DESTANI


nazanss.blogspot.com



Yaratılış destanı, Türklerin Altay-Yakut zamanında çıkan bir destandır. Ayrıca ilk Türk destanlarından olma özelliğine de sahiptir. Asya kıtasının çeşitli bölgelerinde yaşayan Türk boyları ve Altay Türkleri arasında söylenmektedir. Türk destanları arasında en eskisidir. W. Radloff tarafından saptanıp yazıya geçirilmiştir.

Masal tadında özetle şöyledir…


Yok, dünya şöyle yaratılmıştır, yok böyle yaratılmıştır. Tabi bunlar mitoloji. Hayal, masal efsane… Ama anlatılması da dinlemesi de hoş oluyor.

Hayaller kuruluyor, Hadi canım sende deniliyor. Olur mu canım da ilave ediliyor. Ardından yine de şaşkınlıkla bir kıyısından köşesinden bakayım göreyim de ilave ediliyor. Tanrı Ülgen hikâyesini anlatacağım şimdi sizlere. Benim çok hoşuma giden bir hikâyedir. Masallara bayılırım. Demiştim hatırlar mısınız. Ben masal anlatmasını da dinlemesine de çok severim. Şimdi bir masal da Tanrı Ülgen’le ilgili olsun.

Bir varmış bir yokmuş, çok - çok eski zamanlarda Yer ve gökyüzü, hiç bir şey yokmuş. Dünya uçsuz bucaksız sulardan ibaretmiş. Bir tanrı Ülgen varmış! O da uçsuz bucaksız dünyada hiç durmadan uçuyormuş. Ne yapsın yalnız canı sıkılıyormuş, uçuyormuş. Sonra ne olmuş biliyor musunuz? Bir gün Göklerden bir ses gelmiş. Tanrı Ülgen’in ödü kopmuş. Ses demiş ki;

“Denizden çıkan taşı tut.”

Tanrı Ülgen çok sevinmiş. Neden mi sevinmiş. Eeee neden olacak artık oturacak bir yer bulmuşta ondan… O zaman karar vermiş.

“Artık yaratma zamanı geldi…”

Masal ya öyle demiş işte… Sonra da ilave etmiş:

“Bir dünya istiyorum, bir soyla yaratayım Bu dünya nasıl olsun, ne boyla yaratayım Bunun çaresi nedir, nasıl yaratayım.”

Şaşırmış kalmış. Ne yapacağını bilememiş. İşte tam o sırada su içinde yaşayan Ak Ana, su yüzüne çıkmış. Tanrı Ülgen’e bağırmış.

“Yaratmak istiyorsan Ülgen, Yaratıcı olarak şu kutsal sözü öğren De ki;
“Yaptım oldu -  başka bir şey söyleme. Hele yaratır iken,’yaptım olmadı’ sakın deme anladın mı?”
Demiş ve yine suların içinde kayboylmuş.

Tanrı Ülgen’in kulağından bu buyruk hiç gitmemiş. Öylece düşünüyormuş. Durmadan düşünüyormuş. Karar vermiş, İnsanlara da bu öğüdü verecekmiş. Yine diyorum ki masal bu!

Tanrı Ülgen yere bakmış:

“Yaratılsın yer!”

Göğe bakmış:

“Yaratılsın Gök!”

Buyruklar verilince yer ve gök yaratılmış.
Gülmeyin size bir destandan söz ediyorum. Üstelik bir masal anlatıyorum. Allah - Allah… Siz gerçekten yaradılış destanını bilmiyor musunuz? Peki, siz destan ne demektir onu biliyor musunuz?

Destan; kahramanlarının olağanüstü eylemlerini coşkulu, törensel bir üslupla anlatan ve genellikle birkaç bölümden oluşan manzum yapıtlardır. Bilinen en eski edebiyat türlerinden biridir. Yunanca ‘espos’ sözcüğünden gelmektedir. Mitoloji, efsane, folklor ve tarihi öğeler içerir. Destanlar ve destansı öyküler ilkçağlardan beri dünyanın her yerinde gelenekleri sonraki kuşaklara aktarmak için kolektif olarak yaratılmış edebi biçimlerdir

Destanların ortak özellikleri; hepsinde yarı tanrısal nitelikler taşıyan bir ya da birçok kahramandan söz edilir. Destan bu kahramanın eylemleri üzerine kurulmuştur. Olaylar çok geniş bir kozmik coğrafya üzerinde geçer. Bir destanın dünyası ortaya çıktığı zaman içinde düşünebilecek her şeyi barındıran bütünsel, çok yönlü bir dünyadır. Hemen bütün destanlarda uzun yolculuklar anlatılır. Çoğu destanda olaylara doğaüstü yaratıklar da katılır.

Türk edebiyatında destan; Asya kıtasının çeşitli bölgelerinde yaşayan Türk boyları arasında zengin bir destan geleneği vardır. Bilinen Türk destanları arasında en eskisi Yaratılış Destanı’dır. Altay Türkleri arasında söylenmektedir. V. Radlov tarafından saptanıp yazıya geçirilmiştir. Saka Destanı, İskit Türkeri’ne aittir. Bu destan zinciri içinde Alp Er Tunga ve Şu parçaları bulunur. Bunlar Kaşgarlı Mahmud’u Divanü Lugati-t-Türk adlı eserinde yer almıştır.

Bu genel bilgileri tırnak aralarında size anlattıktan sonra sizde neden böyle hayalle gerçek arası masal la hikâye arası gidip geldiğimi anlamışsınızdır. Artık devam edebilirim. Sizler masalları severseniz, hele destanlardan hoşlanırsanız ben sizlere sık – sık destanları da anlatırım. O kadar çok destanlar var ki.

Anlatmakla bitmez. Hele Türk destanları muhteşemdir. Ben destanıma pardon masalıma döneyim.

Tanrı Ülgen çok büyük üç balık yaratmış ve dünya bu balıkların üzerine konmuş. Böylece dünya gezer olmamış bir yerde sabit olmuş.

Tanrı Ülgen balıkların kımıldadıklarında dünyaya su kaplamasın diye Mandışire ’ye balıkları denetleme görevi vermiş. Kendi ne yapmış biliyor musunuz? Ne yapacak;

Dünyayı yarattıktan sonra tepesi aya, güneşe değen etekleri dünyaya değmeyen büyük bir Altın Dağ varmış gitmiş onun tepesine oturmuş.
Başlamış dünyayı yaratmaya. Ne olmuş biliyor musunuz? Dünya altı günde yaratılmış. Buraya kadar iyi yedinci gün gelince çok uykusu gelmiş, gözlerini açamıyor muş. Uyumuş iyimi? Yedinci gün uyumuş. İşleri bitirmeden uyuya kalmış. Aradan ne kadar zaman geçti bilinmez uyanmış. Birde bakmış ki ne görsün?

Ayla güneşten başka fazladan dokuz dünya birer cehennem ile bir de yer yaratmış.

Artık yapılacak bir şey yokmuş.
Aradan uzun zaman geçmiş…
Günlerden bir gün Tanrı Ülgen denizde yüzen bir toprak parçacığı üzerinde bir parça kil görmüş. Sevinmiş. Hah demiş.
“İnsanoğlu bu olsun, insana olsun baba.”
Demiş. Ne olmuş biliyor musunuz? Kil birden insan olmuş.

Tanrı Ülgen bu ilk insana ‘Erlik’ adını vermiş. Üstelik onu kardeşi yapmış.
Ancak Erlik’in yüreği kıskançlık ve hırsla doluymuş. Çok kıskançmış çok…

Tanrı Ülgen gibi güçlü ve yaratıcı olmadığı için öfkeleniyormuş.

Tanrı Ülgen, kemikleri kamıştan, etleri topraktan olan yedi insan yaratmış. Yaratmış ama Erlik’tende şüphelenmeye başlamış.

“Bu benim yarattığım dünyaya zarar verir”

İnsanların korunması lazım diye düşünmüş. Karar vermiş. Mandışire adında bir kahraman yaratmış bu seferde. Ardından ne yapmış biliyor musunuz? Bu yedi insan yaratmıştı ya; onların kulaklarından üflemiş, can vermiş, burunlarından üflemiş akıl vermiş. Bununla da yetinmemiş. Düşünmüş birde idareci lazım. Tamam, o zaman demiş. İnsanları idare edecek birini yaratayım. May-Tere’yi yaratmış. İnsanoğlunun başına da onu Han yapmış…

Bu masalda burada son bulmuş. Tabi inanmadınız. Son bulmasına çünkü eğer bu masal dünyayı anlatacaksa çok daha fazla şeyleri de anlatması lazım.

İyi de masallar böyledir zaten. Peri padişahının kızı ile Güzeller güzeli prenses evlenir masalda burada biter.
Bu masalın bize nasıl bir faydası olur diye düşünürsek? Olur olmaz mı biz bu masalla destanların ne olduğunu öğrendik. Türk boylarının destanlarının çok olduğunu öğrendik.

Yaradılış destanını öğrendik.
Baktık ki çok ilgi gördü o zaman ne yaparız eğer sıkılmazsanız devamını da anlatırız. Şimdi artık uykumuz geldi.
Hepimize iyi geceler olsun. Gökten üç elma düştü. Biri sizlere biri bana biride bizleri okumak için sayfalarımızı açıp okuyanlara gitmiş.


Bu anlatılışın birde size destan halini anlatmak istiyorum.
Daha hiçbir
 şey yokken Tanrı Kayra Han'la uçsuz bucaksız su vardı. Kayra Han'dan ve gören sudan başka görünen yoktu. Ay, yıldızlar, gök ve toprak yaratılmamıştı.

Bütün Tanrıların en büyüğü, varlıkların başlangıcı ve insanoğullarının da ilk atası Tanrı Kayra Han'ın bu sade sudan âlemde canı sıkılıyordu. O yalnızlık içinde düşünürken suda bir dalga belirdi, Ak ana (Akine) denilen bir kadın hayali görünerek Tanrı'ya "Yarat! " dedi, yine suya gömüldü.

Bunun üzerine Kayra Han, kendine benzer bir varlık yaratarak ona 'Kişi' adını koydu. Kayra Han'la Kişi sonsuz suyun semasında iki siyah kaz gibi, rahatça uçmaya koyuldular. Fakat Kişi bundan memnun olmadı. Hayatında değişiklik aradı. İlk olarak kendisini yaratandan daha yüksekte uçmaya kalktı. Onun bu duygusunu sezen Tanrı, Kişi'den uçma gücünü aldı.

Kişi suya yuvarlandı. Boğulmak üzereyken yaptığına pişman olarak Tanrıdan imdat diledi.

Tanrı "Yüksel!" emrini verdi. Kişi suyun derinliğinden çıktı ve Tanrı'nın yine suyun içinden yükselttiği bir yıldıza oturarak boğulmaktan kurtuldu.

Kişi, artık uçamaz diye, tanrı Kayra Han dünyayı yaratmayı düşündü. Kişi’ye suyun dibine dalıp bir avuç toprak çıkarmayı emretti.
Fakat o bu toprağı çıkarırken de kötülükler düşündü: Toprağın bir kısmının ağzına saklayarak ileride kendisi için gizli bir dünyayı yaratmayı tasarladı.

Avucundaki toprağı su yüzüne serpince Tanrı Kayra Han, toprağa "Büyü!" emrini verdi. Bu toprak dünya oldu. Fakat "büyü!" emrini alınca Kişi'nin ağzındaki toprak da büyümeğe başladı. O kadar büyüdü ki Tanrı "Tükür!" buyurmasaydı kişi boğulacaktı.

Kayra Han'ın tasarladığı dünya önce dümdüz topraktı. Fakat Kişi'nin ağzından dökülen ıslak toprak dünyaya fırlayarak yeryüzünü bataklıklar ve tepeciklerle örttü. Buna çok kızan Tanrı, Kişi'yi kendi ışık âleminden kovdu ve ona şeytan “Erlig” adını verdi.

Sonra yerden dokuz dallı bir ağaç bitirerek her dalın altında ayrı bir insan yarattı. Bunlar dünyadaki dokuz ayrı insan cinsinin ataları oldular.

Toprağın yeni insanları güzel ve iyiydiler.
Erlig onları kıskandı. Kayra Han'dan onları kendisine vermesini istedi. Tanrı buna razı olmadı. Fakat şeytan, onları kötülüğe sürükleyerek, kendine çekmeyi biliyordu. Kayra Han, şeytan kapılan insanların bu akılsızlığına kızarak onları kendi hallerine bıraktı.
Erlig'i yeniden lanetleyerek toprak altındaki karanlıklar dünyasının üçüncü katına sürdü. Kendisi içinde göğün on yedinci katında bir nur âlemi yaratarak oraya çekildi. İnsanları büsbütün başıboş bırakmamak için de onlara doğru yolu gösterecek bir melek gönderdi.

Erlig Tanrı Kayra Han'ın semasını görünce o da kendisi için bir gök yaratmak istedi ve (birçok yalvarışlarla) Tanrıdan bu izni aldı.

Erlig'in tebaası, yani kandırdığı fena ruhlar gökle yer arasındaki yenidünyada Kayra Han'ın dünyasındaki insanlardan daha iyi (daha serbest) yaşıyorlardı. Bu durum Kayra Han'ın canını sıktı.

Erlig'in dünyasını yıkmak için oraya kahraman Mandişere'yi gönderdi. O kuvvetli mızrağıyla vurarak, korkunç gök gürültüleri arasında bu dünyayı parça - parça etti. Parçalanan bu dünya aynı gürültülerle,

Erlig ve insanlar için yaratılan ilk dünyanın üzerine yıkıldı. İri dünya parçaları yeryüzünün biçimini bütün - bütün bozdular. Eski dünyaya şimdi yüksek dağlar, derin boğazlar balta girmez ormanlarla dolmuştu.

Kayra Han Erlig'i dünyanın en alt katına sürdü. O arada ne güneş, ne ay, ne de yıldız ışığı vardı. Tanrı Erlig'e dünyanın sonuna kadar orada oturmayı emretti.
Tanrı Kayra Han, şimdi on yedinci kat gökten kâinatı idare etmektedir.

Diğer gök katlarından yedinci katta Gün Ana, altıncı katta Ay Ata oturmaktadır.

Güzelliklerle destanlarla kalın…


Nazan Şara Şatana

nazanss.blogspot.com



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder