23 Ekim 2017 Pazartesi



Osmanlı Devleti’nin resmî cellât teşkilatı varmış.

“Hükmü sultân olmazsa, hatâ gelmez cellâttan?”


nazanss.blogspot.com



Cellât ocağı kurulduğunu biliyor muydunuz?
Osmanlı Devleti’nin resmî cellât teşkilatı varmış.
Evet, on altındı yüzyılda bostancı ocağına bağlı olarak kurulmuş. Yazılanlara göre ilk beş cellât varmış bu kuruluşta sonra yetmişe kadar yükselmiş. Ben cellât kelimesinden ürkerim, korkarım. Filmlerde izleriz cellâtları, insafsız mıdırlar, duygularımı yoktur? Yoksa bu benim vazifem düşüncesi içinde me can alırlar?
Cellât Arapçada kamçı ile vuran, eziyet eden anlamına geliyormuş. Cellâtlar Osmanlı’da Hırvat dönmelerinden ya da çingenelerden seçilirlermiş. Onların hakkında oldukça enteresan bilgiler var.

15 YY’dan itibaren kullanılmaya başlanmışlar,
16 YY’da padişahın özel koruması olmuşlar,
Dilsiz ve sağırlardan seçilirlermiş,
Padişahın en ufak bir işaretinin ne anlama geldiğini bilir anında hareket ederlermiş,
Özellikle sağır ve dilsiz olmaları seçilmelerini sağlarmış.
Mahkûmun çığlıklarını duymaması için sağır ve dilsiz olanlardan seçilirlermiş.
Celatçıbaşı liderleri olur ve bostancıbaşına bağlıymış.
Önemli şahsiyetlerin infazını cellatbaşı yaparmış.
Bu çok önemli özellikle devlet adamlarının idamlarında Bostancıbaşı da bulunurmuş.

Cellâtlarla ilgili geniş bilgi vermeden önce suçluları ve cezalanma şekillerinden söz etmek istiyorum.

Hırsızlar genellikle hırsızlık yaptıkları semtte bazen de girdikleri evin önünde asılırlarmış.
Katiller işkence ile öldürülürlermiş.

İşkence ile idamın üç şekli varmış:

Çarmıh,
Çengel,
Kazık…

Çengel; İstanbul’da Eminönü’nde uygulanırmış. Bu ceza eşkıya ve korsanlar için uygulanırmış.

Çarmıh;  Kaba etleri bıçakla oyularak buralara gayet iri yağ mumları dikilir ve yakılırmış,
Bir devenin üstüne konularak şehirde dolaştırılırmış,
Ölmezse akşamüstü idam edilirmiş.

Kazık;  mahkûm çırçıplak soyulurmuş,
Elleri ve ayaklan bağlanırmış,
Bilek kalınlığında gayet sert ağaçtan yapılmış bir yağlı kazığa çakılarak oturtulurmuş,
Omuzlarına, çarmıhta olduğu gibi bir çift yağ mumu dikilirmiş,
Gezdirilerek teşhir edilirmiş,
Bu da haydutlara ve korsanlara tatbik edilen cezalardanmış…(alıntı)


Bazı yazıları okuduğum zaman fazlası ile etkileniyorum. Benim yufka yüreğime sanıyorum ağır geliyor. Siz yazı yazarken ağlayan bir yazar duydunuz mu duymadınızsa bilin ki benim. Bırakın yazdığım kitaplardaki olayların beni ağlatmasını bu tür haberlerde de tüylerim diken - diken olur gözlerim yaşarır.
Şimdi anlatacaklarım sanıyorum birçok kimseyi ürpertecektir.

İdamlık siyasi mahkûmlar idam edilmeden üç gün önce Balıkhane Kasrına getirilirlermiş. Burada bir zindanda üç gün bekletilirlermiş. Neden bekletildiklerinin gerekçesi; verilen karar bir daha Divan-ı Hümayun’da görüşülürmüş. Suçu kesinleştiğinde yani üçüncü gün idam edilirmiş.
Burada enteresan bir adet var ki yazmadan geçemeyeceğim.

Üçün gün zindanın kapısı açılırmış,
Elinde tepsiyle Bostancıbaşı gelirmiş.
Tepside bir kadeh şerbet olurmuş,
Onu mahkûma saygı içinde sunarmış.

Gelen şerbet beyaz ise mahkûm affedildiğini anlarmış. Kırmızı renkte ise idam edileceğini bilirmiş. Affedilen mahkûm şerbetini içtikten sonra bostancıların nezaretinde bostancı kayıkhanesinde hazırlanmış çektiriye biner ve sürgün edildiği yere gidermiş. Düşünüyorum da ölümden döndüğü için sürgüne gitmek ona cennete gitmek gibi geliyordur.

Kızıl kadeh ve sonrasında olanlar:

Mahkûm öleceğini öğrendiğinde kahrolurmuş,
İçeceği şerbetin ölüm şerbeti olduğunu bilirmiş.
Mahkûm oradan çıkartılırmış,
Topkapı Sarayının 1.Kapısı Bab-ı Hümayunla 2. Kapısı Babusselam arasında bulunan Cellât Çeşmesine getirilirmiş.
Buradaki taşın üstüne başını koydururlarmış.
Kılıçla başı kesilirmiş.
Çeşme önünde olmasının sebebi infazdan sonra kanlı palaları ve satırlarını cellâtlar bu çeşmede yıkarlarmış.
Onun için bu çeşmeye Cellât Çeşmesi denilmiş.
Siyaset Çeşmesi de denilirmiş.
Cellâtlara Meydan-ı Siyaset Ustası da denilirmiş ama bu çok da söylenen değilmiş.

Her mahkûmun başı kesilmezmiş. Bazen de şerbeti içtikten sonra boğularak öldürülür ve ayağına taş bağlanarak denize atılırmış.

Bundan sonra anlatacaklarımda pek iç açacı şeyler değil. Ne yazık ki gerçekler.

Kanları mukaddes olarak düşünüldüğünden hanedan mensuplarının kanı akmaması için boğdurulurlarmış.
Cellâtlar Müslümanların kesik başlarını koltuğunun altına koyarlarmış.
Kelle koltukta sözleri bu yapılan işlemlerden sonra söylenmiş.
Başı kesilen şahıs uzaklarda ise bal dolu bir torbaya başı konularak getirtilir ve padişahın huzuruna çıkartılarak padişaha;
“Emr-i ferman yerini bulmuştur Hünkârım” denilirmiş.

Birde Kapı Arası var.

Babusselam’ın kulelerinin arasındaymış.
Birinci ve ikinci avluya bakan 2 kapı kapatıldığında karanlık bir kapa arası varmış.
Divanhaneye gizli bir geçitle bağlanan cellât hücrelerine açılırmış.

Babusselam kapısı:

Sarayın en önemli kapasıymış.
Habersizce gelen ölümler burada uygulanırmış.
İki kapı arasından geçen veziriazamlar hep tedirgin olurlarmış.
Divanhaneye çıkmadan ölüm korkuları yaşarlarmış.
Bu kapıdan geçince selamette kavuşurlarmış.
Orta kapı olarak da bilinirmiş, her tarafında cellât hücreleri bulunurmuş.

Tabiki cellâtların işi bu yazdıklarım kadar da değilmiş.

Payitaht dışında idam edilenlerin kesik başlarının İstanbul’a getirilmesi,
İbret taşlarına dizilmesi,
Mızraklara geçirilmesi,
Eşkıya reislerinin çengele vurulması,
Kazığa geçirilmesi,
Çarmıha geçirilmesi,
At sırtında gezdirilerek teşhir edilmesi…

Buna benzer birçok olayda cellâtların işiymiş.

Bütün bunlar Sultan Abdülmecit’e kadar sürmüş.(Bir başka yazımda Sultan Abdülmecid ve cellâtlar ocağının ortadan kaldırılmasını yazacağım…)

Buraya kadar yazdıklarımızda cellatların neler yaptıklarını, bir çeşit zalimliklerini yazdım.
Şimdi birde onların dünyalarını inceleyelim:

Onlar evlenmezlermiş,
İnsanlar tarafından sevilmezlermiş,
Devamlı yalnız kalırlarmış,
Mezar taşlarında isimleri yazmazmış.
Devamlı beddua alırlarmış.
Hakarete uğrarlarmış.
Bir ikisinin ismi bilinirken onlarcanın ismi hiçbir zaman bilinmemiş.
Halk onları sevmez hatta nefret ederlermiş.
Kimse onların mezarlarının kendi mezarları yanında ya da yakınında olmasını istemezmiş.
Onların ayrı bir mezarlıkları varmış. Cellât Mezarlığıymış.
Çok uzaklardaymış.

Bütün bu acınası hayatlarında kendilerince bir tesellileri varmış:

“Hükmü sultân olmazsa, hatâ gelmez cellâttan?”

Birde Cellât pazarı varmış. Burada da idam edilenlerin üstünden çıkanların cellâtlar tarafından satıldığı bir pazarmış fakat uğursuz sayıldığından çok da alıcı bulamazlarmış.

Tarihte ne çok bilmediklerimiz var. Elbette hepimiz saraylarda cellâtlar olduğunu biliyoruz fakat onlarla ilgili birçok detayı bilmiyoruz. Bu yazımı hazırlarken Osmanlı Ansiklopedisinden yararlandım…

Sakin ve huzurlu günler diliyorum…



Nazan Şara Şatana


nazanss.blogspot.com







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder