18 Ekim 2017 Çarşamba




Bir gün evimizde sinema olsa!
Sonra evimizde sinema oldu.


nazanss.blogspot.com




Sinemaya düşkünlüğüm çocukluğumda başlayan bir rahatsızlıktı. Babamın sinema sevdası bana ve kardeşlerime, kendimizi bildiğimizde, aklımızın erdiğinde geçmiştir herhalde.

Memur bir ailenin çocukları olarak bizler, Türkiye’nin çeşitli yerlerinde görev yapan babamdan dolayı çok dolaştık.
Küçük şehirlerde, büyük sinemalar olurdu.
Sinemalar büyüktü, bizler çünkü küçüktük.
Babam Yabancı Film izlemeyi çok severdi.
Allah Rahmet Eylesin.
Benim babam çok yakışıklı bir adamdı.
Onu Clark Gable’ye benzetirlermiş.
Benim hayatta gördüğüm en yakışıklı adamdı.
Rahmetli babam.
Babam sevdiği her şeyi çocukları ile paylaşmayı seven bir aile reisiydi. Annem ve bizler yanında giderdik sinemaya.
Hatırlıyorum, ne kadar çok uykum gelirdi.
Hele ikinci aradan sonra koltukta uykuya dalardım.
O zamanlar hep hayal ederdim.

Bir gün evimizde sinema olsa!
Sonra evimizde sinema oldu.

Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT), Türkiye Cumhuriyeti'nin kamu yayıncılığı yapmakla görevli tek kuruluşudur. 1 Mayıs 1964 günü çıkan TRT yasasıyla kuruldu. 1990'ların başında ilk özel televizyon kanalı ve özel radyo kanalı yayına başlayana dek Türkiye'de radyo - televizyon yayıncılığı yapan tek kurum olarak hizmet verdi.(alıntı)

Böyle bir resmi yazıyı da burada tekrarladıktan sonra devam ediyorum…

Ben ilk kez televizyonu dayımların bir komşularında görmüştüm.
Dayımları ziyarete gitmiştik. Anneme söylemişti dayım, televizyonun nasıl olduğunu, komşularının aldığını arada gidip izlediklerini.

Nasıl heveslenmiştim anlatamam size.
Amerikan filmlerinde gördüğümüz, evlerdeki televizyon artık bizim ülkemizde de vardı.
Dayıma çok ısrar etmiştim. O da kırmadı, bizleri aldı komşumuza götürdü.
‘Çocuklar merak etmiş de’ diye başlayan muhabbetlerini hiç duymadım. Benim ilk gördüğüm bir folklor ekibinin oynadığıydı. Siyah beyaz gösteriyordu.

Çok güzeldi. Çok güzeldi.
Ben televizyona gördüğüm an vurulanlardanım. Sonra babama yalvarmalar başlamıştı. Ah bizimde bir televizyonumuz olsa!
Oldu…
Olmasına oldu da, biz seyredemiyorduk ki!
İstiklal Marşı ile açılışını, sonra yine İstiklal Marşı ile kapanışını görüyorduk. Birde arızalarda kar manzara resimlerini…

Neden derseniz. Misafirden diyebilirim. Devamlı konu komşu, onların tanıdıkları sinemaya gider gibi televizyonun yayınlandığı gecelerde bize geliyorlardı. Bizler Rahmetli anacığım, kız kardeşim Suzan çay yapıyorduk, meyve ikram ediyorduk.

O zamanlar çayın yanında bisküvide verilirdi. Onları hazırlıyorduk. Salon çok kalabalık oluyordu.
Öyle bir hal almaya başladı ki derslerimizi yapamaz olduk.
Annem krizlerde. İş güç, ayıptır söylemesi masraf!
Benim annem de babam da çok kibar insanlardı. Çok misafirperverlerdi. Özellikle babam, misafirler geldikçe çok keyiflenirdi. Onları kapıdan:

“Oooo hoş geldiniz, buyurun-buyurun’larla karşılar, hayırlı geceleriniz olsun, Allaha emanet olun’lar la uğurlardı.”

Çok mutlu olurdu.
Babam böyle biriydi.
Oysa taksitle aldığı televizyonu ödeme zamanı geldiğinde de kara – kara düşünürdü.
O zamanın insanları farklıydı.
Annem yorulurdu, kendince şikâyet eder gibi olurdu ama bunu ne babam, ne de gelenler fark ederdi.

Sonra, televizyon çok hızlı bir şekilde evlerin vazgeçilmezi haline geldi. Bir süre sonra bize gelen misafirlerin sayıları azaldı. Sonunda da bitti.
Bitti bitmesine de! Misafirlik denilen bence muhteşem beraberlikte bitti.

Televizyon herkesi esir etti, kimse artık evinden çıkmak, komşu, ahbap, akraba ziyaretlerine gitmek istemez oldu.
Zamanla televizyona o kadar bağımlı olmaya başladık ki, parazit olduğunda bile gözlerimizi ekrandan alamaz hale geldik.
Hele antenle savaşlar vardı ki görmeye değerdi.
Çatıya çıkan beyler! Balkonlardan, pencerelerden,  yarı beline sarkan eşler ya da çocuklar!

“Oldu mu?”
“Yok baba, sağa çevir.”
“Olmadı… Eski haline getir, daha iyi…”

Bu da uzun zamanlar aldı. Ardından özel kanallar sırayla devreye girdi, renklenmişti televizyonlar, üstelik hiç bitmiyordu programlar.
Tek kanal zamanında:

Klasik müzik sevmeyenlerin bile sevdiği,
Hayvan belgesellerinde ki yılanlarla, ceylanların can dertleri,

Bitmek, tükenmek bilmeyen açık oturumlar!
Buz pateninin ne olduğunu bilmediğimiz halde, onun müsabakalarını takip etme günleri bitmişti…

Erkeklerin dünyaları daha da renklenmişti.
Maça gidemiyorum diye hayıflanmak niye!
Görmeden, radyodan takip etmekte artık revaçta değildi. Kanallar maçları naklen veriyordu.
Zaten ilk naklen de öyle olmuştu.

Televizyon yalnızların, yalnızlığını almıştı, bir tek farkla!
Yalnızlar yalnız değildi ama kalabalıklıklar yalnızlığa mahkûm olmuştu.

Şimdilerde her oda da bir TV ekranı.
Anne başka yerde, çocuk kendi odasında evin reisi babalar ise salonda televizyon izler hale geldik.

Televizyon dünyaya açılan pencerelerimiz oldu. Biz ondan çok güzel şeylerde öğrendik.
Belgesellerde tek kanal zamanında Türk Milletine alıştırılan güzelliklerdendi. Yurttan seslerde. Türküleri de sevdik, Zeki Müren’i de, Emel Sayın’ı da, Muazzez Abacıyı’ da.

Yılbaşı geceleri saat on ikide oryantal çıkması muhteşem bir olaydı. Herkes onu beklerdi. Dansöz çıkacak! Vay canım ne kadar önemliydi.

Bizler dizileri de, şimdilerde tutulduğumuz dizi rahatsızlığını da o dönemlerden edindik. Dallas izlerdik ki ne izlemek.
Ceyar’ı vurduklarında katili birçok belediye halkına hoparlör ile duyurmuştu.
Dallas, Kaçak, Komiser Columbo, Filamingo yolu, Kökler ve Köle İzaura dizilerinden de çok şeyler öğrendik.

İlk yerli dizi de geldiğinde: Aşk-ı Memnu hepimizin gönlünü feth ettiğinde keyfimize diyecek yoktu.
Eurovision! Bunu anlatmak sayfaları almak demektir. Semiha Yankı’nın gittiği zamanı hatırlıyorum da kıyamet kopmuştu.

Sinemaya gelirsek, televizyon ilk yıllarında sinema sektörüne büyük darbe vurdu.
İnsanlar bu yeni eğlence için evlerinden çıkmıyorlardı. Üstelik Televizyonda Sinemada vardı.
Bir süre bunun rahatsızlığı sadece Türkiye’de değil dünyada da yaşandı.
İnsanın temel yapısında olduğu gibi, bir süre sonra eski heyecanları yeniden tatma isteği ile sinemalara yöneldi. Televizyonun yeri başkaydı, sinemanın yeri daha başka!
Bazen, elektrikler kesiliyor, ne yapacağımızı şaşırıyoruz. İnanın ben ve ailem, elektrik kesildiğinde:

“Eyvah televizyon” diyoruz.
Aklımıza ilk o gece kaçıracağımız dizi geliyor ve karanlıkta ya da mum ışığında yâda diğer suni ışıklarla vaktimizi nasıl geçireceğimiz!

Televizyon gerçekten ciddi bir tiryakilik! İyi tarafları da var, kötü tarafları da…

Ben hep iyi tarafları olduğuna inananlardanım.
Kitap okumayı sevmeyen millet olarak, görsel sanatlarla birçok şeyi bilir olduk, gidip göremediğimiz yerleri gördük, başka kültürleri tanıdık, başka insanların hayatlarını nerede ise birebir izledik. Tarihi de izledik, coğrafyayı da. Sanat kültür programlarında da çok şeyler öğrendik.

Susam sokağı ve şimdi birçok çocuk kanalı ile çocuklarımız daha bilinçli yetişiyor.
Sabah programlarını belki çok eleştiriyoruz ama oraya çıkan, ‘bilen kişilerden’ ne kadar çok edinimlerimiz oluyor.

Müzikler sadece dinleme ile ruhumuzu okşarken, artık muhteşem kliplerle gözlerimize ziyafetlerde çekiyoruz. Devlet adamlarımızın konuşmalarını, açık oturumları, tartışmaları izliyoruz dinliyoruz.
Sporun her dalını izlerken artık kanalları ayrı olmuş olan futbol, at yarışı, basketbolu içimizden hangisini! Kendi tercihimiz doğrultusunda yapıyoruz.

Yarışmalar da bizlere, gazetelerdeki bulmacalar kadar bilgi yüklemiyor mu? Yüklüyor.

Ben ciddi bir televizyon tiryakisiyim. Televizyon olmadan ne yapıyorduk bilmiyorum. Hatırlıyorum tabiki.  Sadece derdim var şundan yana;

Keşkelerim hep çok oldu bu televizyonlardan sonra:
Yine televizyon seyredelim, sinemaya da gidelim.
Yine dizileri izleyelim, büyüklerimize de gidelim.
Yine sabah programlarını izleyelim, komşularımıza kahve içmeye de gidelim.

Yine televizyonun spor saatlerini kaçırmayalım, eşimize ve çocuklarımıza da zaman ayıralım.
Hepsi bir ara da bir bütün olduğunda televizyonun tadına doyum olmaz.

İnşallah benim de dizilerim TRT’de olsun.
Sevgiyle, muhabbetle, güzelliklerle kalın.




Nazan Şara Şatana

nazanss.blogspot.com




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder