22 Ekim 2017 Pazar





Şu hayatta neler oluyor. 
Neler, nelerin olmasını sağlıyor. 
Yıldırım düşmüş, infilak etmiş, 
Parçalar dağılmış, 
Bir parça yüzünden semt ismi olmuş, 
Sonra, orada bir liman yapılmış, 
Taşlardan biri abide-kitabe olmuş, 
Sonra, ona yazılar yazılmış, 
Asırlarca kalmış,
ve sonunda yenilenmiş. 
Neler oluyor bu hayatta, Neler?



Bu şiiri ile, aslında anlatmaya çalışacağım Menkîbe’nin özetini yapmış Gazeteci, Yazar Nazan Şara Şatana... 



Ben, O “neler oluyor hayatta dedirten” vak’a’ları biraz daha ayrıntılarına inerek aktarmaya çalışacağım, hepsi bu... 

Menkîbe, genellikle din büyüklerinin ve tarihe mal olmuş kişilerin yaşamları ve olağandışı davranışlarıyla veya olağanüstü olaylarla ilgili masalsı anlatılardır, çoğu zaman da insanlara çok inandırıcı gelmezler ama yine de dilden dile aktarılmaktan alıkoymaz bu durum onları... 

Menkîbe’miz İstanbul’un fetih yıllarına kadar götürecek bizi, hatta zaman zaman daha eskilere de gitmek gerekecek. 

Henüz 20. yaşını yeni bitirmiş, 21. yaşını süren Osmanlı’nın 7. Padişahı II. Mehmet’in, 1453 yılının 2 Nisan’ında kuşatma altına aldığı ve 57 gün sonra 29 Mayıs Salı günü, Ortaçağ’ın sonunu Yeniçağ’ın başlangıcını doğuran fethi ile Ortaçağ’ın en parlak ve zengin şehri olan Konstantinopolis, 1123 yıllık Doğu Roma ve Bizans İmparatorluğu’nun başkentliği ünvanını da kaybetmişti. 

İstanbul, O zamanki adıyla Byzantion, Doğu ve Batı Roma ayrılmadan daha 65 yıl önce 330’da İmparator Büyük Konstantin’in isteği ile “Nova Roma” (YeniRoma) olarak Roma İmparatorluğu’nun başkenti olmuş, ismi İmparatorun ölümünden sonra onun anısına Konstantinopolis’e çevrilmiş, 395’te de Doğu ve Batı Roma İmparatorluğu’nun ayrılmasından sonra, önce Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkentliğini, daha sonra da Batı Roma’nın yıkılmasıyla zamanla adı Bizans İmparatorluğuna dönüşen devletin başkentliğini yapmıştı. 

Ancak, 1204-1261 yılları arasında Dördüncü Haçlı Seferleri sırasında işgal edilip yağmalanan ve büyük hasar alan kent, bu 57 yıllık ara dönemde Latin İmparatorluğu’nun başkenti haline gelmişti. 

Şimdi, biraz daha eskilere döneceğiz, biraz dediğime bakmayın fetihten neredeyse
bir milenyum öncesine; 
Bizans İmparatoru Jüstinyen
(I. Iustinianos, 482-565) döneminde İstanbul’da yaşamış bir avukat’ın oğlu olan Yunan tarihçisi ve biyografi yazarı Milet’li (Hesykhios) Hesychius Illustrius, M.S. 196’da şehri işgal eden ve şehre zarar verilmesine izin veren, daha sonra da oğlu Antonius Caracalla aracılığıyla yeniden inşaa ettirten ve o kısa dönemde şehrin adını da oğlunun anısına “Augusta Antonina” olarak değiştirten Roma İmparatoru Septimius Severus’un Herakles’e adanmış olan koruluğun içerisinde bulunan ve büyük bir ihtimalle işgal sırasında hasar görüp yıkılan Zeus Hippios Sunağı’nın üzerine Zeuksippos Hamamı ve Gymnasium’unu inşaa ettirdiğinden bahseder. Ve, hamamın adını da üzerine inşaa edildiği Zeus Hippios Sunağı’ndan aldığına ilişkin söylencelerden bahseder ki, 10. Yüzyılda Suidas’ın kaleme aldığı Bizans’ta yazılmış 30.000’e yakın tanım içeren “Suda” ya da “Souda” olarak adlandırılan ve Antik Akdeniz Dünyası ile ilgili bilgiler veren Ansiklopedik Sözlükte de hamamın Septimius Severus tarafından Hipodrom ile birleştirdiğini ve buradaki kutsal alan içerisinde yapıldığını, o yüzden de Zeuksippos adının verildiğini yazılmıştır. 



http://lcivelekoglu.blogspot.com.tr/2015/07/gungormemis-kaba-bir-tasa-menkibe-ovmece.html




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder