20 Ekim 2017 Cuma



Ha Hancı – Ha Otelci
Ha Yolcu – Ha Konuk…


nazanss.blogspot.com





Sizlere adları han olan kervan saray olan ilk otellerden söz etmek istiyorum.
Kervansaraylardan; İsmi bile çok büyüleyici.
Kervan kelimesinin altında nasıl bir gizem yatıyor.
Akla develer, yükler ve insanlar geliyor.
En çok da çöller, kum fırtınaları aklı sarıyor.
Gözünüzde çizilen resmin renkleri bejden kahverengine doğru gidenlerdir.
Kumdur, devenin rengidir, devecinin rengidir.

Başlarındaki örtülerinden, giyindikleri giysiye kadar bu başı ve sonu belli olan orta renkler denilen beş açık taba açık kahve tonlarının karışımıdır kervanlar.

Sonra biranda yanında saray kelimesi var ki.
Saray. Büyük, kocaman ihtişamlı ve güzel…
Saray demek insanı çağıran bir kelime.
Kervanın geldiği yer bir saray. Gel de kervancı kervan saraya gitme. Kumların arasından, sıcaktan, çölden, rüzgârdan sonra derin bir soluk alacağın, sıcak aş bulacağın, hatta üstünde kıvrılıp yatacağın bir de yatağı olan üstü kapalı bir yer!

Üstelik adı da kervansaray… Çok güzel gibi geldi. Peki, o zaman bizde kervansarayları irdeleyelim.
Kervansaraylar ne zaman ortaya çıkmıştır, nasıl olmuştur, nerededirler?

Kervansaray, kervanların ticaret yolları üzerindeki bir konak yeridir...
Bu resmi anlatımı…
Kısa az ve öz. Üstelik ne olduğunu size detaylı anlatıyor. Yani anlayabiliyoruz. Bunları öğrendikten sonra şimdi hangi tarihte kimler tarafından nerede yapıldığını öğrenmemiz lazım.

Kervansaraylar ilk defa 10. yüzyılın sonlarına doğru Selçuk Hanları tarafından
Orta Asya'da yaptırılmıştır.
Selçuklu hanları denilince zaten biraz durmak lazım… Bu çok önemli!
Ne kadar çok her şeyimizde Selçuklularla ilgili bir bağ görüyoruz ve şaşırıyoruz. Nasıl bir şey bu Selçuklular? Benim son araştırmam Selçuklularla ilgili. Her okuduğum sayfa, her edindiğim bilgi tarih içinde her zaman olduğu gibi beni şaşırtıyor ama inanın Selçuklular gerçekten insanı şaşırtmakla kalmıyor ciddi şekilde akla takılıyor ve bir sürede öylece Selçuklularla kalmanızı sağlıyor.

Şimdi sorular aklınızı karıştırıyor, takılıyorsa soracaksınız. Bende kendime soruyorum. Peki, sonra; Cevap hemen geliyor:

Önceleri Askeri savunma için düşünülmüş, zamanla artan ticaret ve dini ihtiyaçları karşılaması için genişletilmiştir.

Bakın turist diyoruz ya o zaman turizm tatil değilmiş. Aslında kervansaraydakiler yani bizim gibi turizmcilerin yaptığı yine aynı iş. Misafirin geliş şekli çokta önemli değil ki ister tatilini yapsın ister işini. Antalya’ya tatil için gelen turist turistte, İstanbul’a iş toplantısına gelen turist - turist değil mi?

Ya da şöylede diyebiliriz. Tesisin odasını kullanan, her tür aktivitelerinden yararlanan misafirin kalış sebebi biz turizmcileri çokta ilgilendirmiyor.

Biz hepsine aynı hizmeti veriyoruz o kadar. Dolayısı ile Selçuklu devrinde ticari yol ağında bulunan kervansaraylar, bu kervanların güvenli bir şekilde konaklamalarını sağlıyor mu sağlıyor…
İhtiyaçlarını görmelerini için hanlarda kalıyor mu kalıyor…
Burada çok önemli bir ayrıntıyı söylemeden geçemeyeceğim.
O zamanlar taşıtlar olmadığı için, koy benzini çift şoför olsun sür sürebildiğin kadar diye bir uygulama yok. Develer ne kadar gider diye bir uygulama var.
Bu da demektir ki:
Büyük ticaret yolları üzerinde kurulmuş olan Selçuklu kervansaraylarının aralarındaki uzaklıklar, deve yürüyüşü ile günde dokuz saat, yani 40 kilometre esas tutularak saptanmış.

Kervansaraylardan ayrıca şöylede söz edebiliriz. Bunlar gelenlerin konaklamalarını ve ihtiyaçlarını karşılıyorlarmış bunu artık biliyoruz ama bu kadarla kalmıyormuş ki.
O zamanlar savaşlar daha sık, düşman daha atakta ve çok. Öyle olunca savaşta buralar kale olarak kullanılıyormuş.
Nedeni buraların yapılarının kaleler gibi yüksek duvarlarla yapılmış olmasından kaynaklanırmış.
Normal zamanlarda buralar ayrıca Pazar yeri olarak ta kullanılırmış.
O da nasıl oluyormuş. Birçok istikametten gelen kervanlar burada konaklamak amaçlı mola verip kaldıkları zaman birbirleriyle de ticaret yaparlarmış.

Zaman geçiyor belki ama özünden de çok şey değişmiyor. Şimdi tesislerimizde şöyle bir ayrım vardır bizlerin.

Yazlık tesislerimiz vardır.
Bunlar tatil köyleridir, kulüplerdir yani birçok aktivitesi açık olan yerlerdir ki kışın kapalıdır biz bunlara mevsimlik deriz, sezonluk deriz.
Birde kapalı tesislerimiz vardır. Özellikle kışın ilgi görenler: Şehir otelleridir bunlar, termal otellerdir ya da bir çeşit sağlık otelleridir.

Bunların yanı sıra üçüncü tip oteller vardır ki bunlar tam teşekküllü otellerimizdir. Yaz kış açıktır. Açık yüzme havuzu da vardır, kapalısı da vardır.
Kışında misafirini ağırlar yazında ağırlar.
Hatta Akdeniz bölgesinde bile yazmış gibi tam teşekküllü çalışan tesislerimiz mevcuttur.
Şimdi siz diyeceksiniz ki iyi de yani bunun ne alakası var hanlar – kervansaraylar bölümünde.
Var. Evet, alakası var. O zamanlarda öyleymiş te ondan anlattım.
Bakın;
Selçuklu kervansarayları üç genel tipe uygun olarak yapılmışlardır.
Bunlar, yazlık denilen avlulu, kışlık denilen kapalı ve her iki türün birleştirilmesinden oluşan karma tiplerdir.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde şehirlerdeki hanlar ticaret ve konaklamak için yapılmış gelir getirici vakıf yapılarıdır...

Ben sizlere şimdi bunların çalışma şekillerini anlatacağım. Nasıl çalışıyorlarmış.
Ne yapıyorlarmış. Onlarda da satış pazarlama var mıymış?
Animasyon var mıymış,
H/K ne yapıyormuş.
İnceledim.
Bizden farklı şeyler var ama amaç aynı.
Misafirini, konuğunu, yolcunu memnun etmek...
Bakın onların zamanında neler varmış?

Yolcuların ve kervanların konaklamaları ve ihtiyaçlarını görmeleri için, semerci, urgancı, nalbant, demirci gibi atölyeleri, mutfak, hamam, tıbbi yardım, çayhane veya kahvehane, yatak bölümü, binek ve yük hayvanları için yarı kapalı bölümü, hatta bazılarında Mescit bile bulunurdu.

Gördünüz mü?
Yapılan işin ismi değişmiş. Hizmet yine hizmet… Hem de tam teşekkülü ile… Fakat burada dikkat edilecek çok önemli bir husus var.

Hanlarda verilen hizmetlerden para alınmazdı.
Şaşırdınız değil mi? Evet bu kadar hizmet yapılıyor ve bedava.
Düşünün para alınmıyor.
Nasıl olur peki bunlar nasıl geçiniyorlar, kim veriyor paralarını diyorsanız;

Kervansaraylar Selçuklu Sultanları ve devlet adamlarınca vakıf olarak kurulmuştur.
Bir kervansarayın temel işleyişini sağlayan yasal ve parasal mekanizma, döneme ilişkin vakfiyelerde tanımlanmıştır.

Ne kadar şu an yaşadıklarımızla farklı.
Resmi dairelere bağlı tesislerin kampların, çalışanları gibi... Memur gibi maaşlarını alıyorlar.
Ya da şöylede diyebiliriz.
Bizler maaşlarımızı patrondan onlar merkezden.
Hatta bizlerde bazı bağlı olduğumuz merkez teşkilatlarından almıyor muyuz büyük şirketlerde… Alıyoruz. Devamı gibi. Sadece değişik. Araştırdıkça ne kadar tanıdık şeylerle karşılaşıyorum. Devam ediyorum. Çalışanların bir idari şekli de olmalı diyorum. Öyle ya bu düzen nasıl sağlanıyor?

Kervansaray çalışanları; çalışanlar başında yer alan nazır, kontrolleri yapan bir müsrif, bir mütevelli
(handa olması gerekmiyor),
bir hancı, bir muzif (sorumlu müdür),
emir havayıcı (gerekli erzak ve malzemeyi sağlayan), aşhanede bir aşçı, bir baytar ve atlı bir hizmet adamı, mescit için bir imam ve müezzin olarak kaydedilmiştir.

Şimdi size söyleyeceğim tahmin ediyorum en çok hoşunuza gidecek olanı…

Kervansarayda yerli ve yabancı ayrıt edilmeksizin herkese üç gün yiyecek - içecek verilmiş, değişik din, dil ve ırktan olan insanlar bu mekânlarda bir tür dünya vatandaşlığı yaşamışlardır.

Şaşırdınız mı? Biz bunu bu zamanda hala tam başaramamışken!

Kervansarayların boyutları, üzerine inşa edildikleri yolun, ticaret hacmine, dolayısıyla konaklayacak kervanların büyüklüğüne ve yaptıranların gücünü bağlı olarak değişmiştir.

Burasıda o zamanlar insan değerlerinin ne kadar önemli olduğunu anlatıyor ki; hayran olmamak mümkün değil. Bakın ben yazıyı daha iyi anlayabilmek için sıralayacağım…

Büyük ve muhkem binalar olan kervansaraylarda akşam olunca kapılar sıkıca kapatılırmış.

Vazifeliler tarafından kandiller yakılırmış.
Kapı kapandıktan sonra hiç kimse dışarıya çıkarılmazmış.

Dışarıdan gelenler içeriye alınırmış.
Şafak atınca davullar çalınırmış.
Herkes uyandıktan sonra hancılar;

’Ey ümmet-i Muhammed! Malınız, canınız, elbiseleriniz ve atınız tamam mı!’ diye sorarlarmış.

Herkes;
’Tamamdır. Allahü Teâlâ hayır sahibine rahmet eylesin.’
Diyerek kervansarayı vakf edene dua ederlerdi.
Gerekli yol hazırlıklarını yaptıktan sonra kapılar açılırmış.

Misafirlere;
’Gafil gitmeyin, herkesi arkadaş etmeyin, yürüyün, Allah asan (kolay) getire.’ diye dua ve nasihatte bulunduktan sonra kervanlar uğurlanırmış.

O zaman öyle uğurlanıyormuş, şimdi de bizler misafirlerimizi gurup olarak gidiyorlarsa; animasyondakiler gözyaşları içinde uğurluyorlar.
Bazen çalışanlar, bazen de üst düzey yöneticileri onları uğurluyor.
Biz millet olarak misafirperveriz.
Evimizde gelseler, iş yerlerimize de gelseler, hele turizmde tesislerimize gelseler tabiki baş tacı yaparız.
Biz Türk’üz özeliz.
Misafiri severiz.
İslam’ız ve biliriz ki misafir rızkıyla gelir. Turizmde de öyle değil mi? Misafirler gelir, hepimizin yüzü güler…

Onlar kervansaray – hanlar - hamamlar.
Bizler oteller, tatil köyleri, pansiyonlar, moteller
Onlar da bizde konukları ağırlıyoruz.

Şarkıdaki gibi; Biz hancı – Onlar yolcu…



Nazan Şara Şatana

nazanss.blogspot.com







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder