19 Ekim 2017 Perşembe






Olympos
Ulu Dağ - Tanrıların Evi


nazanss.blogspot.com



Ben mitolojiyi çok severim.
Çocukluğumda masal dinlemesini de anlatmasını da çok severdim. Belki bu yüzden bana mitolojide masal gibi gelir. Çok keyiflenirim. Daha önce yazılarımda belirtmiştim.
Ben Anadolu mitolojisi kadar; Yunan, Çin, Japon, Afrika mitolojilerini de severim.
Yorgun olduğum zamanlarda beni dinlendiren kitaplar bu tür kitaplardır.
Sanki beni bu zamandan alır o zamanlara götürür. Kendimi içlerinde gibi hissederim.
Bir ara Yunan mitolojisini o kadar içinde hissettim ki kendimi baktım olmayacak bir kitap yazdım.
Yunan mitolojisi denilince yediden yetmişe herkesin aklına gelen Zeus’tur. Bende Zeus olmalı ilk bu tür kitabımdaki başrol oyuncusu dedim ve

Zeus’un Aşkları

Adındaki ilk fantastik ve mitolojik kitabımı çıkardım.

Bunu seri olarak hazırlamaya karar verdiğimden ikincisini de yazdım o da yayınlandı.

Zeus’un oğlu Herkül’ü yani Herakles’i yazdım.

Herakles’in Kadınları

Adlı bu kitabımdan sonra şimdi üçüncüyü hazırlıyorum. Bunlar hep Yunan mitolojisi ile ilgili olacak bir seri. Birde Anadolu efsaneleri var ki işte tam sizleri başka diyarlara alıp götürenler. Onlar hazırlıklar aşamasında ne zaman bitirebilirim bilmiyorum.

Ben Anadolu’ya ait bazı bilgiler edinirken birde Antalya’yı ele almalıyım dedim. Tarih – tarih kokan bu şehrin antik çağını incelemeyim.
Antik tarihinden haberdar olmalıyım. Bunun için ilk incelediğim, araştırdığım, bulduğum yer de Olympos oldu. Okudukça hayranlığım, ilgim ve merakım arttı. Gerçekten ne hazineler var elimizde biliyor muyuz?

'Olympos kelimesinin eski Yunancada ulu dağ anlamına geldiğine inanılmaktaymış. Dünya üzerinde yirmiden fazla dağ ve tepe bu adı taşımaktaymış. Bazılarının yakınlarındaki kasaba ve şehirler de bu adı almış.
Bu tepelerin en ünlüsü, Yunanistan'ın kuzey doğusunda bulunan, eski Yunan tanrılarının evi sayılan, Thessalian tepesiymiş.

Olympos Antik şehri adını, eskiden Olympos Dağı olarak bilinen Tahtalı dağından alırmış. Tahtalı Dağı şehrin 10 km kuzeyinde bulunmaktaymış. Eteklerinde bugün Yanartaş adıyla bilinen, hiç sönmeyen ateşi barındırırmış.

Olympos, antik Likya medeniyetinin en önemli şehirlerinden biri olmuş. Şehrin temelleri eski Helenistik dönemde, MÖ. 300 civarında inşa edilmiş. Büyük İskender'in fetihlerine ilk başladığı yıllarda kış aylarını, Olympos'a komşu bir liman şehri olan Phaselis'te geçirdiği bilinmekteymiş.

Antik Lidya Pamfilya sınırı üzerindeki üç limanlı kent, efsaneye göre M.O  690 yıllarında Argos'lu Kolonistler tarafından kurulmuş. İkyüz yıl kadar Pers yönetiminde kalan Phaselis, M.O 334'te tüm Likya ile birlikte Büyük İskender'in eline geçmiş. Büyük İskender'in hayran kaldığı Phaselis'te bir kaç mevsimini geçirdiği bilinirmiş. Suriye ve Yunanistan deniz ticareti yolu üzerindeki hâkim konumu nedeni ile özellikle Roma imparatorluğu zamanın da parlak günler yaşayan kent, M.S 29'da imparator Hadrian tarafından ziyaret edilmiş. Şu andaki kalıntıların çoğu Roma ve Bizans dönemine aitmiş.

Olympos'un tarihi kayıtlarda izine ilk defa MÖ. 78 yılında, Sicilya'daki Roma Valisi Servilius Vatia'nın zamanın en büyük korsanı Zenicetes'i deniz savaşında yendiği sene rastlanır.
Gemilerini Porto Ceneviz ve Sazak'ın gizli limanlarında saklayarak civardaki tüm kıyı şeridini hâkimiyeti altına alan Zenicetes, Olympos'u da kendisine kale yapmıştır. Şehir yeniden Roma hâkimiyetine geçtikten sonra ager publicus (satışa çıkarılmış veya kiralık olarak verilecek Roma mülkü) olarak ilan edilmiştir.
Korsanların, Pers tanrısı Mitras için garip kurban törenleri ve gizli ayinler düzenledikleri söylenmektedir. Mitras, o yıllarda doğu ülkelerinin birçoğunda yaygın olarak inanılan Pers mitolojisinde saf ruh ve ışık tanrısıdır.

MS. 43 senesinde Likya, Roma İmparatorluğuna katılmıştır. Olympos şehrinin koruyucusu, Yunan Tanrısı Hephaistos için festivaller düzenlenmiştir. İmparator Hadrianus'un MS. 130 senesinde şehri ziyaret ettiği de kayıtlarda yer almaktaymış.

Olympos, Roma İmparatorluğu Hristiyanlaşma süreci içerisindeyken bir piskoposa ev sahipliği yapmış. 3. yüzyıldan itibaren korsanların sürekli olarak şehre saldırmaları sonucu şehrin nüfusu yavaş - yavaş azalmış ve şehir eski önemini kaybetmiş.

11. ve 12. yüzyıllarda şehir Cenevizliler, Venedikliler ve Rodos Şövalyeleri tarafından yeniden inşa edilmiş ve haçlı seferleri sırasında ticaret limanı olarak kullanılmış. Olympos şehri, Osmanlı Donanmasının 15. yüzyılda doğu Akdenizi hâkimiyeti altına aldığı sıralarda terkedilmiş.

 Bu bir nevi orayı anlatmanın genel özeti gibi bir şey oldu. Şimdi de biraz masallar kısmına geçelim.

Yanartaş'ın adı Bellerophon ve Chimera efsanesinde geçmekteymiş.
Korith prensi Bellerophon'un, Argos Kralı Proitos'un karısı Sthenetoia ile bir ilişkisi olduğu iddia edimiş.
Bunun üzerine Argos kralı, prensi Likya Kralı Iobates'e, içinde prensin öldürülmesi gerektiği yazan gizli bir mesajla göndermiş.

Iobates, Bellerophon'a, aslan başlı, keçi gövdeli, yılan kuyruklu, nefesinden ateşler saçan Chimera adlı bir canavarı öldürme görevini vermiş.

Bellerophon, Tanrıça Athena'nın yardımıyla uçan at Pegasus'u yakalamış. Kurşun uçlu bir mızrakla Chimera'yı ağzından vurmış. Kurşun, Chimera'nın alevler saçan ağzında erimiş. Canavar ölmüş.

Iobates, Bellerophon'a ikinci görev olarak vahşi, savaşçı Solymi (Termessian) kabilesiyle savaşmasını emretmiş. Bu görevi de başaran Bellerophon'a, daha sonra da Amazon'larla savaşması görevi vermiş.

Kendisine verilen tüm görevleri başaran Bellerophon, Likya'ya dönüş yolunda en cesur Likyalı askerler tarafından pusuya düşürülmüş. Fakat bundan da sağ çıkmayı başarmış. Likya'ya bir kahraman olarak girmiş. İobates, Bellerophone’e krallığının yarısını ve kızlarından birini vererek onu onurlandırmış.

Bir başka Yanartaş efsanesini aktaracağım:
Yanartaş’ın klasik Grek mitolojisinde önemli bir yeri varmış.
Zeus’un oğulları arasında Olympos Dağı’nda yaptırdığı yarışmada Herakles’in birinci gelmesi, bunun Olimpiyat oyunlarına başlangıç kabul edilmesi ve Olimpiyat Meşalesinin tutuşturulmasında Yanartaş’ın rolü büyükmüş.

Yanartaş, yerden fışkıran bir alevdir ve Homer’in de İlyada Destanı’nda sözünü ettiği gibi binlerce yıldan beri durmadan yanmaktadır.
Şimdi bir başka  - Mitosa göre:

At aşığı Glaukos’un oğlu Hipponoes kardeşi Belleros ile ormanda avlanırken, istemeyerek kaza ile Belleros’u öldürmüş.
Bunun için kendisine “Belleros’u yiyen” anlamına gelen “Bellerophontes” adı verilmiş. Kardeşini bir kaza sonucu öldürdüğü için vicdan azabından deliye dönen Bellephorontes ülkesinden kaçmak zorunda kalmış. Tipins Kralı Ptoitos’a sığınmış.
Bellerophontes tanrıların övünerek yarattığı bir erkek güzeliymiş. Bazı kaynaklarca Stenehe olarak isimlendirilen kralın karısı Anteia, Bellerophontes’e ilk görüşte âşık olmuş; ancak Bellerophontes iltica ettiği bir kralın karısı ile yasak ilişkiye girmeyi asla düşünmediği için, kraliçeyi reddetmiş.
Buna son derece içerleyen Kraliçe, Bellerophontes’i kocasına şikâyet etmiş.
“Öl ey Preites, ya da gebert Belledephontes’i. 0 ki, gönlüm olmadan beni aşkı ile sarmak istedi”

Bunu işiten kral Bellerophontes’i hemen öldürmek istemişse de, sonradan bütün intikam meleklerini üzerine çekeceğinden korkarak, onu misafirliğin dokunulmazlığına girmeden öldürsün diye, elinde birbirine katlanmış ve içinde “Bu mektubu getiren kişiyi bu dünyadan kopar;

“O ki, karımı, yani senin kızına tecavüz etmek istedi. “
Yazılı bir mektup vererek Likya Kralı olan kayınpederi İobates ‘e göndermiş.

Yakışıklı genç kendini bekleyen sondan habersiz yola koyulmuş ve kendisini seven ve beğenen tanrıların emin rehberliği ile Likya ya, Xanthos Nehrinin kenarına geldiği zaman ihtiyar Kral misafirine sevgi ve saygı göstermiş.

Dokuz gün ağırlamış.
Dokuz inek kurban etmiş.
En sonunda gül parmaklı şafak onuncu kere görülünce Bellerophontes’ ten damadının gönderdiği mektubu görmek istemiş.
Fakat İobates de bir kral misafirini öldürmekten korkmuş.

Onu başı aslan, vücudu keçi, kuyruğu yılan ve ağzından durmadan alevler saçan Chimera adlı canavarı öldürmesini rica etmiş.

Bellerophon görevine gitmeden önce kâhin Polydeus’a danışmış. Kâhin Polydeus’a kendisine uçan at Pegasus’u ehlileştirmesini öğüt vermiş. Bellerophontes bütün uğraşına rağmen atı yakalayamamış. Kâhin Polydeus’a önerisi üzerine Athena Tapınağına gitmiş. Geceyi bu zor görevde kendisine yardım etmesi için Zekâ tanrıçasına yalvarmakla geçirmiş.

Bir ara olduğu yerde uyuyup kalmış. Rüyasında Athena görmüş. O demiş ki:

“Uyan Bellerophontes, uyan... Pegasus’u yakalayabilmen için sana şu gemi getirdim. Bunu al; çünkü ancak bu gemle o asi hayvanı yumuşatır ve sırtına binebilirsin. Haydi, git; fakat görevine başlamadan önce, atlara binmek sanatını öğreten tanrıya bir boğa kurban etmeyi unutma.”

Bu sözler üzerine Bellerophontes, hemen ayağa kalkmış.
Tanrıçanın kendisine uzattığı gemi almış. 
Athena‘nın önerisini yerine getirmiş.
Pegasus, altın gemi görür görmez, hırçınlığı geçmiş.
Uysal bir hayvan olmuş.
Kendiliğinden gelmiş. Kahramanın getirdiği gemi ağzına almış.

O güne kadar yıldırımların koşu atı olan Pegasos, Glaukos’un oğlunun ayrılmaz bir arkadaşı, sadık bir dostu olmuş.

Artık Chimera’yı öldürme görevine gidebilirmiş.
Pegasos’un sırtına atlayarak Chimera Canavarının üzerine yürümüş.

Bu canavar, çevrede yaşayanları alevleri ile kasıp kavuruyor ve adeta hayatlarından bezdiriyormuş.
Bellerophontes canavara saldırınca, canavar çok sinirlenerek kükremiş.

Alevden dili her yeri kasıp kavurmuş.
Kükremesinden kayalar yerinden oynamış.
Deniz bir Çağlayan gibi akmış.
Çevrede bulunan bütün canlılar bu korkunç mücadelenin dehşetinden haykırıyorlarmış.

Kanatlı At Pegasus da bütün hünerini gösteriyormuş.
Görevin dehşetini anlamış gibi gökyüzünde daireler çizerek, ani dalışlar yapıyor, Bellerophontes ‘in Chimera’yı öldürebilmesi için elinden geleni yapıyormuş.

Canavarın ağzından çıkan alevlerden çevredeki her şey neredeyse kül olmuş.

Pegasos’un basacağı yer kalmamış. En sonunda Bellerophontes mızrağını hazırlayarak Pegasos’la havadan öyle bir iniş yapmış ki, mızrağın canavarın vücuduna saplanması ile canavar yedi kat yer dibine gömülmüş. Yalnız alevden dili zararsız bir şekilde yeryüzünde kalmış. Bugün o yere giden insanlar hala bu canavarın kükreyişini alev çıkan yerlerden duyarlarmış.

Efsanenin buraya kadar olanı Yanartaş ile ilgi, ancak Bellerophontes ‘in bundan sonraki serüvenleri de ilginç:

Ölümünü isteyen İobates, Bellerophontes’i ödüllendireceği yerde onu çok savaşçı bir kavim olan Termessos’lu solymler üzerine göndermiş.
Buradan daha döner dönmez Amazonlar üzerine göndermiş.

Bellerophontes her ikisini de yenmiş.
Daha sonra bir geçitle üzerine taşlar yuvarlayan ve daha sonra Likya Ovasında kendisini öldürmek isteyen İobates tarafından gönderilen askerlerle çarpışmış.

Bellerophontes Deniz tanrısı Poseidon’a yalvararak Xanthos Nehri’nin arkasından her gittiği yere akmasını istemiş.
Bellerophontes, İobates’in bulunduğu Xanthos kentine ilerlerken dileği kabul olmuş.

Xanthos nehri yatağından çıkarak büyük dalgalar halinde Bellerophontes ‘in ardından ilerlemeye başlamış.
Hiddetini yatıştırmak isteyenler başaramamışlar.
Yanthos’lu kadınlar, kent kapılarının açılmasını ve kendilerinin onunla başa çıkabileceklerini söylemişler.
Kent için bilinen bir çözüm yolu da yokmuş.

Kadınların isteklerini yerine getirmekten başka çare bulamamışlar.

Xanthos’un kent kapısı açılır açılmaz Xanthos’lu kadınlar eteklerini kaldırarak kentten ona doğu koşmaya başlamışlar.

Hiddetinden vazgeçerse kendilerini Bellerophontes’e teslim edeceklerini söylemişler.

Bellerophontes bu tekliften dolayı çok şaşırmış.
Hemen geri dönmüş oradan uzaklaşmış.
Xanthos nehri de dalgalar halinde arkasından geri çekilmiş.

İobates daha sonra Bellerophontes ’in kızı tarafından uğradığı iftirayı öğrenince onu Likya’da alıkoyarak kızını vermiş.
Ülkesinin idaresini onunla paylaşmış.

Bakın burada değişik ve enteresan bir şey var…
Kadınların zekiliği nedeniyle olsa gerek, emir vererek, bundan böyle baba yerine, ananın adı ile çocukların çağrılmasını Likya da bir gelenek haline getirmiş.

Mutluluk içinde yüzen Bellerophontes, gurura kapılarak kanatlı atı ile ölümsüzlerin bulunduğu Tanrılar Dağı Olympos’a yükselmeyi denemiş.

Her ölümlünün kalbinden geçenleri bilen Zeus bir at Emeği göndererek uçan atı böğründen ısırttırmış.
Canı yanan at silkinmiş.

Bellerophontes tutunamayarak Pegasos’un üzerinden boşluğa yuvarlamış.

Kanatlı At Pegasos ise çok yükseklere, yıldızların sıralandığı mavi gökyüzünün en üst katına varmış.
Tanrılar onu artık bir daha yere indirmemişler.
Bir burca (yıldız kümesine) çevirmişler.
Bellerophontes’e gelince, o günlerce süren bir düşüşten sonra, yere düşmüş.

Chimera’yı yenene ünlü kahraman artık topal ve bitkin bir halde sürünmeye başlamış.
0 dünyanın ünlü kahramanı iken gereksiz bir gurura kapıldığı için sefalet içine düşmüş.
Daima kederli, daima üzgün ve adsız sansız bir dilenci gibi ölünceye kadar yaşamış.

Hiç sönmeden yanan alevin, bu canavarın ağzından fışkıran alev olduğunu anlatırmış efsaneler.

Bu alev aynı zamanda Olimpiyat Oyunları’nın ilk kutsal alevi olması yönünden de ayrı bir önem ve değer taşımaktaymış.

Bu mitos, toprak altından çıkan tabii gazların yanmasıyla oluşan sönmeyen ateş imajından yararlanılarak oluşturulmuş.

Homeros’un İliada ve Odesa’sına girmiş.
Homeros’tan sonra bu efsane Hephaistos ile birleştirilmiş ve bu topraklar üzerinde Hephaistos kültü oluşturulmuş.

Bugün Chimera alevinin bulunduğu Yanartaş’a çıkıldığında Volkan tanrısı Hepaistos Tapınağı’nın kalıntıları ile karşılaşılırmış.

Ayrıca burada Bizans Kilise kalıntıları da varmış.

Bu, Hıristiyanlık döneminde bile bu alevin bulunduğu alanın kutsal bir alan olarak kabul edildiğinin bir göstergesiymiş.

Ne dersiniz bu kadar güzel olan bu yerleri şimdi sizler görmek isterseniz nasıl gidersiniz, nereye gidersiniz onu da yazalım mı?

Antalya - Finike yolundan Olympos’a gitmek için Ulupınar’dan harabe levhasının olduğu yola sapacaksınız. Yol Olympos`un sahiline kadar indirecektir.

Harabelere gitmek için önce ufak bir çayı geçeceksiniz ardından geniş bir kumsal çıkacak önünüze orada bir süre yürüyeceksiniz. Olympos’un içinden geçen çay kenarına gelmiş olursunuz. Çayın yanındaki yoldan ilerleyin. O yol sizi harabelere götürecektir…

Olympos’tan bir saatte gidebilirsiniz oraya. Gitmelisiniz çünkü orası görülmeye değecek kadar muhteşemdir… Çıralı çok ilginç bir yerdir. Yerli halk buraya yanar diyor tabi mitolojik olayları bir kenara bırakalım ve gerçeğine bakalım dersek; burada doğal gaz sızıntısından kaynaklanan bir yanma olduğu bilinmektedir.

Olympos öyle bir solukta anlatılmaz ki. Eskilerinden biraz dem vurduk. Birde yeni halini görseniz... Ormanı görmek zaten bu günlerde bizlere iyi gelecek en önemli enerjidir bence. Sedir ağaçlarının çeşitlilerini, çamların her tür şekil ve renkte olanlarını, sandal ağaçlarını ve ormandaki Envai çeşit ağaçları göreceksiniz bir kere oraya gitmek için. Bu ilk başta sizi yoldan çıkartacak bir davet.

Düşünün taş blokların içinden bir cennete gideceksiniz. Durun daha bitmedi ki, Orman denilince kuş sesleri gelir aklımıza, hayvanlar gelir. Arabanın önünden geçen bazen bir tavşan bazen bir sincap, bazen bir geyik! Koşarlar. Siz onlardan korkmayın onlar sizden zaten korkup kaçarlar…

Bu arada lacivert denizi ile Akdeniz size inanılmaz bir göz ziyafeti verecektir. Aman Allah’ım. Mevla burayı nasıl özenmiş yaratırken. Bu mavinin ismi var mı? Sadece lacivert mi diyeceğiz benim gibi resim yapıp boya dilinden ve isimlerinden anlayan biri bile anlatımda ne kadar aciz kalıyor bakın görün…

Birde hani yukarılarda giderken derelerden, çaylardan söz ettim ya onlardan da çokça göreceksiniz. Eğer mevsimin güzelliğindeyseniz çiçekleri de göreceksiniz demektir. Kır çiçeklerini, bahar çiçeklerini, can çiçekleri… Sizlerin içinizi rahatlatacak, gönlünüzü ferahlatacak, ruhunuzu zenginleştirecek çiçekler. Gülümsetecek sizleri…

Tabi bütün bunlarla arabadasınız ama yukarıda anlattığımız efsanelerde gelecek aklınıza, onları da düşüneceksiniz. Buda sizi heyecanlandıracak. Kalp atışlarınız yükselecek ama bu sizi korkutmayacaktır. Bu heyecan güzellikten gelmektedir…

Tahtalı Dağına bakınız işte tam o zamanlarda…
Portakal ağaçlarına, limon ve nar ağaçlarını izleyin. Bir kere daha halinize şükür edin. Ne kadar şanslı olduğunuzu düşünün.

Oralardasınız bu güzellikleri görüyorsunuz, kokluyorsunuz, hissediyorsunuz.

Eee peki daha ne istiyorsunuz?



Nazan Şara Şatana

nazanss.blogspot.com


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder