Vatan
Toprak Gibi mi Kokar?
Hekim Ali Süavi
Efendi
nazanss.blogspot.com
Yağmur
yağdıktan sonra toprak mis gibi kokar.
Farklıdır,
içinize çekersiniz toprağın kokusunu.
Biri
nasıl kokuyor derse adlandıramazsınız.
Adı
yoktur sadece mis gibi toprak kokar.
Uzun
süre dışarılardasınız.
Dışarılar
dediğim yurt dışındaysanız, işte o zaman:
“Vatan burnunuzda buram buram tüter.”
İyi
de bu ne demektir, Vatan nasıl kokar ki?
Vatan Toprak Gibi mi Kokar?
Kokar
kardeşim kokar hem de mis gibi kokar.
Farklı
hasretlik duygusunun verdiği adını bilmediğin, hasretini çektiğin muhteşem bir
aroma tadında mı tüter bilemezsin ama tüter.
Burnumun direği sızladı dersin uzak
saldığında senin olan bu topraklardan.
Hekim Ali Süavi Efendi – Urfa’nın
Kurtuluşu’nu yazdığım
kitabım da:
Hekim Ali Süavi Efendi Fransa’dan
gelmişti.
Vatanının
bir karış toprağını yabancılara verilmeyecek olan bu kutsal savaşta bulunmak istiyordu.
Uzun yıllarda uzak olunca o Vatan kokmaz mı? Kokar
kardeşim kokar.
Hekim Ali Süavi Efendi kendisine
verilen görevi görüşmek üzere giderken neler hissetmişti.
Buyurunuz:
&
İstanbul
bu gece gökyüzünün istilasına uğramıştı adeta...
Siyahın
tüm tonları bu geceye acı bir şekilde hâkimdi.
Zifiriden
griye giden tonlar beyaza yaklaşmaktan çok uzaktılar.
Yağmur
bardaktan boşanırcasına tabirini haksız çıkartmamak için çabadaydı.
Arada
çakan şimşekler karanlığın koyuluğundan biraz renklenmesine İstanbul’un biraz
görünmesine izin veriyorlardı...
Gök
gürültüsü ve arada yakınlara düşen yıldırımların ürkütücü sesleri serin havayı
daha da bir soğutuyorlardı.
Evet...
Karanlık, yağmurlu bir geceydi...
Oldukça
kasvetli bir o kadar da ürkütücü...
Sonu
görülmeyen yolda, yağmurun altında bir fayton gidebildiği en hızlı hali ile
ilerliyordu...
Taşlı
yolda nalların demirleri ile taşlar birlikte gecenin isyanına inat ritmik bir
müzik için birlikte çalışmaktaydılar...
Tekerleklerde
onlara bu ikili gruba eşlik ediyordu.
Bir
orkestra, kendiliğinden oluşan heyecanlı, hüzünlü ve ürkek ve bir o kadar da
enteresandı.
Faytondakinin
kalp atışları duyulmuyordu bu ritmik seslerin arasında, buda oldukça normaldi.
Kalp
küçük, taş büyük...
Tekerlek
kuvvetli atlar tekerlekler kadar güçlü... Kalp küçük, kalp üzgün, kalp
ağlamaklı ama yorgun değil üstelik yorulmaya hazırlanmakta. Çok yorulmaya. Zor
yorulmaya...
Soğuk
bir geceydi…
Arka
tarafta soğuktan korunması için faytoncunun verdiği battaniyeyi dizlerine
örtmüştü genç adam, faytondan başını hafifçe dışarı çıkardı.
“Mübarek gittikçe hızlanıyor.”
Rüzgâr
bir daha ama bu sefer biraz daha sert esince ürperdi. Arada bir çakan şimşekte
etraf aydınlanıyordu.
“Ah geceler... Nelere kadirsiniz.”
Evlerin
önünden geçerken, pencerelerde olur olmaz titrek ışıkları seçtiğinde bir garip
merak sardı.
”Kim bilir kimler yaşıyor buralarda... Neler
oluyor her bir ocakta? Ne sevinçler, ne kederler yaşanıyor şu anda.”
Gözlerini
kapattı. Derin bir ah çektiğinde ağzından çıkan dumanlar soğuk havaya karıştı.
“Ne çok içimi acıtmış, meğerse hasretlik…”
Sokaklarda
kimse yoktu ama ağaçlar rüzgârdan çıkardıkları sesler ona yalnız olmadığını
hissettiriyordu.
Şimşek
tekrar çaktığında hem yolun yan tarafına düşen deniz, hem de faytonun arka
tarafındaki genç adamın yüzü daha iyi seçildi.
Esmer
bir adamdı. İri siyah gözleri, siyah bıyıkları başındaki fesinden arta kalan
yerden görülen gür siyah saçları vardı.
İri
yarı bir adamdı. Sert bir görünümü vardı...
“Bu şehir bir başka kokuyor. Benim özlediğim koku
gibi kokuyor. Bu benim memleketim... Memleketim işte böyle kokuyor.”
Tekrar
havayı kokladı. Yağmurla, toprak bir arada inanılmaz bir aroma çıkartmışlardı
mis gibi memleket kokusu sarmıştı her bir yanı...
“Vatan kokuyor.”
Rüzgârın
esintisi yüzüne sertçe vurunca, başındaki fesi düşmesin diye tuttu…
“Dilerim ki olur.”
Nazan Şara
Şatana
nazanss.blogspot.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder