KUŞ KONMUYAN CAMİNİN SIRRI?
nazanss.blogspot.com
Kuşların
konmadığı bir cami olabilir mi?
Benim
bildiğim kuşlar, ibadet yerlerinin bahçelerine, çatılarına, minarelerine,
çanlarına konarlar.
Dünyanın
çeşitli yerlerinde bulundum.
Büyük
camilerde gördüm, kiliseleri ve çeşitli dinlerin ibadethanelerini…
Hep
kuşlar vardır bahçelerinde, kubbelerinde ya da çatılarında. Sanki kuşlar
oraların kutsal yerler olduklarını bilirler.
Güvercinler
olur ve onları yemleyen hayranları.
İstanbul’da
bütün camilerin devamlı misafirleridir kuşlar. Sadece bir camide yoktur.
Bütün
camilerde ve ibadet yerlerinde vardır, konarlar ve rüzgâr gelmiş, esmiş
savurmuş gibi de hep bir arada uçarlar. İzlemesi çok güzeldir. Bazen aşağıdan
yukarıya kanat çırpan bulutlar uçuyormuş gibi gelir.
Peki,
bu güzellikten mahrum kalan cami var mı?
Evet,
o camiye kuş konmuyor.
Bunun
içindir ki ismi de Kuşkonmaz Camisi!
Nasıl
oluyor da bütün camilere kuş konuyor da bu camiye konmuyor?
Nedir
bunun sebebi?
Okunmuş,
üflenmiş ondan mı?
Orada
kuşlara yem verilmiyor ondan mı?
Yok
– Yok böyle bir şey yok.
O
caminin hikâyesini okuduğumda bir kez daha büyük ustaya, Mimar Sinan’a hayran
oldum.
Ben
yazılarımda her zaman diyorum. Okurlarım bilirler. Biraz basit bir tabir
olabilir ama içimden gelen bu.
“Bunlar
nasıl insan? Bunların akılları nasıl bu kadar iyi çalışıyormuş? İyide bunlar
uzaylı mı?”
Aslında
hiç biri değil.
Onlar
dâhiler.
Evet,
bunu kabul etmek lazım.
Dünya
matematik üzerine kurulmuş. Bizler hayatlarımızı yine matematik üzerine
endeksliyoruz. Bilerek yâda bilmeyerek hayatımızı hesaplayarak yaşıyoruz.
Matematik düşünme kapasitemizi artırıyor. Daha akılcı oluyoruz, daha
araştırmacı, daha bilen, daha düşünen!
Elbette
bilmek gerekli, elbette çok bilmek gerekli.
Bu
nasıl mümkünse öyle de yapmak gerekli.
Yazdıklarımı
okuduğunuzda bana hak vereceksiniz…
Bende
okuduğumda şaşırdım. Sizlere okuduklarımdan aklımda kalanları nakledeceğim.
Şemsi
Paşa, çok titiz bir Paşaymış.
Sadrazam
Sokullu Mehmet Paşa’nın da yakın arkadaşıymış. İki dost birbirini çok
severlermiş ama çok da çekişirlermiş. Yani tartışırlarmış. Birçok konuda ters
düşerler, birbirlerine fikirlerini kabul ettirmek için bin türlü laf
ederlermiş.
Bu
yazdıklarım 1500 yıllarda yaşanan olaylar.
Yine
bir gün bir araya gelmişler. Muhabbetin en koyu haline gelmişken; söz dönmüş
dolaşmış Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa’nın, Sultanahmet’in yanı başına
yaptırdığı camiye gelmiş. Bu cami öyle eften püften bir cami de değilmiş.
Mimarı Koca Sinan.
Mimar
Sinan denilince gerçekten durulması gerekiyor. En azından ben öyle yapıyorum ve
bir süre neler yaptığını gözümün önüne getirmeye çalışıyorum ki yazacaklarıma
ışık tutsun.
Evet,
Mimar Sinan’ın Selime Caminin minyatürü olarak inşa ettiği camiymiş bu cami…
Sohbet
gittikçe koyulaşmış, konu cami ve güzelliğiymiş. Bir ara Şemsi Paşa:
“Efendim
bir cami yaptırmışsınız. Çok hoş Ama güvercinler caminizi pisletmişler!”
Sokullu
Mehmet Paşa haliyle şaşırmış. Kim bilir belki de ilk başta ne söyleyeceğini de
bilememiştir. Sonrasında:
“Efendim,
Allah’ın yarattığı mahlûkattır. Normaldir, engel olamazsın olur böyle şeyler!”
demiş.
Ne
desin adamcağız? Gerçekten kuş bunlar, istedikleri yere konarlar!
Bundan
sonra daha neler konuşmuşlar, sohbet nerelere kadar gitmiş bilinmez!
Bilinen,
gün gelir Şemsi Paşa’da bir cami yaptırmak ister.
İstemiş,
istemesine de aklına söylediği sözler gelmiş. Telaşlanmış.
“Ne
yapacağız?” demiş.
Söylediğine,
söyleyeceğine bin pişman olmuş. Ama ne çare söylenmiş bu sözler!
Bir
çözüm aramaya başlamış. Kime başvuracak? Bir dâhiye başvurması gerekli elbette.
Kime? Büyük Usta Mimar Sinan’a…
Şemsi
Paşa, Mimar Sinan’a gitmiş. Söylediklerini anlatmış.
“Böyle
bir cümle sarf ettik. Üzerinde kuşların uçamayacağı, konamayacağı bir yer var mıdır?”
Mimar
Sinan paşayı dinlemiş, bir hal bulacağını söylemiş.
Sinan
bu Koca Sinan, nasıl olsa bir hal çaresi bulacak!
Araştırmaya
başlamış. Sonunda; Üsküdar’da Kuzeyden ve Güneyden gelen rüzgârların kesiştiği
bir yer bulmuş. Dalgaların kıyıya çarpmasıyla meydana gelen titreşimleri
incelemiş. Kuzey ve Güneyden rüzgârların kesiştiği, dalgaların kıyıyı dövdüğü
bir nokta ve buradan çıkan titreşim sesleri kuşları rahatsız edecek ve kuşlar
gelmeyecek diye düşünmüş. Bir yer tespit etmiş.
“Buraya
camiyi yapabiliriz” demiş.
Bu
nasıl bir matematiktir, hesaptır, incelemedir?
Akıl
almaz…
Cami
oraya yapılmış. Hep rüzgârların olduğu bir yer. Yazında esintili, kışında!
Dalgalar
her daim duvarları dövüyor.
Üsküdar’da
Kuşkonmaz Cami işte böyle yapılmış. Üzerinde ve bahçesinde kuşları olmayan tek
camiymiş.
Bundan
sonra yazılı bir şey yok ama ben hayal etmeye çalışıyorum. İki dost, iki cami…
Birinde
kuşlar var diğerinde yok.
Birinde
kuşların varlığı ile cıvıl cıvıl bir yer! Belki biraz kirli, diğerinde sessizlik.
Kuşlar yok ama temiz.
Ve
bu cami 430 yıldır ibadete açık ve bahçesinde hayat yok, renk yok çünkü alışa
gelmiş o güzelim kuşlar yok.
Siz
olsanız böyle bir şeyin olmasını ister miydiniz?
Ben
istemezdim…
Nazan Şara
Şatana
nazanss.blogspot.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder