Mondros Ateşkes Antlaşması
HEKİM ALİ SÜAVİ EFENDİ
nazanss.blogspot.com
Hekim Ali
Süavi Efendi Kitabımdan;
“Arkadaşlar
bu gün ekseri çoğunluk sağlanmıştır. İçinde bulunduğumuz durum bilginiz
dâhilindedir. Mondros Ateşkes Antlaşması sonucunda Anadolu ve Trakya işgale
açık duruma geldi. Malumunuzdur ki; Mondros Ateşkes anlaşması ile hükümetleri
galip devletlere bizim vatanımızı ikram etmeye başlamışlardır. Ülke elden
gidiyor ama saltanat; İşgalcilere ses çıkarmamıştır. Çekingen ve ürkek
davranmıştır. Hiçbir tedbir ya da önlem almamıştır. Saltanatını sürdürerek
ileriye ait hayal umutları ile halifeliğin ve hanedanlığın selameti için
bekliyor. Oysa bu anlaşmalar çok ağır maddeler getirmiştir. Biliyorsunuz şu
anda işgaller başlamış durumdadır.”
Sözlerinin
anlaşıldığından emin olmak için bir süre durup etrafını inceledi.
“Osmanlı devletinin organlarının
işgalcilerin eline geçmiş olmasından kaynaklanan idare boşlukları vardır.
Fransa ile İngiltere 9 Mayıs 1916’da ikili bir antlaşma yaptı. Buna göre;
Antep, Maraş, Urfa el değiştirerek Fransa’ya geçti. Fransızlar buraya Suriye ve
Mısır’dan getirdikleri Ermenileri teşkilatlandırıyorlar. Bunlar büyük oyunlar
içindeler. Arkadaşlar durum gittikçe vahametini artırmaktadır. Bu
geceki konuşmalar çok önemlidir. Herkesin can kulağı ile dinlemesini istiyorum.
Yakın bir tarihte ben buradaki yerimi Ali Süavi Beye bırakacağım. Bir iki
toplantı sonrası sizleri o komuta edecektir. Eşref efendi, benimle
konuştuklarınızı arkadaşlarımıza da anlatır mısın?”
“Aldığımız
yeni habere göre; Paris’te yapılan ve Suriye itilaf namesi olarak da bilinen
Suriye ve Kilikya’da işgal değiştirilmesine ilişkin İngiliz-Fransız anlaşmasına
göre;
Urfa
ve çevresi Fransızlara devir edildiğini Haydar Bey anlattı. Bizler İngilizlerle
nasıl baş edeceğimizi planlamış, onların yerlerini, durumlarını çözmüş tam bir
şeyler yapmak isterken, buradan gideceklerini ve Fransızların geleceğini
öğrenmiş bulunuyoruz. Bu da demektir ki şimdiye kadar İngiliz’ler için yaptığımız
çalışmalar boşa gitmiştir. Fransızlarla ilgili çalışmalarımızın doğrultusu bir
dahaki toplantıda olacaktır.”
Haydar
bey söze devam etti.
”İşgalciler,
yani İngilizler hepinizin de bildiği gibi bölgemizde bir sürü rahatsızlıkları
yaratmışlardır. Ciddi bir Ermeni sorununu onlar başlatmıştır. Yüz yıllardır bir
arada kardeş olarak yaşadığımız Ermenileri dışarıdan destek ve teşvik ederek
bize karşı kışkırtmışlardır. Şimdi buna Fransızlarda yeni Ermeni olaylarını
hazırlayarak gelmeleri ile ortalığın bir hayli karışmasını sağlayacaklardır.”
“Evet.”
Sesleri
etrafta duyulduktan sonra… Eşref efendi konuşmaya başladı;
“Biliyorsunuz.
Mustafa Kemal, Ulukışla’ya geldi. İlk Kuvayi-Milliye hareketini burada
örgütledi… İlçenin konumu itibari ile işgalcilerin asıl amaçlarının
Toroslar’dan geçip, İtalyanlarla Konya ovasında birleşerek tüm Anadolu’yu işgal
etmek olduğunu anladığı için zaten burada örgütledi…”
Haydar
bey tekrar söz aldı.
“Efendiler,
içimizde birkaç arkadaşımız İngilizceyi konuşmaktaydı. Ama Fransızca bilenimiz
yoktu. Bu bizim için büyük sıkıntı olacaktı. Allah’a ham dolsun Ali Süavi Bey
Fransızcayı iyi konuşmaktadır.”
İçlerinden
biri birazda yüksek sesle konuştu.
“Fransızcayı
nasıl öğrenmiş?”
Ali
Süavi sesin geldiği tarafa baktı.
“Paşa
dedem sağken beni Fransız mektebine göndermişti.”
Bir
kadın sesi erkeklerin sesini bastırdı.
“Fransız
mektebinde okuduktan sonra, neden muallim oldunuz ki! İstanbul da ne görevle
bulunuyordunuz?”
Ali
Süavi sesin geldiği tarafa baktığında Zehra hocayı gördü.
Kadın
yine dimdik, vakur ve sert bir ifade ile cevabını bekliyordu.
“Muallim
olmak istedim. Ve oldum. Bunun cevabı budur.”
Haydar
Bey’e konuşmasına devam etti.
“Biliyorsunuz…
İngilizler aşiretlerle yakın olma çabasındalar. Aşiretler de onlardan gelen
bazı teklifleri hoş görmüşlerdir. Benim ve benim yanımda birkaç kişinin görevi
de bu aşiretleri dolaşmak gerçekleri anlatmaktır. Sizlerle onun içinde uzun
zamandır bir araya gelememiştik. Daha önceki görevlerinizin devamı şimdide
geçerlidir. Bu geceki toplantı uzun sürmeyecek… En büyük amaç; Muallim Ali
Süavi beyi sizlere tanıtmak ve bir iki toplantıdan sonra benim yerime
geçeceğini de sizlere bildirmekti. Geceniz ve yarınlarınız hayırlı olsun.
Arkadaşlar dağılabilirsiniz.”
Oradakiler
ayağa kalkınca Haydar Bey bir şeyi hatırlamıştı.
“Her
zamanki gibi dağılacağız dikkati elden bırakmayacağız.
Murat
efendi sen bu işle ilgilen.”
“Haydar
bey… Hava çok soğuk dışarıda kimsenin olacağını sanmıyorum.”
“Biz
yinede ‘su uyur, düşman uyumaz’ diye düşünelim.”
“Tamam
efendim…”
Kalabalık
azalmaya başlamıştı. Haydar bey, Ali Süavi’ye gülümsedi.
“Arkadaşlar
kendinize biçtiğiniz rolü anlattılar. Çok akıllıca geldi bana... Onlar da
etrafa sizin mız - mız hastalıklı biri olduğunuzu yayacaklar.”
Hoca
Zehra’nın sesi yine geldi.
“Ben
zaten öyle zannetmiştim. Ali Süavi Bey ya çok iyi bir oyuncu! Ya da gerçekten
öyle!”
Ali
Süavi Zehra’ya sert bir şekilde birazda sesini yükselterek karşılık verdi.
“Sağ
olun. Artık onu da siz zamanla ölçün.”
Ali
Süavi’nin bu sözleri havayı biraz germişti. Bu konuşulanların akabinde Ali
Süavi hemen Haydar Bey’e döndü.
“Haydar
bey, benim İngilizcem de iyidir. Diyorum ki yarın gidip buradaki İngiliz
yetkili ile tanışayım mı?”
“Evet.
Bu çok iyi olur. İngilizce konuşmayın.
Buradaki
yetkili Türkçe biliyor zaten…”
Üstelik
mütercimleri de yanlarında. Bizim isteğimiz onların kendi aralarında
konuştuklarından sizin haberinizin olmasıdır.
Bizim
içimizden onlarla yakınlığı Avukat olması hasebiyle Hüseyin efendidir. Yarın
Hüseyin Efendi sizi götürsün…”
“Hay
hay…”
Herkes
dağılmıştı. Hüseyin Ali Süavi’ye bir ricada bulundu.
“Ali
Süavi Bey sizden bir ricam olacaktı...”
“Buyurun.
Nasıl yardımcı olabilirim?”
“Zehra
hocayı bu gece evine siz teslim edin. Aynı yol üzerindesiniz. Üstelik aynı
okulda olduğunuz için dikkati çekmez.”
Ali
Süavi hiç itiraz etmedi. Oldukça sakin bir şekilde cevap verdi.
“Olur
kardeşim… ”
Nazan Şara
Şatana
nazanss.blogspot.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder