27 Ağustos 2017 Pazar



Mondros Ateşkes Antlaşması
HEKİM ALİ SÜAVİ EFENDİ

nazanss.blogspot.com


Hekim Ali Süavi Efendi Kitabımdan;
“Arkadaşlar bu gün ekseri çoğunluk sağlanmıştır. İçinde bulunduğumuz durum bilginiz dâhilindedir. Mondros Ateşkes Antlaşması sonucunda Anadolu ve Trakya işgale açık duruma geldi. Malumunuzdur ki; Mondros Ateşkes anlaşması ile hükümetleri galip devletlere bizim vatanımızı ikram etmeye başlamışlardır. Ülke elden gidiyor ama saltanat; İşgalcilere ses çıkarmamıştır. Çekingen ve ürkek davranmıştır. Hiçbir tedbir ya da önlem almamıştır. Saltanatını sürdürerek ileriye ait hayal umutları ile halifeliğin ve hanedanlığın selameti için bekliyor. Oysa bu anlaşmalar çok ağır maddeler getirmiştir. Biliyorsunuz şu anda işgaller başlamış durumdadır.”
Sözlerinin anlaşıldığından emin olmak için bir süre durup etrafını inceledi.

“Osmanlı devletinin organlarının işgalcilerin eline geçmiş olmasından kaynaklanan idare boşlukları vardır. Fransa ile İngiltere 9 Mayıs 1916’da ikili bir antlaşma yaptı. Buna göre; Antep, Maraş, Urfa el değiştirerek Fransa’ya geçti. Fransızlar buraya Suriye ve Mısır’dan getirdikleri Ermenileri teşkilatlandırıyorlar. Bunlar büyük oyunlar içindeler. Arkadaşlar durum gittikçe vahametini artırmaktadır. Bu geceki konuşmalar çok önemlidir. Herkesin can kulağı ile dinlemesini istiyorum. Yakın bir tarihte ben buradaki yerimi Ali Süavi Beye bırakacağım. Bir iki toplantı sonrası sizleri o komuta edecektir. Eşref efendi, benimle konuştuklarınızı arkadaşlarımıza da anlatır mısın?”

“Aldığımız yeni habere göre; Paris’te yapılan ve Suriye itilaf namesi olarak da bilinen Suriye ve Kilikya’da işgal değiştirilmesine ilişkin İngiliz-Fransız anlaşmasına göre;
Urfa ve çevresi Fransızlara devir edildiğini Haydar Bey anlattı. Bizler İngilizlerle nasıl baş edeceğimizi planlamış, onların yerlerini, durumlarını çözmüş tam bir şeyler yapmak isterken, buradan gideceklerini ve Fransızların geleceğini öğrenmiş bulunuyoruz. Bu da demektir ki şimdiye kadar İngiliz’ler için yaptığımız çalışmalar boşa gitmiştir. Fransızlarla ilgili çalışmalarımızın doğrultusu bir dahaki toplantıda olacaktır.”
Haydar bey söze devam etti.
”İşgalciler, yani İngilizler hepinizin de bildiği gibi bölgemizde bir sürü rahatsızlıkları yaratmışlardır. Ciddi bir Ermeni sorununu onlar başlatmıştır. Yüz yıllardır bir arada kardeş olarak yaşadığımız Ermenileri dışarıdan destek ve teşvik ederek bize karşı kışkırtmışlardır. Şimdi buna Fransızlarda yeni Ermeni olaylarını hazırlayarak gelmeleri ile ortalığın bir hayli karışmasını sağlayacaklardır.”
“Evet.”
Sesleri etrafta duyulduktan sonra… Eşref efendi konuşmaya başladı;
“Biliyorsunuz. Mustafa Kemal, Ulukışla’ya geldi. İlk Kuvayi-Milliye hareketini burada örgütledi… İlçenin konumu itibari ile işgalcilerin asıl amaçlarının Toroslar’dan geçip, İtalyanlarla Konya ovasında birleşerek tüm Anadolu’yu işgal etmek olduğunu anladığı için zaten burada örgütledi…”
Haydar bey tekrar söz aldı.
“Efendiler, içimizde birkaç arkadaşımız İngilizceyi konuşmaktaydı. Ama Fransızca bilenimiz yoktu. Bu bizim için büyük sıkıntı olacaktı. Allah’a ham dolsun Ali Süavi Bey Fransızcayı iyi konuşmaktadır.”
İçlerinden biri birazda yüksek sesle konuştu.
“Fransızcayı nasıl öğrenmiş?”
Ali Süavi sesin geldiği tarafa baktı.
“Paşa dedem sağken beni Fransız mektebine göndermişti.”
Bir kadın sesi erkeklerin sesini bastırdı.
“Fransız mektebinde okuduktan sonra, neden muallim oldunuz ki! İstanbul da ne görevle bulunuyordunuz?”
Ali Süavi sesin geldiği tarafa baktığında Zehra hocayı gördü.
Kadın yine dimdik, vakur ve sert bir ifade ile cevabını bekliyordu.
“Muallim olmak istedim. Ve oldum. Bunun cevabı budur.”
Haydar Bey’e konuşmasına devam etti.
“Biliyorsunuz… İngilizler aşiretlerle yakın olma çabasındalar. Aşiretler de onlardan gelen bazı teklifleri hoş görmüşlerdir. Benim ve benim yanımda birkaç kişinin görevi de bu aşiretleri dolaşmak gerçekleri anlatmaktır. Sizlerle onun içinde uzun zamandır bir araya gelememiştik. Daha önceki görevlerinizin devamı şimdide geçerlidir. Bu geceki toplantı uzun sürmeyecek… En büyük amaç; Muallim Ali Süavi beyi sizlere tanıtmak ve bir iki toplantıdan sonra benim yerime geçeceğini de sizlere bildirmekti. Geceniz ve yarınlarınız hayırlı olsun. Arkadaşlar dağılabilirsiniz.”
Oradakiler ayağa kalkınca Haydar Bey bir şeyi hatırlamıştı.
“Her zamanki gibi dağılacağız dikkati elden bırakmayacağız.
Murat efendi sen bu işle ilgilen.”
“Haydar bey… Hava çok soğuk dışarıda kimsenin olacağını sanmıyorum.”
“Biz yinede ‘su uyur, düşman uyumaz’ diye düşünelim.”
“Tamam efendim…”
Kalabalık azalmaya başlamıştı. Haydar bey, Ali Süavi’ye gülümsedi.
“Arkadaşlar kendinize biçtiğiniz rolü anlattılar. Çok akıllıca geldi bana... Onlar da etrafa sizin mız - mız hastalıklı biri olduğunuzu yayacaklar.”
Hoca Zehra’nın sesi yine geldi.
“Ben zaten öyle zannetmiştim. Ali Süavi Bey ya çok iyi bir oyuncu! Ya da gerçekten öyle!”
Ali Süavi Zehra’ya sert bir şekilde birazda sesini yükselterek karşılık verdi.
“Sağ olun. Artık onu da siz zamanla ölçün.”
Ali Süavi’nin bu sözleri havayı biraz germişti. Bu konuşulanların akabinde Ali Süavi hemen Haydar Bey’e döndü.
“Haydar bey, benim İngilizcem de iyidir. Diyorum ki yarın gidip buradaki İngiliz yetkili ile tanışayım mı?”
“Evet. Bu çok iyi olur. İngilizce konuşmayın.
Buradaki yetkili Türkçe biliyor zaten…”
Üstelik mütercimleri de yanlarında. Bizim isteğimiz onların kendi aralarında konuştuklarından sizin haberinizin olmasıdır.
Bizim içimizden onlarla yakınlığı Avukat olması hasebiyle Hüseyin efendidir. Yarın Hüseyin Efendi sizi götürsün…”
“Hay hay…”
Herkes dağılmıştı. Hüseyin Ali Süavi’ye bir ricada bulundu.
“Ali Süavi Bey sizden bir ricam olacaktı...”
“Buyurun. Nasıl yardımcı olabilirim?”
“Zehra hocayı bu gece evine siz teslim edin. Aynı yol üzerindesiniz. Üstelik aynı okulda olduğunuz için dikkati çekmez.”
Ali Süavi hiç itiraz etmedi. Oldukça sakin bir şekilde cevap verdi.
“Olur kardeşim… ”


Nazan Şara Şatana
nazanss.blogspot.com




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder