2 Eylül 2017 Cumartesi

Ahenk
İstanbul - İstanbul


nazanss.blogspot.com



Dünyalar güzeli bir genç kız düşünün adı Ahenk olsun.
Güzel kızımız ressam olsun.
Üstelik eski İstanbul’a,
Bugünkü İstanbul’dan daha çok âşık olsun.

Yapsın yağlı boya resimlerini eski İstanbul’un.
Dar sokaklarını, taşlı yollarını…
Cumbalı pencerelerini,
İki katlı evlerini…

Renkli hayatlarını yazsın, yakışıklı İstanbul efendilerini.

Sonra bir gün bir mucize olsun.
Büyük bir mucize…
Duaları kabul olsun.
Nasıl mı?
Birlikte okuyalım…


İstanbul – İstanbul
Dedim bu kitabımın ismine…
Neden iki tane İstanbul?
Birinden anlamadık mı?

Ben iki ayrı dönemdeki İstanbul’u anlatmak istedim sizlere…

Hani yağlı boya tablolarda görürüz ya İstanbul’u.
Çok güzel gelir, sihirli gibi gelir.
Dar taşlarla döşeli sokakları, ahşap evleri cumbalı pencereleri vardır.
Ve dahi evde Paşa Babaları, hanımanneleri, gelinleri, kızları, damatları, çocukları, Arap Bacıları vardır.

Birde mutfak ve çalışanlar.
Birçok kişiye ekmek kapısı...

Yakışıklı bir genç, bir İstanbul beyefendisi…
Hüseyin Emre yok mu? Var…

Sonra deli dolu günümüzde yaşayan bir ahenk.
Ve ne hikmetse o zamana gitmiş.
Üstünde mini şortu, ayağında sandaletleri, askılı tişört ve rengarenk saçları.

Hüseyin Emre, görmüş onu karşısında, sanmış ki bir melek inmiş gökyüzünden.
Melek olmasına melekte niye böyle ayan beyan hani bayağı çıplak.

Ya Ahenk’e ne demeli.
“Amma gırgır’la başlayan Eski İstanbul’u ve şimdiki zaman İstanbul’u ile karşılaştırmaları.

Aşk olur mu aralarında?
Bütün olmazlara rağmen…

Ben yazdım.
Evet, ben dedim ki:
Ahenk – İstanbul – İstanbul’da olsun ortalığı iyice bir karıştırsın.

Kitabım yayınlanmadı.
Dizi olma hayali de beni sardı sarmaladı.
Hayırlısı olsun diyelim.
Belki birileri derki:
“Biz çekelim.”
Yuppii…


&

AHENK – İSTANBUL – İSTANBUL

Rüzgâr o günde farklımı esiyordu yoksa o öylemi hissediyordu.

Farklı bir hava vardı etrafta, garip mi?
Yoksa güzel mi?

Hiç bilememekteydi gören yaşayan ya da hisseden!
Tatlı su değildi ki, dere değil nehir değil ırmak değil.
O deniz. Bildiğiniz deniz.

İki büyük ummanı birbirine bağlayan deniz…
Size kalın, büyük, uzun bir ırmak gibi gelebilir.
Akar çünkü boylu boyunca!

Her iki tarafındaki kıyılara serpilmiş konaklar, yalılar, hatta saraylar var denizle birlikte ömürlerini sürdürürken bir haylide keyifteler.

Kim bu renginin bazen mavi, bazen yeşil hatta gri, hatta lacivert olan su birikintisine hayranlıkla bakmaz ve onunla birlikte saatlerini saymaz.

Korkmaz mı bir gün!
Hâşâ bu güzellikten olurum demez mi?

Üstelik yeşil tepeleri hemen arkalarında,
Ne tepeler yedi tepenin üstünde, altında yanında tepeler.
Tepeler yeşil, nasıl yeşil, nasıl ağaç?
Nasıl mı? Kayınlar, meşeler, kavaklar ve daha ismini saymakla bitiremeyeceğimiz, orman denilen, toplu ağaçların, kendi araların da tek oldukları yerler.

Bu akan, büyük dere misali deniz!

Kıvrılarak ilerlemekte, iki deniz arasında gidip gelmekte…
Nasıl da işveli cilveli…
Kadın gibi. Güzel gibi.
Yosma gibi.
Vay anam vay!

Nasıl bir güzelliktir bu bakmaya doyum olmayan!
Ne kadar pırıltılı bir deniz bu…
Güneşle ayrı parlar, ayla ayrı.
Yakamozlarla ayrı dans eder.

O bir başkadır, anlatılmaz beyhude uğraşmayın.



Nazan Şara Şatana
nazanss.blogspot.com




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder