Ha Hancı – Ha Otelci
Ha Yolcu – Ha Konuk…
nazanss.blogspot.com
Sizlere adları han olan kervan saray olan ilk otellerden söz
etmek istiyorum.
Kervansaraylardan; İsmi bile çok büyüleyici.
Kervan kelimesinin altında nasıl bir gizem yatıyor.
Akla develer, yükler ve insanlar geliyor.
En çok da çöller, kum fırtınaları aklı sarıyor.
Gözünüzde çizilen resmin renkleri bejden kahverengine doğru
gidenlerdir.
Kumdur, devenin rengidir, devecinin rengidir.
Başlarındaki örtülerinden, giyindikleri giysiye kadar bu başı
ve sonu belli olan orta renkler denilen beş açık taba açık kahve tonlarının
karışımıdır kervanlar.
Sonra biranda yanında saray kelimesi var ki.
Saray. Büyük, kocaman ihtişamlı ve güzel…
Saray demek insanı çağıran bir kelime.
Kervanın geldiği yer bir saray. Gel de kervancı kervan saraya
gitme. Kumların arasından, sıcaktan, çölden, rüzgârdan sonra derin bir soluk
alacağın, sıcak aş bulacağın, hatta üstünde kıvrılıp yatacağın bir de yatağı
olan üstü kapalı bir yer!
Üstelik adı da kervansaray… Çok güzel gibi geldi. Peki, o
zaman bizde kervansarayları irdeleyelim.
Kervansaraylar ne zaman ortaya çıkmıştır, nasıl olmuştur,
nerededirler?
Kervansaray,
kervanların ticaret yolları üzerindeki bir konak yeridir...
Bu resmi anlatımı…
Kısa az ve öz. Üstelik ne olduğunu
size detaylı anlatıyor. Yani anlayabiliyoruz. Bunları öğrendikten sonra şimdi
hangi tarihte kimler tarafından nerede yapıldığını öğrenmemiz lazım.
Kervansaraylar ilk defa 10. yüzyılın sonlarına doğru Selçuk
Hanları tarafından
Orta Asya'da yaptırılmıştır.
Selçuklu hanları denilince zaten biraz durmak lazım… Bu çok
önemli!
Ne kadar çok her şeyimizde Selçuklularla ilgili bir bağ
görüyoruz ve şaşırıyoruz. Nasıl bir şey bu Selçuklular? Benim son araştırmam Selçuklularla
ilgili. Her okuduğum sayfa, her edindiğim bilgi tarih içinde her zaman olduğu
gibi beni şaşırtıyor ama inanın Selçuklular gerçekten insanı şaşırtmakla
kalmıyor ciddi şekilde akla takılıyor ve bir sürede öylece Selçuklularla
kalmanızı sağlıyor.
Şimdi sorular aklınızı karıştırıyor, takılıyorsa
soracaksınız. Bende kendime soruyorum. Peki, sonra; Cevap hemen geliyor:
Önceleri Askeri savunma için düşünülmüş, zamanla artan
ticaret ve dini ihtiyaçları karşılaması için genişletilmiştir.
Bakın turist diyoruz ya o zaman turizm tatil değilmiş.
Aslında kervansaraydakiler yani bizim gibi turizmcilerin yaptığı yine aynı iş.
Misafirin geliş şekli çokta önemli değil ki ister tatilini yapsın ister işini.
Antalya’ya tatil için gelen turist turistte, İstanbul’a iş toplantısına gelen
turist - turist değil mi?
Ya da şöylede diyebiliriz. Tesisin odasını kullanan, her tür
aktivitelerinden yararlanan misafirin kalış sebebi biz turizmcileri çokta
ilgilendirmiyor.
Biz hepsine aynı hizmeti veriyoruz o kadar. Dolayısı ile
Selçuklu devrinde ticari yol ağında bulunan kervansaraylar, bu kervanların
güvenli bir şekilde konaklamalarını sağlıyor mu sağlıyor…
İhtiyaçlarını görmelerini için hanlarda kalıyor mu kalıyor…
Burada çok önemli bir ayrıntıyı söylemeden geçemeyeceğim.
O zamanlar taşıtlar olmadığı için, koy benzini çift şoför
olsun sür sürebildiğin kadar diye bir uygulama yok. Develer ne kadar gider diye
bir uygulama var.
Bu da demektir ki:
Büyük ticaret yolları üzerinde kurulmuş olan Selçuklu
kervansaraylarının aralarındaki uzaklıklar, deve yürüyüşü ile günde dokuz saat,
yani 40 kilometre esas tutularak saptanmış.
Kervansaraylardan ayrıca şöylede söz edebiliriz. Bunlar
gelenlerin konaklamalarını ve ihtiyaçlarını karşılıyorlarmış bunu artık
biliyoruz ama bu kadarla kalmıyormuş ki.
O zamanlar savaşlar daha sık, düşman daha atakta ve çok. Öyle
olunca savaşta buralar kale olarak kullanılıyormuş.
Nedeni buraların yapılarının kaleler gibi yüksek duvarlarla
yapılmış olmasından kaynaklanırmış.
Normal zamanlarda buralar ayrıca Pazar yeri olarak ta
kullanılırmış.
O da nasıl oluyormuş. Birçok istikametten gelen kervanlar
burada konaklamak amaçlı mola verip kaldıkları zaman birbirleriyle de ticaret
yaparlarmış.
Zaman geçiyor belki ama özünden de çok şey değişmiyor. Şimdi
tesislerimizde şöyle bir ayrım vardır bizlerin.
Yazlık tesislerimiz vardır.
Bunlar tatil köyleridir, kulüplerdir yani birçok aktivitesi
açık olan yerlerdir ki kışın kapalıdır biz bunlara mevsimlik deriz, sezonluk
deriz.
Birde kapalı tesislerimiz vardır. Özellikle kışın ilgi
görenler: Şehir otelleridir bunlar, termal otellerdir ya da bir çeşit sağlık
otelleridir.
Bunların yanı sıra üçüncü tip oteller vardır ki bunlar tam
teşekküllü otellerimizdir. Yaz kış açıktır. Açık yüzme havuzu da vardır,
kapalısı da vardır.
Kışında misafirini ağırlar yazında ağırlar.
Hatta Akdeniz bölgesinde bile yazmış gibi tam teşekküllü
çalışan tesislerimiz mevcuttur.
Şimdi siz diyeceksiniz ki iyi de yani bunun ne alakası var
hanlar – kervansaraylar bölümünde.
Var. Evet, alakası var. O zamanlarda öyleymiş te ondan
anlattım.
Bakın;
Selçuklu kervansarayları üç genel tipe uygun olarak
yapılmışlardır.
Bunlar, yazlık denilen avlulu, kışlık denilen kapalı ve her
iki türün birleştirilmesinden oluşan karma tiplerdir.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde şehirlerdeki hanlar ticaret
ve konaklamak için yapılmış gelir getirici vakıf yapılarıdır...
Ben sizlere şimdi bunların çalışma şekillerini anlatacağım.
Nasıl çalışıyorlarmış.
Ne yapıyorlarmış. Onlarda da satış pazarlama var mıymış?
Animasyon var mıymış,
H/K ne yapıyormuş.
İnceledim.
Bizden farklı şeyler var ama amaç aynı.
Misafirini, konuğunu, yolcunu memnun etmek...
Bakın onların zamanında neler varmış?
Yolcuların ve kervanların konaklamaları ve ihtiyaçlarını
görmeleri için, semerci, urgancı, nalbant, demirci gibi atölyeleri, mutfak,
hamam, tıbbi yardım, çayhane veya kahvehane, yatak bölümü, binek ve yük
hayvanları için yarı kapalı bölümü, hatta bazılarında Mescit bile bulunurdu.
Gördünüz mü?
Yapılan işin ismi değişmiş. Hizmet yine hizmet… Hem de tam
teşekkülü ile… Fakat burada dikkat edilecek çok önemli bir husus var.
Hanlarda verilen hizmetlerden para alınmazdı.
Şaşırdınız değil mi? Evet bu kadar hizmet yapılıyor ve bedava.
Düşünün para alınmıyor.
Nasıl olur peki bunlar nasıl geçiniyorlar, kim veriyor
paralarını diyorsanız;
Kervansaraylar Selçuklu Sultanları ve devlet adamlarınca
vakıf olarak kurulmuştur.
Bir kervansarayın temel işleyişini sağlayan yasal ve parasal
mekanizma, döneme ilişkin vakfiyelerde tanımlanmıştır.
Ne kadar şu an yaşadıklarımızla farklı.
Resmi dairelere bağlı tesislerin kampların, çalışanları
gibi... Memur gibi maaşlarını alıyorlar.
Ya da şöylede diyebiliriz.
Bizler maaşlarımızı patrondan onlar merkezden.
Hatta bizlerde bazı bağlı olduğumuz merkez teşkilatlarından
almıyor muyuz büyük şirketlerde… Alıyoruz. Devamı gibi. Sadece değişik.
Araştırdıkça ne kadar tanıdık şeylerle karşılaşıyorum. Devam ediyorum.
Çalışanların bir idari şekli de olmalı diyorum. Öyle ya bu düzen nasıl
sağlanıyor?
Kervansaray çalışanları;
çalışanlar başında yer alan nazır,
kontrolleri yapan bir müsrif,
bir mütevelli
(handa olması gerekmiyor),
bir hancı, bir muzif
(sorumlu müdür),
emir havayıcı (gerekli erzak ve
malzemeyi sağlayan), aşhanede bir aşçı,
bir baytar ve atlı bir hizmet
adamı, mescit için bir imam ve müezzin olarak kaydedilmiştir.
Şimdi size söyleyeceğim tahmin ediyorum en çok hoşunuza
gidecek olanı…
Kervansarayda yerli ve yabancı ayrıt edilmeksizin herkese üç
gün yiyecek - içecek verilmiş, değişik din, dil ve ırktan olan insanlar bu
mekânlarda bir tür dünya vatandaşlığı yaşamışlardır.
Şaşırdınız mı? Biz bunu bu zamanda hala tam başaramamışken!
Kervansarayların boyutları, üzerine inşa edildikleri yolun,
ticaret hacmine, dolayısıyla konaklayacak kervanların büyüklüğüne ve
yaptıranların gücünü bağlı olarak değişmiştir.
Burasıda o zamanlar insan değerlerinin ne kadar önemli
olduğunu anlatıyor ki; hayran olmamak mümkün değil. Bakın ben yazıyı daha iyi
anlayabilmek için sıralayacağım…
Büyük ve muhkem binalar olan kervansaraylarda akşam olunca
kapılar sıkıca kapatılırmış.
Vazifeliler tarafından kandiller yakılırmış.
Kapı kapandıktan sonra hiç kimse dışarıya çıkarılmazmış.
Dışarıdan gelenler içeriye alınırmış.
Şafak atınca davullar çalınırmış.
Herkes uyandıktan sonra hancılar;
’Ey ümmet-i Muhammed! Malınız,
canınız, elbiseleriniz ve atınız tamam mı!’
diye sorarlarmış.
Herkes;
’Tamamdır. Allahü Teâlâ hayır
sahibine rahmet eylesin.’
Diyerek kervansarayı vakf edene dua ederlerdi.
Gerekli yol hazırlıklarını yaptıktan sonra kapılar açılırmış.
Misafirlere;
’Gafil gitmeyin, herkesi arkadaş etmeyin, yürüyün, Allah asan
(kolay) getire.’ diye dua ve nasihatte bulunduktan sonra kervanlar
uğurlanırmış.
O zaman öyle uğurlanıyormuş, şimdi de bizler misafirlerimizi
gurup olarak gidiyorlarsa; animasyondakiler gözyaşları içinde uğurluyorlar.
Bazen çalışanlar, bazen de üst düzey yöneticileri onları
uğurluyor.
Biz millet olarak misafirperveriz.
Evimizde gelseler, iş yerlerimize de gelseler, hele turizmde
tesislerimize gelseler tabiki baş tacı yaparız.
Biz Türk’üz özeliz.
Misafiri severiz.
İslam’ız ve biliriz ki misafir rızkıyla gelir. Turizmde de
öyle değil mi? Misafirler gelir, hepimizin yüzü güler…
Onlar kervansaray – hanlar - hamamlar.
Bizler oteller, tatil köyleri, pansiyonlar, moteller
Onlar da bizde konukları ağırlıyoruz.
Şarkıdaki gibi; Biz hancı – Onlar yolcu…
Nazan
Şara Şatana
nazanss.blogspot.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder