23 Ağustos 2017 Çarşamba


4- Akan bir tek ırmak kocaman denizi kurutmazdı. 






Bir vals kralıdır artık.







4- Akan bir tek ırmak kocaman denizi kurutmazdı.
Deniz bir silkelenmişti ilk başta devamlı akan dağlardan,
Yükseklerden kar sularını,
Yağmur sularını taşıyan ırmak yoktu.
Yokluğu tabi çok belliydi çok eksikti…
Yeri unutulamaz değildi,
Vazgeçilemez hele hiç değildi.
Gitsin.
Nerede nasıl yaşamak istiyorsa yaşasın.
Güle güle…

Neşe veren, keyif saçan valslar!

O zamanlarda neşe veren keyif saçan valsları Richard Wagner, alkolden bile daha fazla bağımlılık yaratan bir ‘fenomen’ (görüngü) olarak tanımlıyordu.

Denize aşk gibi!
Kimimiz deniz olmadan yaşayamayız.
Deniz olmalı hayatımızın bir yerinde deriz. Balkonda çayımızı içerken ona bakmalıyız, sevgilimiz kolumuzda iken yanında yürümeliyiz,
Canımız sıkkın iken ona taş atmalı hatta seğirtmeliyiz.
Çok keyiflendiğimizde kayıkla gezmeliyiz. Bazen de üstünde oturup içinden balıkları almalıyız.
Ama deniz bu renksiz ama her zaman mavi ya da yeşil görülen büyük sudan uzak olmamalıyız.

Şimdi zamanıdır.
Şimdi tam zamanıydı.
Oğul Strauss devreye girmişti.
Tıpkı büyük denize yeni gelen ırmaklar gibi, dereler nehirler çaylar gibi.
Deniz yine doluyordu.
Kurumamıştı ki.
Anne Strauss’da artık sahnede bir başka Vals kralını alkışlıyordu ve onun yanında, arkasında duruyordu.
Bankacılığı bırakan müzisyenliğe geçen, yıllardır sırf babası istemiyor diye altı yaşından beri besteler yapan bu dahi müzik adamını artık durdurmak mümkün değildi.

Deniz kabarıyor.
Denizin kabarması gibi,
Coşması gibi,
Dalgalarının yeri göğü sarsması gibi…

Oda sarsıyordu,
Dağıtıyordu…
Sesini her yerden duyuruyordu.
Hatta babasına olan kinini o kadar çok içinde,
Yüreğinde hissetmişti ki,
1844’de kurduğu orkestra ile başarılarının ilkinden başlayarak katlayarak ilerlemeye başlamıştı.
Bu denizin dalgalarının yükselmesine benziyordu.
Deniz kabarıyordu.
Med cezirler peş peşe geliyordu ama gerileyen o değildi babasıydı o ilerliyordu.
Deniz genişletiyordu kendini.
İçindeki kıyametler etrafı sarmasına sebep oluyordu.
Tıpkı oğul Strauss gibi.

Bir vals kralıdır artık.
Bir vals kralı olarak babasının tek ciddi rakibi haline gelmişti.
Hayat buydu.
Irmak yön değiştirmişte ne olmuştu?
O gitti ise gitsin ne olmuştu.
Deniz mi kurumuştu.
Başka ırmaklar mı olmamıştı.
Kader garip oyunlar hazırlardı insanlara. Oğlunun müzisyen olmasını neden istememişti!
Sadece uzaklarda yalnız olacaklar diye mi? Kim bilir!
Beklide bir önsezi vardı hep içinde…
Hep bir garip korkusu olduğu için mi? Nitekim o bu dünyadan gidince onun orkestrası da Johann Strauss Jr’un orkestrası ile birleşmişti.
Oğul yapmıştı bunu ne garip.

Suya ne olmuştu.
Suya ne olmuştu diye sorulduğunda acı bir cevap gelecekti.
Geldi.
Su kurudu.
Nehir kurudu.
Hani bir başkası ile yan yana gidecekti de denizden kopmuştu.
O başkası başka yeni nehirler bulunca bu eski nehri çoktan terk etmişti.
Kalmıştı tek başına hak ettiği cezasıyla.
Artık ailesi onu besleyen küçük derecikleri yoktu. Beslenme bitmişti.
Dış etkenler ağırlıktaydı.
Bunlarda alacaklı,
Ev sahibi ve bir sürü para bekleyen alacaklılar gibi!
Hiç birini veremedi.
Verecek bir şeyi kalmamıştı, giden hepsini tüketmişti.
./…



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder