18 Ekim 2017 Çarşamba




İDİL BİRET

Onun için çıkarılan kanun:


‘Birincilerin Birincisi’
Devlet sanatçısı

nazanss.blogspot.com



İki yaşında müziğe ilgi,
Dört yaşında Bach'ın prelüdlerini çalmaya başlamak!


‘Çağımızın en önde gelen piyano ustalarından biri’



Olağanüstü bir hafıza, mükemmel bir teknik ve yorumlama gücüne sahip olarak nitelendirilen Biret;
‘Dünyanın en geniş repertuvarlı piyanisti’
Unvanını taşımakta.

1971’de T.C. Devlet Sanatçısı ilan edilen İdil Biret, Boğaziçi Üniversitesi’yle Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nin
“Onursal Doktora”
unvanlarını taşıyor.



Bir Türk olarak, bir kadın olarak onunla gururlanmamak ne mümkün!
Sadece onu bir Türk kadını olarak düşünmek yanlış. Bir Türk’ün gösterdiği olağanüstü başarılar demek daha doğru…
O bütün dünyaya Türk’ü ve sanatı tanıttı.
O bütün dünyaya kendini ayakta alkışlattı.

Bizlerde alkışlıyoruz.
İYİKİ VARSIN İDİL BİRET…


Bir çocuk düşünün lütfen, iki yaşında ama müziğe çok ilgili…
Bunda ailenin müzikle uğraşmasının elbette bir alakası var. Ama bu onun içinden gelen bir duygu… Başka çocuklar, oyun oynarken, yaramazlık yaparken, o müzik dinliyor, müzikle mutlu oluyor…
Aile ondaki müzik aşkını fark ediyor.


Müzikle uğraşan bir ailenin çocuğu… İdil Biret’in annesi Leman Biret’in anılarını okudum. Buradan bazılarını alıntı yapmak istedim. Çocuklarında İdil Biret’in çocukluğundaki gibi bulguları olanların dikkatini çeksin istedim.


İdil’in çocukluk hayatını, musikideki hamlelerini, söylediği hoş sözleri vb. günü gününe kaydetmemizi onu her tanıyan bize hararetle tavsiye etmişti.

Ne yazık ki biz bu yerinde ikazlara lazım gelen önemi vermedik ve şimdiye kadar bu konuda en küçük bir teşebbüse bile girişmedik.

Bugün geride kalan o güzel günlerin bazı ilginç ve hoş hatıralarını eşelemek isterken bana yardımcı olabilecek hiç bir vesikaya sahip olmadığımı esefle görüyorum.
Ve ancak anılara başvurmak suretiyle bir şeyler karalamaya çalışıyorum.

Müziğe karşı yoğun bir tepki

İdil’i dinleyen her kişi istisnasız şu suali sorardı:

“Çocuğun istidadını ne zaman ve nasıl keşfettiniz?”

Bu sualin cevabı hem kolay hem de güç; zira biz de bunu tam zamanında tespit etmiş değiliz. Onu ancak iki buçuk yaşında sesleri ezbere tanıdığı ve tek parmakla melodiler çalmaya başladığı zaman hayretle karşılamıştık.
Hâlbuki daha üç aylıkken hatta daha evvel huysuzlandığı akşamlar büyükannesi piyanoda çaldığı ninnilerle onu sustururdu.
Piyano durunca o tekrar ağlar, başlayınca susardı. Bu durum radyo ile de aynen böyle olurdu.
O zamanlar sesleri bir gürültü halinde mi yoksa müzik olarak mı işitiyordu, bilinmez.
Yalnız ritm duygusu bizi çok şaşırtırdı. Yine üç dört aylıkken arkadaşlar onu kucaklarına oturtup “fış fış kayıkçı” diye ileri geri sallarlardı. Onlar durunca bu sefer aynı tempo ile henüz konuşamadığı için “da da dada” diye onları taklit ederdi.
On aylıkken bir gün akrabadan Prof. Nurettin Şazi ilk defa onun yanında keman çalıyordu. Henüz yayı çekmeye başlamıştı ki küçüğün odayı çınlatan yaygarası onu hemen durmaya mecbur etti.
O güne kadar görmediğimiz bir şekilde ağlıyordu. Sakinleşmesi için belki bir çeyrek saat uğraşıldı.
Bu durum karşısında hepimiz çocuğun müzikten hoşlanmadığına kani olmuş ve üzülmüştük.

Bir yaşında iken henüz konuşamıyordu ama radyoda çalınan marş veya çocuk şarkılarından birinin ritmini parmaklarımızla masaya vurduğumuz zaman bunun hangisine ait olduğunu derhal bulur ve melodisini dilinin döndüğü kadar mırıldanırdı.
Bir iki yaşına kadar içinde oynadığı parmaklık tam piyanonun yanında bulunuyordu.
O henüz ilk yürüme tecrübelerini yapmak üzere emeklemeye başladığı sıralarda hemen piyanoya gider ve ellerinin bütün kuvvetiyle tuşlara vururdu. İnceli kalınlı sesleri keşfettikçe hem hayret hem de memnuniyetle yüzümüze bakar, bize bir şeyler söylemek isterdi sanki…

Aynı zamanda piyanodan müthiş surette korkardı.
Bir gün arkadaşım Vahdet Hanım, onu bu korkusundan vazgeçirmek için “gel seni piyanonun içine sokalım” der demez öyle bir titreyişle bağırmaya başladı ki bu sözü unutması için bir hayli uğraşmak zorunda kaldık.

Aynı tarihlerde bir gün yine Vahdet bize gelmişti. Piyanonun başına geçip gür bir sesle şan yapmaya başlar başlamaz İdil yaygaraları koy verdi. Sonunda arkadaşım evvela hafif ve git gide yükselen gamlarla onu şarkılarına alıştırabilmişti.

İki yaşında iken bir gün Vahdet bir iki arkadaşla birlikte elinde gitar evin merdivenlerinden çalıp söyleyerek yukarı çıkıyordu.
Kapıyı açtığımız zaman İdil onları gördü ve ilk defa keman sesi duyduğu günü hatırlatan bir şekilde bağırıp ağlamaya başladı.
Hepimiz birden onu teskine uğraştık. Fakat şarkı ve gitar başlar başlamaz o deliye dönüyor, kaçacak yer arıyordu. Nihayet herkesin kendisini ayıpladığını görünce mini - mini kafasıyla bir kaçamak buldu ve gitarın kocaman kutusundan korktuğunu söyledi.
Kutu derhal dışarı çıkarıldı. Bu sefer gitar eşliğinde daha çok hafif sesle söylenen şarkılar başladığı zaman o yine tir - tir titreyerek bana sarılmış bir durumda azami gayret sarfıyla ses çıkarmadan dinliyordu.
Fakat çocukta daimi bir huzursuzluk gören arkadaşlar onun müzik sevmediğine kani olarak sustular. Biz de bir hayli üzüldük.
Bazen radyonun içinden çıkan incecik bir ses bile onu bağırtarak kaçırtırdı.
(Piyanodan ve bütün ses dünyasından bu derece ürkmesinin, aynen Nadia Boulanger’nin çocukluğunda da böyle olduğunu sonradan öğrendim. Araştırmacılar bu durumun müziğe karşı duyulan fazla ilgiden ileri geldiği kanısına varmışlar.)

Onu çok korkutan bir şey de gece yatağında iken mehtabın görünüşü olmuştu.
Daha sonra perdeleri sıkı - sıkı kapattığımız halde bir kenarından ayı görür görmez “ay dede” diye gözünü ondan ayıramazdı.
Son derece korkuyor hissini verdiği halde perdenin büsbütün kapanmasına da bir türlü razı olmazdı. Ayı hayretle seyreder ve git gide hoşlanmaya başlardı. İkinci ay, mehtabın tekrar çıktığı zamanlar onu ilk defa yine korku ile fakat sonra zevkle seyrederdi.
Henüz birkaç aylıkken evde en çok ilgisini çeken şey lambalardı. Işığı görür görmez gözünü bir türlü ondan ayıramaz ” amba - amba” diye sevinçle bağırırdı.
Gece yatarken ya piyano ya da radyo çalınmasını isterdi, aksi takdirde huysuzluk yapar, uyumazdı.
Gitar olayından az sonra Vahdet ara sıra şarkı söylerdi. Fakat bu sefer İdil piyano durduğu şarkı kesildiği zaman yaygaraları basmaya başladı.
Evvela tekrar çalınması için henüz yarım yamalak konuşmasıyla, daha mânâsına “da da” diyerek yalvarır, eğer yine çalınmazsa hüngür - hüngür ağlardı.

Bir gün radyodan dinlediği mandolin birliği saati onun küçük kalbinde büyük sarsıntılar yaratmıştı. Bir akşam yemeğini yerken radyoda mandolin birliği saati başlamıştı.
Evvela hayretle bir dinledi sonra gözlerinden sessiz yaşlar akmaya başladı. Artık ona yemek yedirmek imkânsızdı. Kafasını babasının göğsüne dayamış hem ağlıyor hem dinliyordu.
Derhal yatağına yatırdık.
Ve ondan sonra her hafta mandolin birliğini büyük bir sabırsızlıkla beklemeye başladı. Müzik başlamadan telaşla yatağına girmek ister ve orada rahat - rahat dinleyerek uyurdu. Lakin bu ilgisi pek uzun sürmedi.

Daha sonra orkestra konserlerini tercih etmeye başlamıştı. Bunları dinledikten sonra esas melodiyi hemen ayırdeder ve tek parmağıyla piyanoda çalardı. Daha sonra, dört yaşına doğru iki elinin de iştirakiyle bunları en doğru armonileriyle piyanoda çalardı. Büyüklerin bile muayyen bir müddet içinde çalışarak ezberledikleri Bach prelüdlerini (Clavecin Bien Tempéré’den), bir iki dinleyişte derhal ezberler ve piyanoya ilk oturuşta bunları en küçük bir hata bile yapmadan gramofon gibi tekrarlardı.

Onun piyanonun önünde oturup da çalacağı bir parçayı tecrübe etmesi ya da duraklaması vaki değildi.
Bazen bir kez dinlediği uzun bir eseri birkaç gün sonra ortaya çıkarışı bunu kafasında işlediği zannını veriyordu.
Nitekim beş yaşında bulunduğu sıralarda bir gün İstanbul’da rahmetli Karl Berger’i ziyaretimizde bu tahminimizin doğruluğunu ispat eden bir sürprizle karşılaştık.
O gün kendisine büyük hayranlık gösteren Berger’e birçok şeyler çaldıktan sonra o zamana kadar hiç duymadığımız bir Bach Invention’u da çaldı. Bu Invention’u Ankara’dan hareketimizden evvel hocası Mithat Fenmen’den dinlemiş.
Bizim şaşkınlığımızı gören Berger meseleyi tahmin ederek: “Sen bunu ne zaman öğrendin?” diye sorunca küçük gayet tabi bir şey söylüyor gibi:
“Trende” cevabını verdi. Ve işte o gün kesin olarak dinlediği eserleri elleriyle değil kafasıyla çalıştığı kanaatine vardık.

Daha sonra buna benzer bir sürprizi Ankara’da Sayın Vedat Nedim Tör’ün kendisini görmeye geldiği zaman yapmıştı.
O gün yine hocasından dinlediği yirmi küsur sahifelik iki Bach Partita’sını baştanbaşa çalarak bizi şaşkına çevirmişti. Berger’in hürmet derecesindeki hayranlığını hiç bir zaman unutamam.
Daha dinlediği ilk parçadan sonra “bu çocuk bir génie’dir” demişti.

“Allah’ıma şükrediyorum ki bana hayatımda böyle bir mucize gösterdi”, derken gözleri yaşarıyordu.
O gün sayın eşi Aliye Berger, Seyfettin Çürüksulu ve Nurettin Şazi beyler de beraberdi.
Berger:
“Bu bir şelaledir, hiç bir kuvvet onun akmasına mani olamaz. Ancak yolunu çevirebilirler. Onun için bu çocuk dünyanın en iyi pedagogu ile çalışmalıdır.” Diyordu. Ne yazık ki onu bir daha görmeden ebediyen kaybettik.

İdil’in notaya alışması bir hayli güç oldu.
Vakıa o daha dört yaşında iken notaları biliyordu. Hatta kulağının “absolu” olması dolayısıyla kendisine söylenen tek sesli bir melodiyi notaya alabiliyordu.
Ancak yine bu kulağın ve hafızanın şaşmazlığı yüzünden bir eseri oturup uzun -uzun deşifre etmek zahmetine girmektense bir kere dinlemekle kolaycacık çalmayı tercih ediyordu. Onu ilk gören ecnebi artist Lazare Levy olmuştu ve hayranlığını “korkunç” kelimesiyle açıklamıştı.

Herkes için en güç bir mesele olan transposition’u İdil’in azami kolaylıkla ve istisnasız her tondan yapışı onu dinleyen bütün müzisyenleri hayretlerde bırakıyordu.

Bazıları onu şaşırtmak için rastgele bir ses çıkarıp “bu do’dur” veya “bu mi’dir” dedikleri zaman küçük küplere biner ve o sesin aslını derhal bulur “hayır o do değil si’dir” ya da “mi değil la’dır” diye pür hiddet düzeltirdi. Kalınlı, inceli tuşlara on parmağını birden basıp soranlara teker teker ve hiç yanlışsız bu notaların isimlerini sayardı.
Nitekim ona Lazare Levy arkasını döndürüp beş altı mésure’lük bir parça çalmış ve ondan bunu aynen yapmasını istemişti. O koşarak gelmiş ve hemen aynını çalıvermişti. O zamanki müzik otoritelerimiz Lazare Levy’den çocuk hakkındaki düşüncelerini yazı ile bildirmesini istemişlerdi.

O bu yazısında uzun meslek hayatında pek çok erken yetişmiş çocuk gördüğünü fakat böyle bir istidada hiç bir zaman rastlamadığını, düşüncelerin üstünde en mükemmel bir audition ve şaşmaz bir belleğe sahip bu çocuğu, bir dahi olarak kabul etmek gerektiğini, ileride hiç kuşkusuz Türkiye için bir şeref olacağını ve nasıl yetişmesi lazım geldiğini vs. yazmıştı... Paris’e gelince kendisinin de bizzat onunla meşgul olacağını bildiriyordu.

Ses bulmak bakımından öyle bir kulağa sahipti ki otomobillerin kornasından fincan, bardak şangırtısına kadar her sesin ismini söylerdi.
Sokaktan geçen otomobillerin kornalarının çıkardığı sesi biz tek ses olarak duyarken o ekseriya üç ses ismi söylerdi: do, mi, sol v.b.
Kilise çanlarını keza bize birkaç ses üzerinden piyanoda taklit ederdi. Onun kulağının hassaslığını ilk defa Nurettin Şazi keşfetmişti.
Bir gün ondan ezbere bir la sesi vermesini istedi. İdil “ya” diye bir ses çıkardı.
Biz hemen bu sesin doğruluğunu ölçmek için piyanoya koşunca aynı la’yı oradan duyup ne diyeceğimizi şaşırmıştık. İki buçuk yaşında ya var ya yoktu.
Ondan sonra karmakarışık bir halde herkes ondan bir ses istedi ve o bütün bunları teker - teker vermeye başladı. Kendince inceye giderken diyez, kalına giderken bemol diye adlandırıyordu.
Bu hayret verici bilgiyi bir gün tesadüfen ona tuşların isimlerini söyleyerek çalınan gamlardan edinmişti meğerse.(alıntı)


İdil Biret’in annesinin anlattıkları sayfalarca sürüyor. Keşke imkânımız olsa sizlere hepsini aktarabilseydim. Ben büyük sanatçı İdil Biret’i daha iyi tanımanız için bazı yazıları aktaracağım.

Bu çocuk, iki yaşında piyanonun başına geçmiş, aile şaşkın, çocuk müzikle bir bütün ve dört yaşında Bach’ın prelüdlerini çalmaya başlıyor.
Bu olağan üstü bir olay.

Olağandışı müzik yeteneği,
‘absolut’ kulağı,
Duyduğu her parçayı anında ve eksiksiz olarak piyanoya aktarabilme yeteneği!

Yedi yaşında Ankara Radyoevinde J. S. Bach’ın Re Majör piyano konçertosunu yorumlaması büyük ilgi uyandırıyor.

Bu inanılmaz harika çocuk, o dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü tarafından, TBMM’nin özel olarak İdil Biret adına çıkarılan bir yasa neticesinde, yedi yaşında ailesi ile birlikte Fransa’ya gönderiliyor.

Ondaki inanılmaz cevher fark edildiğinden, bu harika çocuk değerlendiriliyor. Bundan sonra hayatı o kadar fevkalade geçiyor ki!
Çalışıyor - çok çalışıyor.
Büyük – çok büyük başarılara imza atıyor.
O parmakla gösterilen olağan üstü biri oluyor.
Onun başarılarını yazmak,
Onun hakkını vererek sizlere aktarmak çok zor.

Ben onunla ilgili yazıyı da sizlere aktarmak istiyorum.

Kanun çerçevesinde eğitimi için ailesiyle birlikte Paris Konservatuarı'na gönderilen Biret, burada 20. yüzyılın önemli pedagoglarından Nadia Boulanger ile çalıştı.

Alfred Cortot ve Wilhelm Kempff gibi hocalarla çalıştı.

8 yaşında paris radyosunda ilk konserini verdi. Fransız piyanist Alfred Cortot’dan dersler aldı.

Küçük yaşta Kempff’in hayranlığını kazanan Biret, 11 yaşında iken onunla Paris’te Champs-Elysees’de Mozart’ın İki Piyano için Konçertosu’nu çaldı.

Biret, Paris Ulusal Konservatuarı’nı Yüksek Piyano, Eşlikçilik ve Oda Müziği dallarında birinci olarak bitirdiğinde 15 yaşındaydı.

16 yaşından itibaren çeşitli dünya sahnelerinde yer aldı.

Amerika’daki ilk konserini 21 yaşında, Rachmaninoff’un Üçüncü Piyano Konçertosu’nu çalarak Erich Leinsdorf yönetimindeki Boston Filarmoni Orkestrası ile gerçekleştirdi.

İdil Biret'ten ömrü boyunca ‘en değerli öğrencim’ olarak söz eden hocası Alman piyanist Wilhelm Kempff, onunla müzikal ilişkisini hayat boyu sürdürdü.

Zaman - zaman Kempff'in Positano'da verdiği master class'lara katıldı. Kempff'in 90. yaşı için düzenlenen konserde çaldı.

İlk Rusya turnesini piyanist Emil Gilels’in çağrısı üzerine yaptı ve bu ülkede büyük başarı kazandı.

Boston Symphony, Orchestre National de France, Orchestre Suisse Romande, London Symphony, Leningrad Philarmonic, Leipzig Gewandhaus, Dresden Staatcapelle, Tokyo Philarmonic, Sydney Symphony ve Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası eşliğinde dünyanın her yerinde konserler verdi.

Biret, 1986 yılında, Beethoven’ın dokuz senfonisinin Liszt tarafından yapılan uyarlamalarını, kayda aktaran ilk piyanist oldu.

Beyin ve kol gücü olarak piyanistik sınırları zorlayan Biret, Montpellier Festivali’nde, eleştirmenler tarafından yapılması imkânsız olarak nitelendirilen bir denemeye girişerek bu uyarlamaların hepsini ardarda 3 konserde seslendirdi.

Yıllar içinde bu ülkede yüze yakın konser verdi.

Biret beş kıtayı kapsayan sayısız konserlerinde Atzmon, Copland, Kempe, Keilberth, Sargent, Monteux, Fournat, Leinsdorf, Pritchard, Scherchen, Rozhdestvensky, Mackerras gibi ünlü şeflerle çaldı; Montreal, Berlin, Montpellier, Nohant, Royan, Dubrovnik, Atina, Ankara ve İstanbul festivallerine katıldı.

Montreal, Berlin, Montpellier, Nohant, Royan, Dubrovnik, Atina, Ankara ve İstanbul festivallerine katıldı.

Biret, 1986 yılında, Beethoven’ın dokuz senfonisinin Liszt tarafından yapılan uyarlamalarını, kayda aktaran ilk piyanist oldu.

1992 yılında Chopin’in tüm eserlerini içerin 15 CD’lik bir seriyi Naxos firmasıyla kayda aldı. Bu kayıt 1995 yılında Varşova’da gerçekleştirilen “Chopin Diskleri Büyük Ödülü” çerçevesinde, İdil Biret’e jüri özel ödülünü kazandırdı.

Sanatçı daha sonra Brahms (1997, 12 CD) ve Rachmaninoff’un (2000, 10 CD) tüm piyano yapıtlarını külliyat halinde kaydederek romantik piyano edebiyatı literatürüne kendi damgasını vurdu.

Bu CD’ler kısa sürede uluslararası müzik piyasasının aranan kayıtları haline geldi.

1995 yılında Boulez’in 3 sonatı için yaptığı kayıt Paris’te her yıl düzenlenen “Altın Diyapozon” ödülünü kazandı.

“Le Monde” gazetesi bu diski yılın en iyi kaydı seçti.

1997’de Brahms’ın ölümünün yüzüncü yılı nedeniyle, bestecinin piyano eserlerinin tamamını Almanya’da 5 resitalde icra etti.

Ayrıca bir konserde Brahms’ın iki konçertosunu birden çalarak bunu yapabilmiş çok az sayıda piyanistin arasına girdi.

1998 yılında, Beethoven’ın 5 piyano konçertosunu 3 günlük konser dizisinde ardarda seslendirdi.

Biret, ayrıca 7 günlük bir konser dizisinde Beethoven’in tüm piyano sonatlarını ardarda çaldı.

Şu anda bu sonatları kaydetmekte olan piyanist, bu projesiyle dünyada Beethoven’ın piyano için yazdığı sonat, konçerto ve senfoni uyarlamalarının tamamını seslendiren tek piyanist ünvanına erişmektedir.

Son olarak 2002 yılında da György Ligeti’nin piyano etüdlerinin kaydını yaptı.

Sanatçı şu anda Brahms’ın senfonilerinin piyano uyarlamalarını yazmakta.

Kendi etüdlerini de bestelemiş olan Biret, 70’i aşkın LP/CD’si ve bunların 2 milyon’a yakın satış rakamıyla klasik müzik dünyasının en çok sevilen ve aranan yorumcularından biri…

Sanatçı bugüne kadar:

Kraliçe Elizabeth (Belçika),
Van Cliburn (ABD),
Busoni (İtalya),
Montreal (Kanada),
Liszt (Weimar, Almanya)
Birçok piyano yarışmasında jüri üyeliği yaptı.

Yurtdışında aldığı ödüller arasında

“Lili Boulanger Memorial”,
“Harriet Cohen/Dinu Lipatti Altın Madalyası”,
Polonya Hükümeti Kültür Liyakat Nişanı,
İtalyan Hükümeti Adelaide Ristori Nişanı ve Fransa Hükümeti “Chevalier de L’Ordre de Mérite” nişanı bulunuyor.

Türkiye’nin en prestijli müzik ödülü sayılan Sevda Cenap And Müzik Vakfı Onur Ödülü Altın Madalyası’nın da sahibi.

Size bir kadından söz ettim, size bir sanatçıdan söz ettim, size harika bir insandan söz ettim, size ayakta alkışlanan büyük bir ustadan söz ettim.
Size İDİL BİRET’ten söz ettim.

Onu çok uzun yıllardır hayranlıkla takip ederim. Onun yaptıklarına bazen inanamam!
Onunla ilgili yazıları okurken, bir yakınımmış gibi gururlanırım.
Tabiki yakınım, o bir sanatçı daha ne olsun.
Sanatçı bizim yakınımızdır zaten!
Canımızdır, bizi temsil edendir. Hele böyle ayakta alkışlanan, dinleyenleri mest eden, harikaların – harikası müziklerle adını altın harflerle yazdıran bir Türk benim çok yakın bir akrabam, ailemdir.

Onun başarıları daim olsun.

Ellerine, yüreğine, gönlüne, ruhuna sağlık olsun İDİL BİRET…




Nazan Şara Şatana

nazanss.blogspot.com




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder