İDİL BİRET
Onun için çıkarılan kanun:
‘Birincilerin Birincisi’
Devlet sanatçısı
nazanss.blogspot.com
İki yaşında müziğe ilgi,
Dört yaşında Bach'ın prelüdlerini çalmaya başlamak!
‘Çağımızın en önde gelen piyano ustalarından biri’
Olağanüstü bir hafıza, mükemmel bir teknik ve
yorumlama gücüne sahip olarak nitelendirilen Biret;
‘Dünyanın en geniş repertuvarlı piyanisti’
Unvanını taşımakta.
1971’de T.C. Devlet Sanatçısı ilan edilen
İdil Biret, Boğaziçi Üniversitesi’yle Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nin
“Onursal Doktora”
unvanlarını taşıyor.
Bir Türk olarak, bir kadın olarak onunla
gururlanmamak ne mümkün!
Sadece onu bir Türk kadını olarak düşünmek
yanlış. Bir Türk’ün gösterdiği olağanüstü başarılar demek daha doğru…
O bütün dünyaya Türk’ü
ve sanatı tanıttı.
O bütün dünyaya
kendini ayakta alkışlattı.
Bizlerde
alkışlıyoruz.
İYİKİ VARSIN İDİL
BİRET…
Bir çocuk düşünün lütfen, iki yaşında ama
müziğe çok ilgili…
Bunda ailenin müzikle uğraşmasının elbette
bir alakası var. Ama bu onun içinden gelen bir duygu… Başka çocuklar, oyun
oynarken, yaramazlık yaparken, o müzik dinliyor, müzikle mutlu oluyor…
Aile ondaki müzik aşkını fark ediyor.
Müzikle uğraşan bir ailenin çocuğu… İdil Biret’in annesi Leman Biret’in anılarını okudum. Buradan bazılarını alıntı yapmak istedim. Çocuklarında İdil Biret’in çocukluğundaki gibi bulguları olanların dikkatini çeksin istedim.
İdil’in çocukluk hayatını, musikideki hamlelerini,
söylediği hoş sözleri vb. günü
gününe kaydetmemizi onu her tanıyan bize hararetle tavsiye etmişti.
Ne yazık ki biz
bu yerinde ikazlara lazım gelen önemi vermedik ve şimdiye kadar bu konuda en
küçük bir teşebbüse bile girişmedik.
Bugün geride
kalan o güzel günlerin bazı ilginç ve hoş hatıralarını eşelemek isterken bana
yardımcı olabilecek hiç bir vesikaya sahip olmadığımı esefle görüyorum.
Ve ancak anılara
başvurmak suretiyle bir şeyler karalamaya çalışıyorum.
Müziğe karşı
yoğun bir tepki
İdil’i dinleyen her kişi istisnasız şu suali sorardı:
“Çocuğun istidadını ne zaman ve
nasıl keşfettiniz?”
Bu sualin cevabı
hem kolay hem de güç; zira biz de bunu tam zamanında tespit etmiş
değiliz. Onu ancak iki buçuk yaşında sesleri ezbere tanıdığı ve tek
parmakla melodiler çalmaya başladığı zaman hayretle karşılamıştık.
Hâlbuki daha üç
aylıkken hatta daha evvel huysuzlandığı akşamlar büyükannesi piyanoda çaldığı
ninnilerle onu sustururdu.
Piyano durunca o
tekrar ağlar, başlayınca susardı. Bu durum radyo ile de aynen böyle olurdu.
O zamanlar
sesleri bir gürültü halinde mi yoksa müzik olarak mı işitiyordu, bilinmez.
Yalnız ritm
duygusu bizi çok şaşırtırdı. Yine üç dört aylıkken arkadaşlar onu kucaklarına
oturtup “fış fış kayıkçı” diye ileri geri sallarlardı. Onlar durunca bu sefer
aynı tempo ile henüz konuşamadığı için “da da dada” diye onları taklit ederdi.
On aylıkken bir
gün akrabadan Prof. Nurettin Şazi ilk defa onun yanında keman çalıyordu. Henüz
yayı çekmeye başlamıştı ki küçüğün odayı çınlatan yaygarası onu hemen durmaya
mecbur etti.
O güne kadar
görmediğimiz bir şekilde ağlıyordu. Sakinleşmesi için belki bir çeyrek saat
uğraşıldı.
Bu durum
karşısında hepimiz çocuğun müzikten hoşlanmadığına kani olmuş ve üzülmüştük.
Bir yaşında iken
henüz konuşamıyordu ama radyoda çalınan marş veya çocuk şarkılarından birinin
ritmini parmaklarımızla masaya vurduğumuz zaman bunun hangisine ait olduğunu
derhal bulur ve melodisini dilinin döndüğü kadar mırıldanırdı.
Bir iki yaşına
kadar içinde oynadığı parmaklık tam piyanonun yanında bulunuyordu.
O henüz ilk
yürüme tecrübelerini yapmak üzere emeklemeye başladığı sıralarda hemen piyanoya
gider ve ellerinin bütün kuvvetiyle tuşlara vururdu. İnceli kalınlı sesleri
keşfettikçe hem hayret hem de memnuniyetle yüzümüze bakar, bize bir şeyler
söylemek isterdi sanki…
Aynı zamanda
piyanodan müthiş surette korkardı.
Bir gün arkadaşım
Vahdet Hanım, onu bu korkusundan vazgeçirmek için “gel seni piyanonun içine
sokalım” der demez öyle bir titreyişle bağırmaya başladı ki bu sözü unutması
için bir hayli uğraşmak zorunda kaldık.
Aynı tarihlerde
bir gün yine Vahdet bize gelmişti. Piyanonun başına geçip gür bir sesle şan
yapmaya başlar başlamaz İdil yaygaraları koy verdi. Sonunda arkadaşım evvela
hafif ve git gide yükselen gamlarla onu şarkılarına alıştırabilmişti.
İki yaşında iken
bir gün Vahdet bir iki arkadaşla birlikte elinde gitar evin merdivenlerinden
çalıp söyleyerek yukarı çıkıyordu.
Kapıyı açtığımız
zaman İdil onları gördü ve ilk defa keman sesi duyduğu günü hatırlatan bir şekilde
bağırıp ağlamaya başladı.
Hepimiz birden
onu teskine uğraştık. Fakat şarkı ve gitar başlar başlamaz o deliye dönüyor,
kaçacak yer arıyordu. Nihayet herkesin kendisini ayıpladığını görünce mini - mini
kafasıyla bir kaçamak buldu ve gitarın kocaman kutusundan korktuğunu söyledi.
Kutu derhal
dışarı çıkarıldı. Bu sefer gitar eşliğinde daha çok hafif sesle söylenen
şarkılar başladığı zaman o yine tir - tir titreyerek bana sarılmış bir durumda
azami gayret sarfıyla ses çıkarmadan dinliyordu.
Fakat çocukta daimi
bir huzursuzluk gören arkadaşlar onun müzik sevmediğine kani olarak sustular.
Biz de bir hayli üzüldük.
Bazen radyonun
içinden çıkan incecik bir ses bile onu bağırtarak kaçırtırdı.
(Piyanodan ve
bütün ses dünyasından bu derece ürkmesinin, aynen Nadia Boulanger’nin
çocukluğunda da böyle olduğunu sonradan öğrendim. Araştırmacılar bu durumun
müziğe karşı duyulan fazla ilgiden ileri geldiği kanısına varmışlar.)
Onu çok korkutan bir şey de gece yatağında iken mehtabın görünüşü
olmuştu.
Daha sonra perdeleri sıkı - sıkı kapattığımız halde bir kenarından ayı
görür görmez “ay dede” diye gözünü ondan ayıramazdı.
Son derece korkuyor hissini verdiği halde perdenin büsbütün kapanmasına
da bir türlü razı olmazdı. Ayı hayretle seyreder ve git gide hoşlanmaya
başlardı. İkinci ay, mehtabın tekrar çıktığı zamanlar onu ilk defa yine korku
ile fakat sonra zevkle seyrederdi.
Henüz birkaç aylıkken evde en çok ilgisini çeken şey lambalardı. Işığı
görür görmez gözünü bir türlü ondan ayıramaz ” amba - amba” diye sevinçle
bağırırdı.
Gece yatarken ya piyano ya da radyo çalınmasını isterdi, aksi takdirde
huysuzluk yapar, uyumazdı.
Gitar olayından az sonra Vahdet ara sıra şarkı söylerdi. Fakat bu sefer
İdil piyano durduğu şarkı kesildiği zaman yaygaraları basmaya başladı.
Evvela tekrar çalınması için henüz yarım yamalak konuşmasıyla, daha
mânâsına “da da” diyerek yalvarır, eğer yine çalınmazsa hüngür - hüngür
ağlardı.
Bir gün radyodan dinlediği mandolin birliği saati onun küçük kalbinde
büyük sarsıntılar yaratmıştı. Bir akşam yemeğini yerken radyoda mandolin
birliği saati başlamıştı.
Evvela hayretle bir dinledi sonra gözlerinden sessiz yaşlar akmaya
başladı. Artık ona yemek yedirmek imkânsızdı. Kafasını babasının göğsüne
dayamış hem ağlıyor hem dinliyordu.
Derhal yatağına yatırdık.
Ve ondan sonra her hafta mandolin birliğini büyük bir sabırsızlıkla
beklemeye başladı. Müzik başlamadan telaşla yatağına girmek ister ve orada
rahat - rahat dinleyerek uyurdu. Lakin bu ilgisi pek uzun sürmedi.
Daha sonra
orkestra konserlerini tercih etmeye başlamıştı. Bunları dinledikten sonra esas
melodiyi hemen ayırdeder ve tek parmağıyla piyanoda çalardı. Daha sonra, dört
yaşına doğru iki elinin de iştirakiyle bunları en doğru armonileriyle piyanoda
çalardı. Büyüklerin bile muayyen bir müddet içinde çalışarak ezberledikleri
Bach prelüdlerini (Clavecin Bien Tempéré’den), bir iki dinleyişte derhal
ezberler ve piyanoya ilk oturuşta bunları en küçük bir hata bile yapmadan gramofon
gibi tekrarlardı.
Onun piyanonun
önünde oturup da çalacağı bir parçayı tecrübe etmesi ya da duraklaması vaki
değildi.
Bazen bir kez
dinlediği uzun bir eseri birkaç gün sonra ortaya çıkarışı bunu kafasında
işlediği zannını veriyordu.
Nitekim beş
yaşında bulunduğu sıralarda bir gün İstanbul’da rahmetli Karl Berger’i
ziyaretimizde bu tahminimizin doğruluğunu ispat eden bir
sürprizle karşılaştık.
O gün kendisine
büyük hayranlık gösteren Berger’e birçok şeyler çaldıktan sonra o zamana kadar
hiç duymadığımız bir Bach Invention’u da çaldı. Bu Invention’u Ankara’dan
hareketimizden evvel hocası Mithat Fenmen’den dinlemiş.
Bizim
şaşkınlığımızı gören Berger meseleyi tahmin ederek: “Sen bunu ne zaman
öğrendin?” diye sorunca küçük gayet tabi bir şey söylüyor gibi:
“Trende” cevabını
verdi. Ve işte o gün kesin olarak dinlediği eserleri elleriyle değil kafasıyla
çalıştığı kanaatine vardık.
Daha sonra buna
benzer bir sürprizi Ankara’da Sayın Vedat Nedim Tör’ün kendisini görmeye
geldiği zaman yapmıştı.
O gün yine
hocasından dinlediği yirmi küsur sahifelik iki Bach Partita’sını baştanbaşa
çalarak bizi şaşkına çevirmişti. Berger’in hürmet derecesindeki hayranlığını
hiç bir zaman unutamam.
Daha
dinlediği ilk parçadan sonra “bu çocuk bir génie’dir” demişti.
“Allah’ıma
şükrediyorum ki bana hayatımda böyle bir mucize gösterdi”, derken gözleri
yaşarıyordu.
O gün
sayın eşi Aliye Berger, Seyfettin Çürüksulu ve Nurettin Şazi beyler de beraberdi.
Berger:
“Bu bir
şelaledir, hiç bir kuvvet onun akmasına mani olamaz. Ancak yolunu
çevirebilirler. Onun için bu çocuk dünyanın en iyi pedagogu ile çalışmalıdır.” Diyordu.
Ne yazık ki onu bir daha görmeden ebediyen kaybettik.
İdil’in notaya
alışması bir hayli güç oldu.
Vakıa o daha dört
yaşında iken notaları biliyordu. Hatta kulağının “absolu” olması dolayısıyla
kendisine söylenen tek sesli bir melodiyi notaya alabiliyordu.
Ancak yine bu
kulağın ve hafızanın şaşmazlığı yüzünden bir eseri oturup uzun -uzun deşifre
etmek zahmetine girmektense bir kere dinlemekle kolaycacık çalmayı tercih
ediyordu. Onu ilk gören ecnebi artist Lazare Levy olmuştu ve hayranlığını
“korkunç” kelimesiyle açıklamıştı.
Herkes için en
güç bir mesele olan transposition’u İdil’in azami kolaylıkla ve istisnasız her
tondan yapışı onu dinleyen bütün müzisyenleri hayretlerde bırakıyordu.
Bazıları onu
şaşırtmak için rastgele bir ses çıkarıp “bu do’dur” veya “bu mi’dir” dedikleri
zaman küçük küplere biner ve o sesin aslını derhal bulur “hayır o do değil
si’dir” ya da “mi değil la’dır” diye pür hiddet düzeltirdi. Kalınlı, inceli
tuşlara on parmağını birden basıp soranlara teker teker ve hiç yanlışsız bu
notaların isimlerini sayardı.
Nitekim ona
Lazare Levy arkasını döndürüp beş altı mésure’lük bir parça çalmış ve ondan
bunu aynen yapmasını istemişti. O koşarak gelmiş ve hemen aynını çalıvermişti.
O zamanki müzik otoritelerimiz Lazare Levy’den çocuk hakkındaki düşüncelerini
yazı ile bildirmesini istemişlerdi.
O bu yazısında
uzun meslek hayatında pek çok erken yetişmiş çocuk gördüğünü fakat böyle bir
istidada hiç bir zaman rastlamadığını, düşüncelerin üstünde en mükemmel bir
audition ve şaşmaz bir belleğe sahip bu çocuğu, bir dahi olarak kabul etmek
gerektiğini, ileride hiç kuşkusuz Türkiye için bir şeref olacağını ve nasıl
yetişmesi lazım geldiğini vs. yazmıştı... Paris’e gelince kendisinin de bizzat
onunla meşgul olacağını bildiriyordu.
Ses bulmak
bakımından öyle bir kulağa sahipti ki otomobillerin kornasından fincan, bardak
şangırtısına kadar her sesin ismini söylerdi.
Sokaktan geçen
otomobillerin kornalarının çıkardığı sesi biz tek ses olarak duyarken o
ekseriya üç ses ismi söylerdi: do, mi, sol v.b.
Kilise çanlarını
keza bize birkaç ses üzerinden piyanoda taklit ederdi. Onun kulağının
hassaslığını ilk defa Nurettin Şazi keşfetmişti.
Bir gün ondan
ezbere bir la sesi vermesini istedi. İdil “ya” diye bir ses çıkardı.
Biz hemen bu
sesin doğruluğunu ölçmek için piyanoya koşunca aynı la’yı oradan duyup ne
diyeceğimizi şaşırmıştık. İki buçuk yaşında ya var ya yoktu.
Ondan sonra
karmakarışık bir halde herkes ondan bir ses istedi ve o bütün bunları teker - teker
vermeye başladı. Kendince inceye giderken diyez, kalına giderken bemol diye
adlandırıyordu.
Bu hayret verici
bilgiyi bir gün tesadüfen ona tuşların isimlerini söyleyerek çalınan gamlardan
edinmişti meğerse.(alıntı)
İdil Biret’in annesinin anlattıkları
sayfalarca sürüyor. Keşke imkânımız olsa sizlere hepsini aktarabilseydim. Ben
büyük sanatçı İdil Biret’i daha iyi tanımanız için bazı yazıları aktaracağım.
Bu çocuk, iki yaşında piyanonun başına
geçmiş, aile şaşkın, çocuk müzikle bir bütün ve dört yaşında Bach’ın
prelüdlerini çalmaya başlıyor.
Bu olağan üstü bir olay.
Olağandışı müzik yeteneği,
‘absolut’ kulağı,
Duyduğu her parçayı anında ve eksiksiz olarak
piyanoya aktarabilme yeteneği!
Yedi yaşında Ankara Radyoevinde J. S. Bach’ın
Re Majör piyano konçertosunu yorumlaması büyük ilgi uyandırıyor.
Bu inanılmaz harika çocuk, o dönemin
Cumhurbaşkanı İsmet İnönü tarafından, TBMM’nin özel olarak İdil Biret adına
çıkarılan bir yasa neticesinde, yedi yaşında ailesi ile birlikte Fransa’ya
gönderiliyor.
Ondaki inanılmaz cevher fark edildiğinden, bu
harika çocuk değerlendiriliyor. Bundan sonra hayatı o kadar fevkalade geçiyor
ki!
Çalışıyor - çok çalışıyor.
Büyük – çok büyük başarılara imza atıyor.
O parmakla gösterilen olağan üstü biri
oluyor.
Onun başarılarını yazmak,
Onun hakkını vererek sizlere aktarmak çok
zor.
Ben onunla ilgili
yazıyı da sizlere aktarmak istiyorum.
Kanun çerçevesinde eğitimi için ailesiyle
birlikte Paris Konservatuarı'na gönderilen Biret,
burada 20. yüzyılın önemli pedagoglarından Nadia Boulanger ile
çalıştı.
Alfred Cortot ve Wilhelm Kempff gibi
hocalarla çalıştı.
8 yaşında paris radyosunda ilk konserini
verdi. Fransız piyanist Alfred
Cortot’dan dersler aldı.
Küçük yaşta Kempff’in hayranlığını kazanan
Biret, 11 yaşında iken onunla Paris’te Champs-Elysees’de Mozart’ın İki Piyano
için Konçertosu’nu çaldı.
Biret, Paris Ulusal Konservatuarı’nı Yüksek
Piyano, Eşlikçilik ve Oda Müziği dallarında birinci olarak bitirdiğinde 15
yaşındaydı.
16 yaşından itibaren çeşitli dünya
sahnelerinde yer aldı.
Amerika’daki ilk konserini 21 yaşında,
Rachmaninoff’un Üçüncü Piyano Konçertosu’nu çalarak Erich Leinsdorf
yönetimindeki Boston Filarmoni Orkestrası ile gerçekleştirdi.
İdil Biret'ten ömrü boyunca ‘en değerli
öğrencim’ olarak söz eden hocası Alman piyanist Wilhelm Kempff, onunla
müzikal ilişkisini hayat boyu sürdürdü.
Zaman - zaman Kempff'in Positano'da verdiği
master class'lara katıldı. Kempff'in 90. yaşı için düzenlenen konserde çaldı.
İlk Rusya turnesini piyanist Emil Gilels’in
çağrısı üzerine yaptı ve bu ülkede büyük başarı kazandı.
Boston Symphony, Orchestre National de
France, Orchestre Suisse Romande, London Symphony, Leningrad Philarmonic,
Leipzig Gewandhaus, Dresden Staatcapelle, Tokyo Philarmonic, Sydney Symphony ve
Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası eşliğinde dünyanın her yerinde konserler
verdi.
Biret, 1986 yılında, Beethoven’ın dokuz
senfonisinin Liszt tarafından yapılan uyarlamalarını, kayda aktaran ilk
piyanist oldu.
Beyin ve kol gücü olarak piyanistik sınırları
zorlayan Biret, Montpellier Festivali’nde, eleştirmenler tarafından yapılması
imkânsız olarak nitelendirilen bir denemeye girişerek bu uyarlamaların hepsini
ardarda 3 konserde seslendirdi.
Yıllar içinde bu
ülkede yüze yakın konser verdi.
Biret beş kıtayı kapsayan sayısız
konserlerinde Atzmon, Copland, Kempe, Keilberth, Sargent, Monteux, Fournat,
Leinsdorf, Pritchard, Scherchen, Rozhdestvensky, Mackerras gibi ünlü şeflerle
çaldı; Montreal, Berlin, Montpellier, Nohant, Royan, Dubrovnik, Atina, Ankara
ve İstanbul festivallerine katıldı.
Montreal, Berlin, Montpellier, Nohant, Royan,
Dubrovnik, Atina, Ankara ve İstanbul festivallerine katıldı.
Biret, 1986 yılında, Beethoven’ın dokuz
senfonisinin Liszt tarafından yapılan uyarlamalarını, kayda aktaran ilk
piyanist oldu.
1992 yılında Chopin’in tüm eserlerini içerin
15 CD’lik bir seriyi Naxos firmasıyla kayda aldı. Bu kayıt 1995 yılında
Varşova’da gerçekleştirilen “Chopin Diskleri Büyük Ödülü” çerçevesinde, İdil
Biret’e jüri özel ödülünü kazandırdı.
Sanatçı daha sonra Brahms (1997, 12 CD) ve
Rachmaninoff’un (2000, 10 CD) tüm piyano yapıtlarını külliyat halinde
kaydederek romantik piyano edebiyatı literatürüne kendi damgasını vurdu.
Bu CD’ler kısa sürede uluslararası müzik
piyasasının aranan kayıtları haline geldi.
1995 yılında Boulez’in 3 sonatı için yaptığı
kayıt Paris’te her yıl düzenlenen “Altın Diyapozon” ödülünü kazandı.
“Le Monde”
gazetesi bu diski yılın en iyi kaydı seçti.
1997’de Brahms’ın ölümünün yüzüncü yılı
nedeniyle, bestecinin piyano eserlerinin tamamını Almanya’da 5 resitalde icra
etti.
Ayrıca bir konserde Brahms’ın iki
konçertosunu birden çalarak bunu yapabilmiş çok az sayıda piyanistin arasına
girdi.
1998 yılında, Beethoven’ın 5 piyano
konçertosunu 3 günlük konser dizisinde ardarda seslendirdi.
Biret, ayrıca 7 günlük bir konser dizisinde
Beethoven’in tüm piyano sonatlarını ardarda çaldı.
Şu anda bu sonatları kaydetmekte olan
piyanist, bu projesiyle dünyada Beethoven’ın piyano için yazdığı sonat,
konçerto ve senfoni uyarlamalarının tamamını seslendiren tek piyanist ünvanına
erişmektedir.
Son olarak 2002 yılında da György Ligeti’nin
piyano etüdlerinin kaydını yaptı.
Sanatçı şu anda Brahms’ın senfonilerinin
piyano uyarlamalarını yazmakta.
Kendi etüdlerini de bestelemiş olan Biret,
70’i aşkın LP/CD’si ve bunların 2 milyon’a yakın satış rakamıyla klasik müzik
dünyasının en çok sevilen ve aranan yorumcularından biri…
Sanatçı bugüne
kadar:
Kraliçe Elizabeth (Belçika),
Van Cliburn (ABD),
Busoni (İtalya),
Montreal (Kanada),
Liszt (Weimar, Almanya)
Birçok piyano yarışmasında jüri üyeliği
yaptı.
Yurtdışında
aldığı ödüller arasında
“Lili Boulanger Memorial”,
“Harriet Cohen/Dinu Lipatti Altın Madalyası”,
Polonya Hükümeti Kültür Liyakat Nişanı,
İtalyan Hükümeti Adelaide Ristori Nişanı ve
Fransa Hükümeti “Chevalier de L’Ordre de Mérite” nişanı bulunuyor.
Türkiye’nin en prestijli müzik ödülü sayılan
Sevda Cenap And Müzik Vakfı Onur Ödülü Altın Madalyası’nın da sahibi.
Size bir kadından söz ettim, size bir
sanatçıdan söz ettim, size harika bir insandan söz ettim, size ayakta
alkışlanan büyük bir ustadan söz ettim.
Size İDİL BİRET’ten söz ettim.
Onu çok uzun yıllardır hayranlıkla takip
ederim. Onun yaptıklarına bazen inanamam!
Onunla ilgili yazıları okurken, bir
yakınımmış gibi gururlanırım.
Tabiki yakınım, o bir sanatçı daha ne olsun.
Sanatçı bizim yakınımızdır zaten!
Canımızdır, bizi temsil edendir. Hele böyle
ayakta alkışlanan, dinleyenleri mest eden, harikaların – harikası müziklerle
adını altın harflerle yazdıran bir Türk benim çok yakın bir akrabam, ailemdir.
Onun başarıları daim olsun.
Ellerine, yüreğine, gönlüne, ruhuna sağlık
olsun İDİL BİRET…
Nazan Şara Şatana
nazanss.blogspot.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder