TEŞUP, HURİLERİN FIRTINA
TANRISI
Hattuşa
nazanss.blogspot.com
MİTOLOJİDEN BİR BAŞKA GÜZELLİĞİ ANLATIYORUM
SİZLERE YİNE MİTOLOJİ İLE İLGİLİ YAZDIĞIM KİTAPLARDAN BİRİNDEN ALINTI YAPARAK…
Bulutların
arasındaydı belli belirsiz bir şeyler şekillenmeye başlamıştı. Işıklı,
korkutucu bir görüntü, biraz önce rahatlamış olan gurup tekrar korkuya
kaptırdı. Şekil devimsi iki göz haline geliyordu. Görülen gözlerdi. Üstelik
korkunç görülen gözlerden ateşler fışkırıyordu. Çocuklardan biri çığlık attı.
“Anne…
Anneee çok korkuyorum. Bu canavar bu çok korkunç.”
Rüya
bir şeyler söylemek istiyordu ama sonradan vazgeçiyordu. Kendi kendine;
‘Yok,
canım daha neler! Deliriyorum ben…’
Elif
çığlık attı.
“Bu
gözler nedir ya. Rüya bir şeyler söylesene. Canımızın yanması geçti ama
kalbimiz korkudan acıyor. Çocuklar sakin olun. Durun ağlamayın. Rüya ablanız
mantıklı bir şey söyler rahatlatır bizi. Nede olsa o öğretmen. Haydi, Rüya bu
ne! Bu gözler ne niye bize kızgın. Nedir bu başımıza gelen. Yoksa biz öldükte
cehenneme mi gittik.”
Elifin
sözleri çocukların daha da çok korkmasına sebep olduğundan şimdi hepsi son ses
bağırarak ağlıyorlardı. Rüya ateş saçan gözlerden gözlerini alamadan fısıldar
gibi konuştu.
“Çocuklar
ne olur korkmayın. Bu - bu önemli bir şey değil ki. Bulutlar bize oyunlar
oynuyor. Görmediniz mi neler oldu. Bakın bize bir şey olmadı. Bu bir macera…
Macera filmleri gibi düşünün. Fantastik bir hikâyenin içine girmişiz gibi
düşünün.”
Muhtardan
ilk tepki geldiğinde Rüya ona şaşırarak baktı. Muhtar şaşkın;
“Fantastik
bir hikâyenin içinde miyiz?”
Rüya
kaşlarını hafifçe çatarak gözleri ile çocukları da işaret ederek konuştu.
“Ne
güzel değil mi muhtar. Kimin başına bu kadar güzel bir şey gelebilir. Bir film
setinde gibiyiz. Bir maceranın içindeyiz. Kim bilir beklide birileri bize şaka
yapıyordur. Biz en iyisi ne yapalım. Keyfini çıkartalım bu olanların. O kadar
çok korkmayalım mesela!” Elif şaşkın;
“Korkmayalım
mesela! Öylemi?”
“Öyle…
Öyle düşünelim. Olmaz mı?”
Didar
teyzesine baktı. Sessizce;
“Ben
söyleyeceklerim den korktuğum için konuşmayacağım teyze.”
“Bende…”
Elif
ikisine bir süre baktı.
“Siz
ikiniz ne demek istiyorsunuz?”
Gözler
yaklaşıyordu. Elif bir gözlere birde Rüyaya baktı.
“Ne
olur bildiğini, anladığını söyle. Düşündüklerimden daha kötü olamaz.”
Rüya
heyecanlıydı. Sesi kısıktı, titriyordu…
“Bilmiyorum
ki. Atıyor olabilirim. Öyle olmasını düşündüğümden havsalam bana oyunlar
oynuyor olabilir.”
“Söyle…”
Elifin
sert sesi Rüya’yı otomatik olarak konuşturdu…
“Söyleyeceğim
çok saçma çok abuk sabuk bir şey olarak gelecektir size. Ama nedenini
bilmiyorum ben iç sezgide diyebiliriz. Ben…”
Elif
sıkılmıştı.
“Evet.
Sen?”
“Bir
anda Hitit uygarlığının en önemli tanrısı
‘Gök
Tanrı’ yani;
Hatti veya Taru,
Huri,
Teşup,
Tarhu,
Tarhuna,
Tarhunt diye adlandırılan bu efsanevi tanrı…”
“Ne
diyorsun ya kafayı mı yedin sen. Bu sefer saçmaladın işte Rüya. Taktın ya
tanrılara sen ne diyorsun Allah - Allah ya. Bu kız iyice delirdi.”
Didar
Elife baktı.
“Bende
teyzeme katılıyorum.”
“Siz
ikiniz delirmişsiniz.”
Gözler
yaklaşıyor gibiydi… Fakat bazen uzaklaşıyor gibide görülüyordu…
Gözlerinden
alevler fışkırıyordu... Belirginleşmeye vücudu görülmeye başladığında çok
şaşırdılar. ‘Bu bir boğaydı.’ Kızgın bir boğa. Neye kızgın olduğu ise
bilinmiyordu... Görüntüler şekillenmeye başladı Elif, Rüya ve Muhtar’dan başka
çocuklarda film gibi karşılarında oluşanları izliyorlardı. Kıyafetlerinden
başlarındaki taçlarından bir kral ve bir kraliçe boğanın önünde iki kat eğilmiş
selam veriyorlardı. Rüya bağırdı.
“Bu
Zeus’ta olabilir. Oda zaman - zaman boğa kılığına giriyordu.”
Elif
şaşkın arkadaşına baktı.
“Sen
ne diyorsun. Amerika’da Üniversal stüdyolarında film setlerinde miyiz Allah
aşkına aklını mı yedin sen neler oluyor?”
Rüya
oldukça sakin konuşmasını sürdürdü.
“Bu
Tanrıların Tanrısı Zeus olabilir diyorum sana ve diyorum ki...”
Elif
sözünü kesti.
“Söylemiştin
boğa olayını. Rüya neler oluyor?”
İşte
o anda bir başka ses ve bir başka hareketle dönmeye başladılar. Biri onları
topaç gibi döndürmeye başladı. Ayakları havaya başları ayaklarının olduğu yere
geliyordu. Elleri birbirlerinin elleri ile kelepçeli gibiydi. Çocukların artık
ağlamaktan ağlayacak halleri kalmamıştı. Sesleri bile çıkmıyordu. Bir şaşkın,
bir ürkek bir çaresiz bakıyorlardı. Rüya bağırdı.
“Baş tanrı Hitit
metinlerinde;
‘Hattı ülkesinin gök
tanrısı’-‘göğün tanrısı’ ‘Hattuşa’nın tanrısı denilirdi. Bunun işaretine bak…
Bak gözlerime inanamıyorum o şekil oluşuyor. Boğa yok oluyor. Bu işaret.”
Elif kızgınlıkla dönerken
bağırdı.
“Sen delirmişsin neyi
nasıl görünüyorsun? Kızım biz dönüyoruz.”
Didar bağırdı.
“Teyze Hattuşa’nın
tanrısı bu görülen.”
Rüya bağırdı.
“Haklısın canım. Bir
tanrının hiyeroglif işareti bak dikkat et ikiye bölünmüş elips.”
Elif bağırdı.
“Yemin ederim delireceğim.
Keçi can derdinde! Bu iki hasta ruhlunun konuşmalarına bakın!” Rüya devam etti.
“Gök tanrısı aynı zamanda
fırtına tanrısıdır. Bak zaten ikiye bölünmüş elipsin altında ‘W’ işaretine
bakın. Bu yıldırım işaretedir. Allah’ım yıldırımlar gelecek demektir.”
Elif artık çığlık
atıyordu.
“Susun siz ikinizde susun
anlıyor musunuz susun.”
“Sen anlamıyorsun bak
Hurilerin fırtına tanrısı ‘Teşup’ geliyor.
Fırtına tanrısı Teşup
rüzgârı poyrazı meltemi en hızlı ve en yavaş bütün esintileri arkasına takmış
hızla gelmekteydi. Didar bağırdı.
“Fırtına tanrısı Teşup bu
gelen ve çok kızgın.” Elif daha çok bağırdı.
“Kızım aklınızı mı
yediniz siz bu ne kadar çok tanrı ya!”
“Bin tane tanrıları
olduğu söyleniyor.”
“Desene çokça tanrılarla
haşır - neşiriz de nereye gidiyoruz. Biz şu anda neredeyiz? Yerde miyiz gökte
miyiz? Anlamadım gitti.”
“Başkent ‘Hattuşa’ya gidiyoruzdur beklide!”
“Hattuşa ’mı o nerede?”
Rüya sakin bir şekilde
anlatmaya başladı.
“Hepiniz beni dinleyin.
Nereye, neden gidiyoruz bilmiyorum! Anladığım kadarı ile bizler eskilere çok
eskilere gidiyoruz. Artık zaman ötesine seyahatlerin olduğunu en azından hayal
edebiliyoruz. Eğer rüyada değilsek ve hayalde görmüyorsak dediklerim gerçek.
Yâda hepimiz uykudayız. Bakalım neler olacak. Ne olur ne olmaz diye endişemden
kaynaklanan bir anlatım isteğim de var. Sizlerin de benim bildiğim bazı şeyleri
bilmenizi istiyorum. Bu konuda bize en çok yardım edecek kişide Didar’dır onun
ilgi alanındayız.” Didar sertçe konuştu.
“Teyze bu çok ciddi bir
konu ve dikkatle dinlenilmesini istemekteyim. Bu çocuk oyuncağı değil.
Dikkatinizi verin teyzemin anlattıklarına. Bende bazı şeyleri anlatacağım. Şu
anda birbirimizden ayrılamıyoruz. Bir şeyi bekliyoruz. Bu bizim için fırsattır.
Hepimiz bilgilenelim ki güçlü olalım.”
Kimse sesini çıkartmadı,
itiraz eden olmadı. Rüya anlatmaya başladı.
“Mısır, Babil ve Mitanni eski doğunun büyük güçlerinden biri olan
Hititler, M.Ö. 1200 yıllarına kadar Anadolu’nun büyük kısmına hükmetmişlerdir.
Bu imparatorluğun başkenti ‘Hattuşaş’aydı. Hattuşa Çorum’un 80 kilometre
güneybatısında, Boğazkale ilçesindedir. Hattuşilinin iktidara gelmesiyle Hattuşa, Hititlerin
başkenti olmuştur. Tarihi çok eskilere gitmektedir.
Şimdi onları
anlatmayacağım tek anlatmak istediğim. Şehir devletleri döneminin en büyük
Hitit belgesine göre Hitit kralı Kusarsa Kralı Anitta tarafından burası
yıkılmış ve kral burayı;
‘Benden sonra gelecek
Kral Hattuşa’yı yeniden kurarsa tanrının fırtınası ile vurulacaktır.’ diye
lanetlemiştir.” Elif kızgınlıkla sordu.
“Ne olmuş sonra lanet
yerini bulmuş mu bir daha şehir kurulmamış mı?”
“Yok kurulmuş.”
“Canımsın biz niye
bunları dinliyoruz. Bize ne yahu bunlardan?”
“Niye biliyor musunuz?
Şundan dolayı;
Yunan mitolojisine göre
dünya oluşmadan önce;
‘Khaos’ (sonsuz boşluk) vardı.
Sonra;
Khaos’tan Gaia, yani toprak ve çekici gücün sembolü Eros
çıktı.
Erosun sayesinde bir sürü
şeyler oldu. Mesela;
Kaos ve Gaia’dan Erebos (yeraltı karanlığı)
Nyks( gece)
Onlardan ise;
Arther (göğün üst tabakalarının ışığı)
Hemere (gündüz) doğdu.
Daha sonra ise;
Uranos (gök)
Pontus’u (deniz) dünyaya
getiren Gaia Uranos’la birleşerek erkek ve dişi titanları, tek gözlü
devler olan Kyklop’ları ve Hekatonkheires adlı yüz kollu devleri doğurdu.”
Elif kızmıştı.
“Ya bunları anlattın ya
bir daha niye anlatıyorsun. Hafıza kaybımı yaşadık. Delirdin mi? Aklım karma
karışık olmuştu zaten anlattıklarından şimdide söylediklerinden hepsi birbirine
karıştı. Artık kim kimdir? Kim değildir bilmiyorum… Bunlar yetmiyor gibi
şimdide başıma yüz kollu devimi çıkarttın neyi çok söylersen olur.”
“Sakin ol Elif teyze.
Çıkar mı hiç öyle olur mu? En son doğan erkek titan olan Kronos babasını
yenerek tüm evrenin kralı oldu. Karısı Rhea’da titandı. Rhea’dan yani karısından doğan çocuklarını yedi. Bir
tek kendinden kaçırılan oğlu Zeus tarafından yenilince mitolojide tanrılar
devri başladı.”
“Oh Allah’a şükür
Tanrılar devri başlamış. Bunları biliyorum. Bütün gece teyzen zaten bunları
anlattı. Yani nedir bu akşamdan beri çektiğim işkence bitmedi de şimdi ikinci
baskıya mı giriyorsunuz Allah Aşkına.”
“Elif çiğim ne olur biraz
sakin ol.”
“Nasıl sakin olayım. Benim de bu işkencem bitmiştir artık bu kadar
anlatılanlardan sonra. Çocuklar sizler büyülendiniz mi ya hiç itiraz eden yok
sesini çıkartan yok. Dilinizi mi yuttunuz?” Elif sinirlenmişti.
Çocuklardan hiç ses
çıkmamıştı. İtiraz eden yoktu. Tam tersi hepsi merakla dinliyorlardı. Rüya
gülümsedi.
“Hala ayaktayız hala
kıpırdayamıyoruz hala hareket edemiyoruz farkındasınız değil mi ve çocuklarda
dâhil hiç kimse rahatsız değil. Bu nasıl iştir anlamadım.”
“Sen soruma cevap
versene.”
“Olur vereyim. Tanrıların
sivri bir külahı, belden kuşaklı kısa bir elbisesi, kalkık burunlu pabuçları ve
küpeleri olduğu söylenir. Çoğu zamanda kırcık bir kılıç ya da bir topuz
taşırlarmış. Tanrıçaların hepsi uzun etek giyerlermiş ve başlarında silindir
biçimli başlıklar varmış.”
“Dalga geçiyorsun değil
mi?”
“Yooo geçmiyorum.
Okuduklarım bunlardı.”
“Öylemi ne güzel!’
Biranda sustu. Gözleri
büyüdü… Hareketsiz kaldı. Fısıldarcasına konuştu.
“Şu gelenlere bakın.”
Nazan Şara Şatana
nazanss.blogspot.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder