Hazreti İbrahim
Mucizeler Peygamberi
nazanss.blogspot.com
Kur'anda birçok ayette
ismi geçer. Peygamber olarak kabul edilir ve Allah kendisine samimiyetinden
dolayı "Halil" yani dost sıfatını vermiştir.
Hazreti
İbrahim’i anlatmak istediğim bu seri yazımda, muhakkak ki bildiklerim kadar
bilmediklerim olduğundan bilenlerin de yazılarını alıntı olarak sizlere
aktaracağım.
Mucizelerin
Peygamberi Hazreti İbrahim’i elbetteki biliyoruz fakat onun hayatının tümünü
bilmek, bildiklerimize bir iki cümle ile bile olsa katkıda bulunmak benim için
iyi olacaktır diye düşündüm.
Hazreti
İbrahim ile okuduğum her yazı beni şaşırtmıştır.
Kur'anda bir çok ayette ismi geçer. Peygamber olarak kabul edilir ve Allah
kendisine samimiyetinden dolayı "Halil" yani dost sıfatını vermiştir.
Her
gün dünya üzerinde yaşayan milyonlarca Müslüman, nerede olurlarsa olsunlar,
Kâbe’nin bulunduğu yönü hedef alıp, o yöne doğru namaz kılarlar.
Gerçekten
onun hayatında mucizeler vardır,
Onun
hayatıda olmazlar olmuştur,
Onun
dünyaya bıraktıklarının hepsi birbirinden önemli mucizelerdir.
Onun
hayatının tümünde bir mukadesiyat vardır.
Onun
sevdiklerine sevdasına,
Onun
çocuklarına ilgisine,
Onun
insanlara bağlılığına,
Paraya
tamah etmeyip çok cömert olmasına,
Kadına
önem vermesine,
Misâfirperverliği
ve cömertliğine,
Misafirsiz
sofraya oturmayışına,
Misafir
bulmak için uzaklara gitmesine,
Bu
vasıflarından dolayı misafir babası denilmesine…
Güzel
ahlakına, nurlu yüzüne, dualarına, onun mucizelerine birlikte bakalım…
Düşünün
lütfen:
İbrâhim
aleyhisselâmdan sonra gelen bütün peygamberler onun neslinden…
Benim
gönlüm çok uzun olmayan bu yazıyı takip etmenizden yana.
Bildiklerinizin
yanında muhakkak ki bir iki de bilmedikleriniz olacaktır.
Allaha
emanet olun.
Hazreti
İbrahim; Keldâni memleketi olan Bâbil’in doğu tarafında ve Dicle ile Fırat
nehirleri arasındaki bölgede doğmuş. Yüz yetmiş beş yaşındayken Kudüs’te vefât
etmiş.
Kuran-ı
Kerim’de ‘Tek başına bir ümmet’
olarak tanınan Hazreti İbrahim’den söz etmek istiyorum sizlere…
Hazreti
İbrahim ile ilgili o kadar çok bildiklerimiz varki.
Hepsi
birbirinden kıymetli, öğrenilmesi, bilinmesi gerekenler…
Tek
– tek konu olacak kadar güzellikte…
Her
yıl insanların akın ettiği en mukaddes görevlerden birini yerine getirdikleri
Hac’daki Kâbe’yi inşa eden Hazreti İbrahim:
MÖ.2.
bin yılda yaşamış.
İslam’a
göre peygamber,
Musevilere
ve Hristiyanlara göre din büyüğü,
İbranilerin
Hindistan bağlantısına, İbrahim’in Hint kökenli bir rahip olarak batıya göç
etmiş olduğuna ve Brahma dini ve Zerdüştlük ile olan bağlantılarına,
İshak
ve İsmail’in babası olduğuna,
Yahudilerin
Ishak soyundan geldiğine,
İsmail’in
ise Arapların atalarından olduğuna inanılır.
Hazreti
İbrahim ve oğlu binlerce yıl önce İnsanların Hacı olmaları için, hacca
gidecekleri bir ev yapmışlar. Akın – Akın insanlar gelecekler ve zikredecekler.
Kâbe’yi
yapmışlar…
İbrahim, İsmail'le birlikte
Evin (Ka'be'nin) sütunlarını yükselttiğinde (ikisi şöyle dua etmişti):
"Rabbimiz bizden (bunu) kabul et. Şüphesiz, Sen işiten ve bilensin".
(Bakara Suresi, 127)
Kâbe’nin
olduğu yer Mekke’dir…
Hani İbrahim:
"Rabbim, bu şehri bir
güvenlik yeri kıl ve halkından Allah'a ve ahiret gününe inananları ürünlerle
rızıklandır" demişti de
(Allah: "Sadece inananları
değil) inkâr edeni de az bir süre yararlandırır, sonra onu ateşin azabına
uğratırım; ne kötü bir dönüştür o"demişti… (Bakara Suresi, 126)
Hz.
İbrahim ve oğlu İsmail dualarında sadece kendi yaşadıkları dönem için değil,
kendilerinden sonra gelecek olan kuşaklar için de bazı isteklerde
bulunmuşlardır:
Rabbimiz, ikimizi Sana teslim
olmuş(Müslümanlar) kıl ve soyumuzdan Sana teslim olmuş(Müslüman) bir ümmet
(ver). Bize ibadet yöntemlerini (yer veya ilkelerini) göster ve tevbemizi kabul
et. Şüphesiz, Sen tevbeleri kabul eden ve esirgeyensin. Rabbimiz, içlerinden
onlara bir elçi gönder, onlara ayetlerini okusun, kitabı ve hikmeti öğretsin ve
onları arındırsın. Şüphesiz, Sen güçlü ve üstün olansın, hüküm ve hikmet
sahibisin. (Bakara Suresi, 128–129)(alıntı)
Hz.İbrahim Kuran-ı Kerim’de ismi olan, ülülazm adı
verilen altı peygamberden biriymiş. Peygamber Efendimizin de dedelerindenmiş.
Allahü Teâlâ’nın Halilim yani dostum dediği
peygamber. Onun için Halilullah ve Halilürrahman denilirmiş.
Keldani Kavminin kralı Nemrut bir rüya görür ve bunu
mineccimlere anlatır. Onlarda:
“Bir erkek çocuk doğacak ve o yeni bir din getirecek
ve senin saltanatını da yıkacak” demişler.
Buna çok kızan Nemrut bütün hameli kadınları
öldürtmüş ve doğan erkek çocuklarından bundan sonra öldürüleceğini söylemiş.
Hazreti İbrahimin annesi ona hamileymiş, ikinci eşi olan Hazreti İbrahimin babasını
ikna etmiş hamile olduğunu söylemişle. Günü geldiğinde annesi bir mağaraya
gitmiş orada doğum yapmış. Oğlunu bir şeylere sarmış kendi evine gelmiş.
Kimseye bir şey söylememiş sadece eşine doğumda oğlunun öldüğünü söylemiş.
Ertesi günü merakla mağaraya gittiğinde oğlunun parmağını emdiğini ve
parmağından süt geldiğini görmüş. Bundan sonra Hz. İbrahim bu mağarada büyümüş,
günü gelip çıktığında da aya ve yıldızlara bakmış bir yaratıcı olduğuna
inanmış.
Sonra kavmine gitmiş. Putlara tapmanın sapkınlık
olduğunu, bunun doğru olmadığını söylemiş. Herkese Allah’a inanmaları
gerektiğini anlatmış. Kimse ona inanmamış. Oysa ona on sayfa(forma) kitap
indirilmiş. Hz.İbrahim herkesi Allahu Tealaya iman etmeye çağırmış. Birgün
kimsenin olmadığı bir zamanda puthaneye gitti. Balta ile bütün putları
parçaladı. En büyük putu kırmadı, baltayı onun boynuna astı ve oradan
uzaklaştı.
Kaldini Kavmi bayram yerinden gelip putların
parçalandığını görünce çok şaşırdılar. Bunu ancak putlara inanmayan İbrahim
yapmıştır demişler. İbrahim’i yakalamışlar. Putları sen mi kırdın demişler.
Hz.İbrahim bakın büyük putun elinde balta var o kırmış demekki ona sorun demiş.
Oradakiler gülmüşler. O nasıl konuşsun, konuşamaz ki hem o nasıl kırabilir ki o
kıramazki bunu yapamazki diyince Hz. İbrahim:
“Bu kadar aciz olan konuşamayan, hiçbir şey
yapamayan bu putlaramı siz inanıyorsunuz” demiş.
Onun yaptığına ikna olan kavimdekileronu
hapsetmişler. Nemrut onun yanına getirilmesini istemiş. Hz.İbrahim’e putlara
tapmasını söylemiş. Hz.İbrahim’de onun doğru yolu bulup Allah’a iman etmesini
istemiş. Buna çok kızan Nemrut, onu tekrar zindana attırmış ve emir vermiş.
“Çok büyük bir ateş yakın.”
Günlerce yanacak ateşin odunları toplanmış.
Nemrut’un isteği üzerine çok büyük bir ateş olacakmış. Ateş yakılmış ve
Hz.İbrahim’i mancınıkla ateşe fırlatmışlar.
Burada
bir alıntı aktaracağım:
Hz.İbrahim:
”Hasbiyallah
ve ni-mel vekil”,yani “Bana Allah’ım yetişir.O ne iyi vekildir,yardımcıdır..”
demiş.
Ateşe
düşerken Cebrâil aleyhisselâm gelmiş:
”Bir
dileğin var mı?” demiş.
”Var,
fakat sana değil, Rabbim beni görüyor, biliyor” demiş.
Onun
bu hâli Kur’ân-ı kerîm’de övülüyor ve”Sözünün eri olan İbrâhim.” buyruluyor.
Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîm’de meâlen ateşe;
“Ey
ateş! İbrâhim’e karşı serin ve selâmette ol!” (Enbiyâ sûresi:69) diye
emretti. Ateşin içi yemyeşil bir bahçe kesildi. Cebrâil aleyhisselâm da
kendisine arkadaş oldu. Cennet’ten gömlek ve yaygı getirdi ve onu Cennet
nîmetleri ile doyurdu. Ateşte yedi gün kaldığı rivâyet edilir. (alıntı)
Hz.İbrahim
ateşten kurtulduktan sonra yine herkesi imana davet etmiş. Putların
asılsızlığını anlatmış, yaşadığı mucizeden söz etmiş ama onlar yinede doğru
yolu bulmamışlar. Bunun üzerine heryere sivrisinekler dadanmış. Sinekler kavmin
kanlarını emmeye başlamış ve onları kuru kemiğe çevirmişler. Nemrut’unda
burnundan bir sinek girmiş beynine yerleşmiş. Ona çok ızdırap çektirmiş. O
kadar çok azap çekmişki, başına tokmaklar vurdurmuş ve ölmüş.
Hz.İbrahim,
babil’den Harran’a (Urfa yakınına) taşınmış. Yanında kardeşinin oğlu Lut ve
ailesi de varmış. Hz.İbrahim bir müddet orada kaldıktan sonra Mısır’a gitmek
üzere yola çıkmış. Mısır’da firavun Hz.İbrahim’in eşini istedi saraya çağırdı
ve ona dokunmak istedi o anda elleri ve ayakları tutmadı. Hz. Sare ona iman
etmesini söyledi, Allah’a dua etmesini söylemiş ve onun içinde dua etmiş. Eski
haline dönen firavun ona hacer adında bir genç kız hediye etmiş.
Hz.
İbrahim Mısır’dan sonra Filistin’e gitmiş. Orada yaşamaya başlamış ve çok
zengin olmuş. Bir süre sonra oradan da ayrılmış, kıst adlı yere yerleşmiş.
Fakat çocuğu olmuyormuş. Hanımının kabulü ile Hacer’le evlenmiş. Bu evlilikten
Hz.İsmail doğmuş. Zamanla Hz.Sare’nin çok üzüldüğünü görünce, Hz.İsmail
Hacer’le oğlunu almış onları mekke’ye götürmüş. Mekke o zamanlar ıssız ve susuz
bir yermiş. Onları orada bırakmış kendi Şam’a dönmüş.
Burada bu konu
ile ilgili bir alıntıyı aktaracağım:
Hz.
İbrahim (a.s.), Cenab-ı Hakkın emri üzerine hanımı Hacer validemizi ve henüz
süt emmekte olan oğlu Hz. İsmail’i bugünkü Zemzem kuyusunun bulunduğu yere
bıraktı. O tarihte Mekke’de hiçbir insan yaşamıyordu. İçecek su da yoktu. Hz.
İbrahim, hanımı ve oğlu için biraz hurma ve bir miktar da su bırakarak oradan
ayrıldı.
Bir
müddet sonra Hz. İbrahim’in bıraktığı su bitti. Hz. İsmail ağlamaya, su
istemeye başladı. Annesi ne yapacağını şaşırdı. Hz. İsmail’in ağlamalarına daha
fazla dayanamadı.
Safa
Tepesine çıktı.
Birini
görebilmek ümidiyle sağa sola baktı.
Kimseyi
göremeyince de Safa ile Merve arasında koşmaya başladı.
Yedinci
defa Merve’ye çıktığında bir ses işitti.
Zemzem
Kuyusunun yanında Hz. Cebrail’i gördü.
Cebrail
(a.s.) kanadıyla (bir rivayette ayağıyla) yeri kazıyordu.
Nihayet
su göründü. Hz. Hacer buna çok sevindi. Suyun aktığını görünce, “Dur, dur”
manasında “Zem zem” dedi ve su akmasın diye önünü kesti, havuz gibi yaptı.
Bir
taraftan da testisini dolduruyordu.
Suyu
aldıkça yerinde kaynıyordu.
Testisi
dolduktan sonra sudan içti ve Hz. İsmail’i emzirmeye başladı.
Bu
arada Cebrail (a.s.), Hacer’e hitaben:
“Sakın,
‘Helak oluruz, zarara uğrarız’ diye korkmayın. İşte şurası Beytullah’ın
(Kâbe’nin) yeridir. O beyti şu çocukla babası yapacaktır. Muhakkak ki, Cenab-ı
Hak o işin ehlini zayi etmez” dedi.(alıntı)
Hz.İbrahim
arada mekke’ye geliyor, oğlunu ve Hz.Hacer’i ziyaret ediyordu. Son geldiğinde
devamlı aynı rüyayı görüyordu. Zamanında çocuğu olmayan Hz.İbrahim Allahu
Teâlâ’ya yalvarmış:
“Bir
oğlum olursa Allah yoluna kurban edeceğim” demiş.
Son
zamanlarda da bu konu ile ilgili rüyalar sıklaşınca Hz.İsmail’i kurban etmeye
karar vermiş.
Bir başka
alıntıyı aktarıyorum.
Melekler
insan suretinde Hz. İbrahim’e uğradılar. Misafirperverliğiyle ün salmış Hz.
İbrahim hemen değişik yemeklerden oluşmuş bir sofra hazırlattı.
Misafirler
elini yemeğe uzatmayınca Hz. İbrahim onların melek olduğunu anladı, biraz
korkmaya başladı. Melekler onu sakinleştirerek:
“Korkma biz Lut kavmine gönderildik” dediler.
Sonra ona
“Sana bir çocuk müjdelemekteyiz” diye
müjde verdiler, yaşlı çift şaşırdı. Olacak şey mi! Yıllar boyunca evliydiler lakin çocukları
olmuyordu.
Üstelik
on dört sene önce Hz Sara, çocuğu olmuyor diye Hz. Hacer’i Hz. İbrahim ile
evlendirmiş ve Hz. İsmail dünyaya gelmişti.
İbrahim şaşkınlığını üstünden atarak
“Bana ihtiyarlık gelip çökmüşken mi
müjdeliyorsunuz? Beni ne ile müjdelemektesiniz!” Melekler dedi ki:
“Seni gerçekten müjdeledik, ümit kesenlerden olma!
Hanımı Hz Sara ayaktaydı, güldü.
“Vay bana, ben kocamış bir kadın iken
ve şu kocam da bir ihtiyarken doğuracak mıyım, gerçekten de bu şaşırtıcı bir
şey” dedi.
Melekler onlara dediler ki “Allah’ın
emrine mi şaşırıyorsunuz. Allah’ın rahmeti ve bereketi sizin üzerinizdedir. Ey
ev halkı şüphesiz O, övülmeye lâyık olandır” dediler.(alıntı)
Hz.
İbrahim oğlunu kurban etmek üzere götürmüş, başını bir taşın üstüne koymuş,
eline bıçağını almış, tam oğlunun boynuna vuracakmış ki, melekler bir koç
getirmişler.
“Bunu
kurban edeceksin” demişler…
Daha
sonra yaşlılılığında ikinci oğlu İshak’ı da kucağına alan Hz. İbrahim yine bir
ziyaretinde oğlu İsmail ile birlikte Beytullah’ı (Kâbe-i muazzamayı) inşa
etmiş.
“Bir zamanlar
İbrahim, İsmail ile beraber Beytullah’ın temellerini yükseltiyor. (şöyle
diyorlardı) Ey Rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur: Şüphesiz sen işitensin,
bilensin”. (Bakara Suresi – Ayet: 127)
Bununla ilgili
bir alıntı:
Kabenin
yapılışı hakkındaki rivayetlere göre, Hz.Adem ile Havva cennetten çıkarıldıkları
vakit yeryüzünde Arafat’ta buluşurlar, beraberce batıya doğru yürürler. Kabenin
bulunduğu yere gelirler.
Bu
esnada Hz.Adem, bu buluşmaya şükür olmak üzere Rabbine ibadet etmek ister ve
cennette iken, etrafında tavaf ederek ibadet ettiği nurdan sütunun tekrar
kendisine verilmesini diler. İşte o nurdan sütun orada tecelli eder ve Hz.Adem,
onun etrafında tavaf ederek Allah’a ibadet eder. Bu nurdan sütun Hz.Şit
zamanında kaybolur, yerine bir taş kalır.
Hz.Şit:
Sit
aleyhisselam hakkinda genel bilgiler
Sit aleyhisselam Âdem aleyhisselam’dan sonra gönderilen – ikinci –
peygamberdir. Âdem aleyhisselam’in oglu’dur. Babasi vefat edince kendisine
peygamberlik ve ayrica 50 suhuf kitap verildi. Sit ismi Ibranice olup Arapca’da
Allah’in hibesi (hediyesi) manasindadir. Sit yerine Sis de denilmistir. (başka
bir alıntı)
Bunun
üzerine Hz.Şit, onun yerine taştan onun gibi dört köşe bir bina yapar ve o
siyah taşı binanın bir köşesine yerleştirir. İşte bugün Hacerül Esved diye
bilinen siyah taş odur.
Sonra
Nuh tufanında bina kumlar altında uzunca bir süre gizli kalır.
Hz.İbrahim
Allah’ın emri ile Kâbe’nin bulunduğu yere gider. Oğlu İsmail, annesi ile
birlikte orada iskân eder. Sonra İsmail ile beraber Kâbe’nin yerini kazar.
Hz.Şit
tarafından yapılan binanın temellerini bulur ve o temellerin üzerine bugün
mevcut olan Kâbe’yi inşa eder.
Ayette
“Beytullah’ın temellerini yükseltiyor” cümlesi bunu ifade eder.”(alıntı)
Cennet
yâkutlarından Hacer-ül-Esved adlı siyah taşı Cebrâil aleyhisselâmın
bildirmesiyle alarak, Kâbe-i muazzamanın duvarına yerleştirilmiş.
Hacca
giden bütün hacılar ona dokunmak isterler, onu öpmek isterler. Kalabalıktan hiç
yaklaşamadıları zaman selam verirler. O mukaddes bir taş…
Hacerü’l
- Esved: Kâbe'nin güney doğu köşesinde yerden bir buçuk metre yüksekliğinde,
yumurta biçiminde hafif kırmızı ve san damarcıkları bulunan otuz cm. çapında
oldukça parlak siyah bir taş.
Kutsal olarak bilindiğinden; Hz. İbrahim'den sonra geçen yüzyıllar boyunca
gelip, geçen bütün kuşaklar bu taşı özenle korudu.
Hacerü'l-Esved'in tarihi Hz. İbrahim (a.s.) ve oğlu İsmail (a.s.) tarafından
inşa edilen yeryüzünün ilk mâbedi Kâbe'nin tarihiyle paralellik gösterir.
Allah
(c.c.) Hz. İbrahim'e insanların ibâdet edecekleri bir mescid yapmasını
emrettiğinde Hz. İbrahim ve oğlu İsmail Kâbe'nin temellerini attılar
(el-Bakara, 2/127).
Tarihî
kaynaklar Hacerü'l-Esved'in de buraya Hz. İbrahim tarafından konduğunu
kaydeder. Taşın nereden ve nasıl getirildiği hususunda değişik inançlar ve
anlatımlar vardır, ancak kesin bir bilgi yoktur.
Hacerü'l-Esved'i değerli kılan, haccın menâsikinden olması ve Rasûlullah'ın onu
öpmesi nedeniyledir. Hac'da tavâfa Hacerü'l-Esved'den başlanır ve yine onunla
bitirilir. Tavâf esnasında Hacerü'l-Esved öpülür, bu imkân olmadığı takdirde
elle, bu da mümkün olmazsa uzaktan selâmlanır.
Onu
öpmek sünnet olduğu için öpülmediği takdirde hac yine yerine gelmiş olur.
Ayrıca
Hacerü'l- Esved'in öpülme imkânı bulunmadığı zaman Kâbe'de ikinci bir taş olan
Yemame taşına elle dokunmak da onun yerine geçer. Bu taşın bulunduğu yere
"Rüknü'l-Yemanî" denir.(başka bir alıntı)
Hz.
İbrahim Kâbe duvarını örerken, Makam-ı İbrahim denilen bir taşın üstüne basmış.
Bu taşla
ilgili alıntı:
İbn
Abbas (r.a)'ın anlattığına göre; Hz. İbrahim (a.s), Mekke'ye geldiğinde
Allah'tan Kâbe'yi inşa konusunda emir almıştı.
Daha
önceki ziyaretlerinin aksine bu sefer görevli olarak gelmişti. Durumu oğlu
İsmail'e anlattı. Ondan kendisine yardım etmesini istedi. Beraberce
Beytullah'ın temellerini kazmaya başladılar.
Kur'an-ın
ifadesine göre temelleri kazarken şöyle dua ediyorlardı:
"Ey
Rabbimiz, senin rızan için yaptığımız bu işimizi sen kabul buyur. Şüphesiz ki,
daima işiten ve daima bilen sensin, ancak sen" (el-Bakara, 2/127).
Temelleri kazınca hemen duvarların yapımına başladılar. Hz. İsmail (a.s), taş
taşıyor; ihtiyar babası Hz. İbrahim (a.s) da duvar örüyordu. Temel duvarları
yükselip Hz. İbrahim için duvarlara yetişmek güçleşince Hz. İsmail babasına merdiven
vazifesi görmek üzere uzunca bir taş getirdi. Hz. İbrahim de taş üzerinde
durarak Beytullah'ın duvarlarını tamamlamaya çalıştı. İşte bu taş "Makâm-ı
İbrahîm"dir. İbn Abbas diyor ki:
"Hz.
İbrahim (a.s), bu taş üzerinde durarak yapıya devam ettiği için ona İbrahim'in
üzerinde durduğu taş, manasında "Makâm-ı İbrahim" adı verilmiştir.
Sonradan bu taş özel bir itina ile koruma altına alınarak günümüze kadar
muhafaza edilmiştir.
"Makâm-ı İbrahim'in boyu bir arşındır. Taş dört köşe olup üst tarafının
genişliği 14 parmağa 14 parmak, alttan da aynı ölçüdedir.
Hem
alt kısmında, hem de üst kısmında altından birer halka vardır. Taşın iki
halkası arası altınla kaplı olmayıp açıktır.
Bütün
cephesi boyunca uzunluğu 9 parmak, eni ise 10 parmağa 10 parmaktır. Bu ebatlar,
Halife Mütevekkil Alellah onu bugün üzerinde bulunan altınla kaplatmadan önceki
boyutları idi.
Esasen
taşın her taraftan eni 21 parmak olup ortası dört köşe şeklindedir.
Hz.
İbrahim (a.s)'ın ayak izleri taşın içine 7 parmak gömülmüş olup biraz meyillidir.
Taş
üzerindeki. İki ayak arasında 2 parmak mesafe vardır. Ortası ona el
sürülmesinden ötürü aşınmıştır.(alıntı)
Hz.
İbrahim Kâbe’yi yapıp oğluyla birlikte bitirdikten sonra Hz.İsmail ve Mekke’ye
yerleşmiş olan Cürhümlülerle birlikte hac ibadetini yapmış. Sonra Arafat’a
çıkmış Hz.İsmail’e ve evladına dua etmiş. Şam’a dönmüş. Bir yıl sonra hac
mevsiminde Hz.Sare ve oğlu İshak ile birlikte Mekke’ye gelmiş. Hac ibadetini
yaptıktan sonra da eşi ve oğlu ile dönmüş. Hazreti İsmail’e bir vasiyette
bulunmuş:
”Ey oğlum!
Alnında parlayan bu nûr, son peygamber Muhammed aleyhisselâmın nûrudur. Bütün
baba ve dedelerimizin vasiyeti, bu nûru iyi muhâfaza edip, ehline teslim
etmektir. Bu mübârek nûru iyi muhâfaza et. Nikâhlı, afîf ve temiz kadınlara
teslim eyle. Evlâdına da böyle vasiyette bulun”demiş.(alıntı)
Hazreti
İbrahim 175 yaşında her iki eşinden sonra Kudüs’de vefat etmiş. Kudüs civarında
bir mağaraya defnedilmiş. O kasaba Halîl (Allahü teâlânın dostu) ismine
izâfeten Halîlurrahmân ismiyle meşhur…
İbrâhim
aleyhisselâm ülülazm peygamberlerin ikincisi olup, Peygamber efendimiz Muhammed
aleyhisselâmdan sonra bütün peygamberlerden ve resûllerden üstün…
İbrâhim
aleyhisselâmdan sonra gelen bütün peygamberler onun neslinden…
Şirke
(Allah’a ortak koşma) yol açacak kapıların hepsini kapattı.
Çocukluğundan ölümüne kadar hak din üzere olduğundan ve insanlara dîni
bildirdiğinden dolayı, onun milletine işâret için Kur’ân-ı kerîmde
“Hanîfen”
(hak din üzere bulunanlar) diye zikredilmiştir.
Hazret-i
İbrâhim’in husûsiyetleri Kur’ân-ı kerîmde Nahl sûresi 120,121,122. âyetlerde
bildirilmektedir.
Misâfirperverliği
ve cömertliği dillerde dolaşırdı. Misâfir olmayınca yemek yemez, bir misâfir
bulmak için uzaklara giderdi. Bu vasfından dolayı ona Ebû’d-Düyûf (misâfirler
babası) adı verilmişti.
Kıblesi
Kâbe idi. Namaza durduğu zaman kalbinin coşması, hışırtısı çok uzaklardan
duyulurdu.(alıntı)
Hazreti
İbrahim’in bir sürü mucizelirenden söz ettik birde başka mucizelerine de
bakalım:
İbrâhim
Aleyhisselâmın Mûcizeleri:
İbrâhim
aleyhisselâmın mübârek vücûduna ateş tesir etmedi. Nemrûd onu ateşe attığında
Allah-ü teâlâ;
”Ey
ateş! İbrâhim üzerine serin ve selâmet ol!” buyurunca ateş onu yakmadı.
Cansız
olan, parça parça edilmiş ve parçaları ayrı - ayrı yerlere konmuş olan kuşlar (dört
kuş), İbrâhim aleyhisselâmın çağırması üzere yeniden dirilmişlerdir.
İbrâhim aleyhisselâmın mûcizesi ile taşlar kömür gibi yanmıştır.
Rivâyete
göre İbrâhim aleyhisselâm Şam tarafına hicret ettiğinde çayırlık,
çimenlik bir yerde konaklamıştı. Orada yakacak hiçbir şey bulamayan, buldukları
az bir şeyle ihtiyaçlarını karşılayamayan ahâli, durumlarını İbrâhim
aleyhisselâma anlattı. İbrâhim aleyhisselâm taşları toplattı ve kömür gibi
yaktı. Bu mûcizeyi gören pekçok kimse îmân etti.
Bâzan
yırtıcı ve yabânî hayvanlar İbrâhim aleyhisselâmla beraber giderler ve
dile gelerek gâyet açık bir şekilde onunla konuşurlardı. Bir defâsında, hanımı
hazret-i Hacer ve oğlu İsmâil’le görüşmek ve onları ziyâret etmek için Mekke’ye
gitmişti. Şam’a geri dönüşünde birçok yabânî hayvan, İbrâhim aleyhisselâm ile
berâber yürüyüp, onunla açıkça konuştular.
İbrâhim
aleyhisselâm duvarların ve dağların arkasını da görürdü. Bu mûcizesi Mısır’a
gittiğinde zevcesi hazret-i Sâre’ye musallat olmak isteyen zamânın kralı
Firavun, hazret-i Sâre’yi sarayına alınca, İbrâhim aleyhisselâm dışardan
içeriyi seyretmiştir. Sarayın duvarları ona cam gibi olmuş ve gözünden perde
kaldırılmıştır. Böylece hazret-i Sâre’ye el uzatmaya kalkışan Firavun’un
ellerinin kuruyup, ayaklarının tutmayarak yere yıkıldığına şait olmuştur.
İbrâhim
aleyhisselâmın bastığı taşın üzerinden ağaç bitip yeşermiştir. Bu istek dîne
dâvet ettiği bir beldenin ahâlisinden gelmiş, duâsı üzerine mûcizeyi
göstermiştir.
İbrâhim
aleyhisselâmın oturduğu yerden güzel kokular yayılırdı. Ayrılsa bile, senelerce
güzel kokusu oradan çıkmazdı. Hazret-i İsmâil de babasının evine gelip
gittiğini, onun kokusundan anlamıştı.
İbrâhim
aleyhisselâmın dîni: İbrâhim aleyhisselâmın dîni, Hanîf dînidir.
Yanlış
ve sapık olan şeye hiç dalmadan doğruya yönelen mânâsınadır.
İbrâhim
aleyhisselâm, Kaldânî kavminin taptığı putlara aslâ tapmayıp, onları
aşağılayıp, Allah-ü teâlâya ibâdet ettiği için, Hanîf denilmiştir.
Ayrıca, kendiside eğrilik bulunmayan dosdoğru
olan din mânâsında da Hanîf dîni denilmiştir. Peygamber efendimize peygamberlik
bildirilmeden önceki Arablardan birçok kimse Hanîf dînine mensuptu…
İbrâhim
aleyhisselâma bildirilen Hanîf dîninin esaslarından bâzıları şunlardır: Kimse
kimsenin günâhını yüklenmez.
Kimse
başkasının günahından sorumlu olmaz. İnsanlar âhirette ancak ihlâsla işlediği
sâlih amellerinin ve niyetlerinin faydasını görürler. Her insanın hayır
ve şerden ibâret olan ameli kıyâmet gününde mizânında görülecektir.
İnsana
çalışmasının karşılığı tam olarak verilecektir.(alıntı)
&
İbrahim
müslümanlık açısından haniflik, kurban, Kabenin inşa edilmesi, Nemrutla mücadele ve nemrut tarafından atıldığı
ateşte yanmama gibi hikâyelerin sembol kişisidir.(alıntı)
Ayrıca,
İbrahim Peygamber'in "Hanif" yani Allah'ın birliğine inanan, Allah'a
ortak koşmayan biri olduğu özellikle belirtilmiş ve Onu sevenlerin de Allah'ı
bir olarak bilmeleri ve Allah'a ortak koşmamaları istenmiştir.
Kur'anda bir çok ayette ismi geçer. Peygamber olarak kabul edilir ve Allah
kendisine samimiyetinden dolayı "Halil" yani dost sıfatını vermiştir.
İbrahim'in
Kabeyi oğlu İsmail ile birlikte inşa ettiğine ve insanları Hacca çağırdığına inanılır.
İslam'da
İbrahim'in gördüğü rüyayı oğlu İsmail'i kurban etmesinin istenmesi şeklinde yorumlayarak O'nu kurban etmek
üzere götürdüğüne ve bu teslimiyetin Tanrı tarafından ödüllendirilerek
kendisine bir melek eşliğinde gökten bir koç indirildiğine inanılır. Kur'anda
çocuğun isimi verilmeden anlatılan bu hikâye Kurban Bayramlarında tekrar anlatılır.
"
"Ey Rabbim! Bana salihlerden olacak bir çocuk bağışla. Biz de ona uysal
bir oğul müjdeledik.
Çocuk
kendisiyle birlikte koşup yürüyecek yaşa gelince İbrahim ona,
“Yavrum,
ben rüyamda seni boğazladığımı gördüm. Düşün bakalım, ne dersin?” dedi.
O
da,
"Babacığım,
emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın" dedi.
Nihayet
her ikisi de boyun eğip, İbrahim de onu yüz üstü yere yatırınca ona, şöyle
seslendik: "Ey İbrahim!" "Gördüğün rüyayı yerine getirdin.
Şüphesiz biz iyilik yapanları böyle mükâfatlandırırız."
"Şüphesiz
bu apaçık bir imtihandır."
Biz,
(İbrahim'e) büyük bir kurbanlık vererek O'nu kurtardık. Sonradan gelenler
arasında ona güzel bir ad bıraktık. İbrahim'e selam olsun.(Saffat:100–109)
İbrahim,
Kur'ana göre Allah'a teslim olmuş (müslüman) bir haniftir.
İbrahim ne Yahudi idi ne de Hıristiyan. Fakat o,
hanif (Allah’ı bir tanıyan, hakka yönelen) bir müslümandı.
Allah’a ortak koşanlardan da değildi. (3, 67)
Kuran'da
İbrahim'in, putperestlerle ve kendini ilah sayan Nemrutla yaptığı çetin
mücadele anlatılmaktadır. Bu tartışmalarda ona cevap veremeyenler, onu ateşe
atarak cezalandırmak istemişler fakat bunda başarılı olamamışlardır.
Ateşin
İbrahim için bir gül bahçesine dönüştüğü rivayet edilir.
Kur’an
ve bazı Yahudi efsanelerinde İbrahim’in ateşe atılma hikâyesine rastlanır.
İbrahim Nemrut'u ve putları ilah edinmeyi asla kabul etmemiş, putları kimse
görmeden kırarak baltayı büyük putun boynuna asmış ve Nemrut'u tek tanrılı dini olan İslam'a çağırmıştır.
İbrahim'in
çağrısına kulak asmayan Nemrut, büyük bir ateş yaktırıp, İbrahim'i mancınık ile
ateşe attırmış, ama ateş Allah'ın emri ile onu yakmamıştır. Rivayete göre
İbrahim ateşlerin içindeyken onun Tanrısı ateşi ona bir gül bahçesi haline
getirmiştir.
Efsanenin
Türkiye versiyonunda olay Urfa’da gerçekleşir, ateş göle (balıklıgöl), odunlar ise gölde yüzen balıklara dönüşür.
“Yakın
onu! Bir şey yapacaksanız onu yakın da, Tanrılarınıza yardım etmiş olun!'
dediler.
Bizse
şöyle dedik: 'Ey ateş! Soğu! Ve esenlik ol İbrahim'e!” (Enbiya suresi; 68–69) (alıntı)
Hazreti
İbrahim ile yazılacak sayfalarca yazı yetmezki, kitaplar yazsam, ciltlerle
çıkarsam yinede ondan yeterince söz etmiş olamam.
Birçok
yerden bilgiler edindim,
Birçok
yerden alıntılar yaptım.
Allah
herkesten razı olsun…
Nazan Şara
Şatana
nazanss.blogspot.com