Ahenk
İstanbul
- İstanbul
nazanss.blogspot.com
Dünyalar güzeli bir genç kız düşünün adı Ahenk
olsun.
Güzel kızımız ressam olsun.
Üstelik eski İstanbul’a,
Bugünkü İstanbul’dan daha çok âşık olsun.
Yapsın yağlı boya resimlerini eski İstanbul’un.
Dar sokaklarını, taşlı yollarını…
Cumbalı pencerelerini,
İki katlı evlerini…
Renkli hayatlarını yazsın, yakışıklı İstanbul
efendilerini.
Sonra bir gün bir mucize olsun.
Büyük bir mucize…
Duaları kabul olsun.
Nasıl mı?
Birlikte okuyalım…
İstanbul – İstanbul
Dedim
bu kitabımın ismine…
Neden
iki tane İstanbul?
Birinden
anlamadık mı?
Ben
iki ayrı dönemdeki İstanbul’u anlatmak istedim sizlere…
Hani
yağlı boya tablolarda görürüz ya İstanbul’u.
Çok
güzel gelir, sihirli gibi gelir.
Dar
taşlarla döşeli sokakları, ahşap evleri cumbalı pencereleri vardır.
Ve
dahi evde Paşa Babaları, hanımanneleri, gelinleri, kızları, damatları, çocukları,
Arap Bacıları vardır.
Birde
mutfak ve çalışanlar.
Birçok
kişiye ekmek kapısı...
Yakışıklı
bir genç, bir İstanbul beyefendisi…
Hüseyin
Emre yok mu? Var…
Sonra
deli dolu günümüzde yaşayan bir ahenk.
Ve
ne hikmetse o zamana gitmiş.
Üstünde
mini şortu, ayağında sandaletleri, askılı tişört ve rengarenk saçları.
Hüseyin
Emre, görmüş onu karşısında, sanmış ki bir melek inmiş gökyüzünden.
Melek
olmasına melekte niye böyle ayan beyan hani bayağı çıplak.
Ya
Ahenk’e ne demeli.
“Amma
gırgır’la başlayan Eski İstanbul’u ve şimdiki zaman İstanbul’u ile
karşılaştırmaları.
Aşk
olur mu aralarında?
Bütün
olmazlara rağmen…
Ben
yazdım.
Evet,
ben dedim ki:
Ahenk – İstanbul – İstanbul’da olsun ortalığı
iyice bir karıştırsın.
Kitabım
yayınlanmadı.
Dizi
olma hayali de beni sardı sarmaladı.
Hayırlısı
olsun diyelim.
Belki
birileri derki:
“Biz
çekelim.”
Yuppii…
&
AHENK
– İSTANBUL – İSTANBUL
Rüzgâr o günde farklımı esiyordu yoksa o öylemi hissediyordu.
Farklı bir hava vardı etrafta, garip mi?
Yoksa güzel mi?
Hiç bilememekteydi gören yaşayan ya da hisseden!
Tatlı su değildi ki, dere değil nehir değil ırmak
değil.
O deniz. Bildiğiniz deniz.
İki büyük ummanı birbirine bağlayan deniz…
Size kalın, büyük, uzun bir ırmak gibi gelebilir.
Akar çünkü boylu boyunca!
Her iki tarafındaki kıyılara serpilmiş konaklar,
yalılar, hatta saraylar var denizle birlikte ömürlerini sürdürürken bir haylide
keyifteler.
Kim bu renginin bazen mavi, bazen yeşil hatta gri,
hatta lacivert olan su birikintisine hayranlıkla bakmaz ve onunla birlikte
saatlerini saymaz.
Korkmaz mı bir gün!
Hâşâ bu güzellikten olurum demez mi?
Üstelik yeşil tepeleri hemen arkalarında,
Ne tepeler yedi tepenin üstünde, altında yanında
tepeler.
Tepeler yeşil, nasıl yeşil, nasıl ağaç?
Nasıl mı? Kayınlar, meşeler, kavaklar ve daha
ismini saymakla bitiremeyeceğimiz, orman denilen, toplu ağaçların, kendi
araların da tek oldukları yerler.
Bu akan, büyük dere misali deniz!
Kıvrılarak ilerlemekte, iki deniz arasında gidip
gelmekte…
Nasıl da işveli cilveli…
Kadın gibi. Güzel gibi.
Yosma gibi.
Vay anam vay!
Nasıl bir güzelliktir bu bakmaya doyum olmayan!
Ne kadar pırıltılı bir deniz bu…
Güneşle ayrı parlar, ayla ayrı.
Yakamozlarla ayrı dans eder.
O bir başkadır, anlatılmaz beyhude uğraşmayın.
Nazan Şara Şatana
nazanss.blogspot.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder