Kız Kulesi’nde Fatih Sultan Mehmet’in izi olduğunu
biliyor muydunuz?
nazanss.blogspot.com
Evliya
Çelebi kuleyi şöyle tarif eder:
“Deniz
içinde karadan bir ok atımı uzak, dört köşe, sanatkârane yapılmış bir yüksek
kuledir.
Yüksekliği
tam seksen arşundur.
Sathı
mesehası iki yüz adımdır.
İki
taraftan yerde kapısı vardır.”
Asya ile Avrupa’nın kesiştiği noktada,
dünyada eşi benzeri olmayan konumu, kendi kendine yeten 2500 yıllık tarihi ve
yüzyıllardır anlatılan efsaneleriyle de ilgi odağı olan Kızkulesi, gündüzleri
kafeterya, akşamları ise özel restaurant olarak hizmet verdiği büyüleyici
atmosferi…
Kız kulesi İstanbul’a nasıl yakışır – nasıl
yakışır anlatılamaz.
Kız kulesinin bir tılsımı vardır adeta.
Karşıdan karşıya geçerken geminin üst
tarafında martılara simit atıp beyaz bulutlara bakıp hayaller kurduğunuzda onu
görürsünüz.
Uzaklardan el sallar size.
Nasıl gizemlidir, nasıl güzeldir anlatılamaz
ki anlatabileyim.
Ben yine de denemek isterim.
Ben onu deniz Prensesine benzetirim.
Deniz prensesi olur mu derseniz bilmiyorum ki
belki olur, belki olmaz…
Ama ona baktığımda, onu uzunca izlediğimde
ona hayranlık duyarım.
İçim titrer uzaklardan onu selamlarken!
Nerede ise iki kat selam veresim gelir.
Onu öyle orada denizin ortasında bir garip,
bir yalnız bir korumasız görürüm bazen de.
Yine içim acır.
Sonra onun hikâyesini hatırlarım.
Benim Fatih Sultan Mehmet’e olan hayranlığım
artık benim okurlarım ve beni tanıyanlar tarafından bilinir.
Oğlumun ismi bile Fatihcan’dır…
Fatih Sultan Mehmet; yazarken, okurken
ihtimam gösterdiğim hayranlığımın hat safhada olduğu bir lider…
Gün olmasın ki onunla ilgili yeni bir şey
öğrenmeyeyim.
Kız kulesini inceleyim dediğimde Fatih
Sultan’la ilgili şöyle bir yazı dikkatimi çekti.
İstanbul’da Fatih
döneminde o kadar güzellikler yapımlış ki bu gün hala o güzellikler sizlere
gülümsemektedirler…
Kız kulesinin benim bildiğim hikâyelerini anlatmadan önce
bazı onunla ilgili yazılanları okuyalım.
Kulenin etrafındaki sahanlık geniş
kaplanmıştır. Üstündeki madalyon halindeki bir mermer levhada, kuleye şimdiki
şeklini veren Sultan II. Mahmut’un,
Hattat Rasim’in kaleminden çıkmış 1832 tarihli bir tuğrası
vardır.
İlk olarak Yunan döneminde bir mezara ev
sahipliği yapan bu ada Bizans döneminde inşa edilen ek bina ile gümrük
istasyonu olarak kullanılmıştır.
Osmanlı döneminde ise gösteri platformundan,
savunma kalesine, sürgün istasyonundan, karantina odasına kadar birçok işlev
yüklenmiştir.
Asli görevi olan ve yüzyıllardan beri varlığı
ile insanlara, geceleri ise geçen gemilere göz kırpan feneri ile yol gösterme
işlevini hiç kaybetmemiştir.
Çok eski tarihi geçmişi olan Kız Kulesi, bir
zamanlar, Boğazdan geçen gemilerden vergi alınmak maksadı ile kullanılmıştır.
Kule ile Avrupa Yakası boyunca büyük bir
zincir çekilmiş ve gemilerin Anadolu Yakası ile Kız Kulesi arasından geçişine(o
zamanlar gemi boyutları küçük olduğu için geçebilmekteydi) izin verilmiştir.
Bir süre sonra Kule, zinciri taşıyamamış ve
Avrupa Yakasına doğru yıkılmıştır.
Kuleden suyun içinde bakıldığında yıkıntıları
görülmektedir.
Kız kulesi ile
ilgili birçok efsane vardır. Ben sizlere bir kaçını aynen aktaracağım.
Kızkulesi’ni ilk olarak Manuel Komnenos adlı Bizans
imparatoru yaptırmış.
Milattan sonra 1122–1180 yılları arasında
yaşayan imparatorun burada kule yapmasındaki amaç, Boğaziçi’ni gemilere kapatan
kalın zincirin bir ucunu sağlam bir yere bağlamakmış.
Kayalık ile kıyı arasını da duvarla
kapattırmış.
Bir söylentiye göre imparator bir suç işleyen
kızı leandra yı da buraya hapsetmiş.
Şimdi
bir başkası:
Bizans imparatoru Konstantin’in kızı
hakkındaymış.
Bir falcı imparatorun kızının yılan
tarafından ısırılıp öleceğini haber vermesi üzerine imparator, kızını denizin
ortasındaki kayalığa yaptırdığı bu kuleye kapatmış.
Birgün kuleye bir sepet üzüm gönderilmiş.
Sepetin altına çöreklenip gizlenen bir yılan
kulede sepetten çıkmış, genç kızı sokarak öldürmüş.
Bir
başkası:
İstanbul Türkler tarafından alınınca, bu kule
yıktırılmış.
Yerine tahtadan bir yenisi yapılmış.
İçeriye yerleştirilen toplar, karşı kıyıdaki Sarayburnu
ile tophane deki toplarla birlikte boğazı koruyacakmış.
O sıralarda kayalığı kıyıya bağlayan duvar da
yıkılmış, yok olmuş.
Kulede geceleri meşale yakılır, gemilere yol gösterilirmiş.
1719’ da kule tutuşmuş, çıkan yangın
sonucunda tamamen yanmış.
Nevşehir’li Damat İbrahim Paşa’da yeniden, bu
sefer taştan yaptırmış.
Kulenin tepesine kurşun levhalarla kaplanan
bir kubbe yerleştirilmiş.
Kızkulesi zaman - zaman hapishane, bazen de
hastalıktan yeni kalkan deniz subaylarının dinlenme yeri olarak kullanılmış.
Padişah I.Mahmut zamanında kızlarağası Beşir
Ağa, daha sonraları da 1755 te sadrazamlıktan azledilen Hekimoğlu Ali Paşa
buraya hapsedilmiş.
1839 yılında da Kızkulesi kısa bir müddet
için karantina olarak kullanılmış.
Bakın burada bir başka efsaneden de söz ediliyor. Tabi
bunları ben yazmıyorum bir yerlerden alıyorum. Tabiri caizse bunlar alıntı…
Kızkulesi'nin ulaşılmazlığı nedeniyle,
insanlar onun içinde yaşanılanlar hakkında çok fazla bilgiye sahip olamamışlar
ve içi ile ilgili hikâyeler anlatıp ve düşler kurmakla yetinmişlerdir.
Kızkulesi ile
ilgili anlatılan ilk hikâye;
Ovidius'un kaydettiği bir aşk hikâyesidir.
Hero ile Leandros adlı iki gencin hüzünlü
aşkını anlatan bu hikâye, Hero'nun kuleden ayrılmasıyla başlar.
Hero, Afrodit'in rahibelerindendir ve aşka
yasaklıdır.
Yıllar sonra Afrodit'in tapınağında yapılan
bir törene katılmak için kuleden ayrılır ve orada Leandros ile karşılaşır.
Birbirine âşık olan iki genç, Leandros'un
gece kuleye gelmesi ile aşklarını kutsarlar.
Kızkulesi her gece iki gencin gizli aşkına ve
yasak sevişmelerine tanıklık eder.
Leandros'un yüzerek kuleye geldiği fırtınalı
bir günde Hero'nun yaktığı sevda ateşinin feneri söner.
Karanlıkta yolunu kaybeden Leandros, Boğaz’ın
sularına gömülür.
Sevgilisinin öldüğünü gören Hero da kendini
Kızkulesi'nden Boğaz’ın sularına bırakır.
Bir başka efsane:
Battal Gazi'nin askerleri ile Kızkulesi'ne
baskın yaparak kuleye saklanan hazinelerin ve Üsküdar Tekfuru'nun kızını
kaçırdığını anlatır.
Battal Gazi, tekfurun kızı ve hazinelerini
aldıktan sonra Üsküdar'dan atına atlayıp oradan uzaklaşmıştır.
Çokça bilinen
‘Atı alan Üsküdar'ı geçt’ lafı bu hikâyeden gelir.
Diğer efsanelerdeki prenseslere de atfen
Türkler buraya Kız-Kulesi ismini vermişler.
Antikçağ'da Arkla (küçük kale) ve Damialis
(dana yavrusu) adları ile anılan kule, bir ara da Tour de Leandros (Leandros'un
Kulesi) ismi ile ün yapmış.
Bu eşsiz yapı, günümüzde ise Kızkulesi adı ile bütünleşerek, bu
isimle anılmaya devam etmiş.
İstanbul denilince akla gelendir Kız kulesi.
Dedim ya o boğazın mahzun prensesidir.
Nazan Şara Şatana
nazanss.blogspot.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder