Bir
gün evimizde sinema olsa!
Sonra
evimizde sinema oldu.
nazanss.blogspot.com
Sinemaya
düşkünlüğüm çocukluğumda başlayan bir rahatsızlıktı. Babamın sinema sevdası
bana ve kardeşlerime, kendimizi bildiğimizde, aklımızın erdiğinde geçmiştir
herhalde.
Memur
bir ailenin çocukları olarak bizler, Türkiye’nin çeşitli yerlerinde görev yapan
babamdan dolayı çok dolaştık.
Küçük
şehirlerde, büyük sinemalar olurdu.
Sinemalar
büyüktü, bizler çünkü küçüktük.
Babam
Yabancı Film izlemeyi çok severdi.
Allah
Rahmet Eylesin.
Benim
babam çok yakışıklı bir adamdı.
Onu
Clark Gable’ye benzetirlermiş.
Benim
hayatta gördüğüm en yakışıklı adamdı.
Rahmetli
babam.
Babam
sevdiği her şeyi çocukları ile paylaşmayı seven bir aile reisiydi. Annem ve
bizler yanında giderdik sinemaya.
Hatırlıyorum,
ne kadar çok uykum gelirdi.
Hele
ikinci aradan sonra koltukta uykuya dalardım.
O
zamanlar hep hayal ederdim.
Bir gün evimizde sinema olsa!
Sonra evimizde sinema oldu.
Türkiye
Radyo Televizyon Kurumu (TRT), Türkiye
Cumhuriyeti'nin
kamu yayıncılığı yapmakla görevli tek kuruluşudur. 1 Mayıs 1964 günü çıkan TRT yasasıyla kuruldu. 1990'ların başında ilk özel televizyon kanalı ve özel
radyo kanalı yayına başlayana dek Türkiye'de radyo - televizyon yayıncılığı
yapan tek kurum olarak hizmet verdi.(alıntı)
Böyle
bir resmi yazıyı da burada tekrarladıktan sonra devam ediyorum…
Ben
ilk kez televizyonu dayımların bir komşularında görmüştüm.
Dayımları
ziyarete gitmiştik. Anneme söylemişti dayım, televizyonun nasıl olduğunu,
komşularının aldığını arada gidip izlediklerini.
Nasıl
heveslenmiştim anlatamam size.
Amerikan
filmlerinde gördüğümüz, evlerdeki televizyon artık bizim ülkemizde de vardı.
Dayıma
çok ısrar etmiştim. O da kırmadı, bizleri aldı komşumuza götürdü.
‘Çocuklar
merak etmiş de’ diye başlayan muhabbetlerini hiç duymadım. Benim ilk gördüğüm
bir folklor ekibinin oynadığıydı. Siyah beyaz gösteriyordu.
Çok
güzeldi. Çok güzeldi.
Ben
televizyona gördüğüm an vurulanlardanım. Sonra babama yalvarmalar başlamıştı.
Ah bizimde bir televizyonumuz olsa!
Oldu…
Olmasına
oldu da, biz seyredemiyorduk ki!
İstiklal
Marşı ile açılışını, sonra yine İstiklal Marşı ile kapanışını görüyorduk. Birde
arızalarda kar manzara resimlerini…
Neden
derseniz. Misafirden diyebilirim. Devamlı konu komşu, onların tanıdıkları
sinemaya gider gibi televizyonun yayınlandığı gecelerde bize geliyorlardı.
Bizler Rahmetli anacığım, kız kardeşim Suzan çay yapıyorduk, meyve ikram
ediyorduk.
O
zamanlar çayın yanında bisküvide verilirdi. Onları hazırlıyorduk. Salon çok
kalabalık oluyordu.
Öyle
bir hal almaya başladı ki derslerimizi yapamaz olduk.
Annem
krizlerde. İş güç, ayıptır söylemesi masraf!
Benim
annem de babam da çok kibar insanlardı. Çok misafirperverlerdi. Özellikle
babam, misafirler geldikçe çok keyiflenirdi. Onları kapıdan:
“Oooo hoş geldiniz, buyurun-buyurun’larla
karşılar, hayırlı geceleriniz olsun, Allaha emanet olun’lar la uğurlardı.”
Çok
mutlu olurdu.
Babam
böyle biriydi.
Oysa
taksitle aldığı televizyonu ödeme zamanı geldiğinde de kara – kara düşünürdü.
O
zamanın insanları farklıydı.
Annem
yorulurdu, kendince şikâyet eder gibi olurdu ama bunu ne babam, ne de gelenler
fark ederdi.
Sonra,
televizyon çok hızlı bir şekilde evlerin vazgeçilmezi haline geldi. Bir süre
sonra bize gelen misafirlerin sayıları azaldı. Sonunda da bitti.
Bitti
bitmesine de! Misafirlik denilen bence muhteşem beraberlikte bitti.
Televizyon
herkesi esir etti, kimse artık evinden çıkmak, komşu, ahbap, akraba
ziyaretlerine gitmek istemez oldu.
Zamanla
televizyona o kadar bağımlı olmaya başladık ki, parazit olduğunda bile
gözlerimizi ekrandan alamaz hale geldik.
Hele
antenle savaşlar vardı ki görmeye değerdi.
Çatıya
çıkan beyler! Balkonlardan, pencerelerden,
yarı beline sarkan eşler ya da çocuklar!
“Oldu mu?”
“Yok baba, sağa çevir.”
“Olmadı… Eski haline getir, daha iyi…”
Bu
da uzun zamanlar aldı. Ardından özel kanallar sırayla devreye girdi,
renklenmişti televizyonlar, üstelik hiç bitmiyordu programlar.
Tek
kanal zamanında:
Klasik
müzik sevmeyenlerin bile sevdiği,
Hayvan
belgesellerinde ki yılanlarla, ceylanların can dertleri,
Bitmek,
tükenmek bilmeyen açık oturumlar!
Buz
pateninin ne olduğunu bilmediğimiz halde, onun müsabakalarını takip etme
günleri bitmişti…
Erkeklerin
dünyaları daha da renklenmişti.
Maça
gidemiyorum diye hayıflanmak niye!
Görmeden,
radyodan takip etmekte artık revaçta değildi. Kanallar maçları naklen
veriyordu.
Zaten
ilk naklen de öyle olmuştu.
Televizyon
yalnızların, yalnızlığını almıştı, bir tek farkla!
Yalnızlar
yalnız değildi ama kalabalıklıklar yalnızlığa mahkûm olmuştu.
Şimdilerde
her oda da bir TV ekranı.
Anne
başka yerde, çocuk kendi odasında evin reisi babalar ise salonda televizyon
izler hale geldik.
Televizyon
dünyaya açılan pencerelerimiz oldu. Biz ondan çok güzel şeylerde öğrendik.
Belgesellerde
tek kanal zamanında Türk Milletine alıştırılan güzelliklerdendi. Yurttan seslerde.
Türküleri de sevdik, Zeki Müren’i de, Emel Sayın’ı da, Muazzez Abacıyı’ da.
Yılbaşı
geceleri saat on ikide oryantal çıkması muhteşem bir olaydı. Herkes onu
beklerdi. Dansöz çıkacak! Vay canım ne kadar önemliydi.
Bizler
dizileri de, şimdilerde tutulduğumuz dizi rahatsızlığını da o dönemlerden
edindik. Dallas izlerdik ki ne izlemek.
Ceyar’ı
vurduklarında katili birçok belediye halkına hoparlör ile duyurmuştu.
Dallas,
Kaçak, Komiser Columbo, Filamingo yolu, Kökler ve Köle İzaura dizilerinden de
çok şeyler öğrendik.
İlk
yerli dizi de geldiğinde: Aşk-ı Memnu hepimizin gönlünü feth ettiğinde
keyfimize diyecek yoktu.
Eurovision!
Bunu anlatmak sayfaları almak demektir. Semiha Yankı’nın gittiği zamanı
hatırlıyorum da kıyamet kopmuştu.
Sinemaya
gelirsek, televizyon ilk yıllarında sinema sektörüne büyük darbe vurdu.
İnsanlar
bu yeni eğlence için evlerinden çıkmıyorlardı. Üstelik Televizyonda Sinemada
vardı.
Bir
süre bunun rahatsızlığı sadece Türkiye’de değil dünyada da yaşandı.
İnsanın
temel yapısında olduğu gibi, bir süre sonra eski heyecanları yeniden tatma
isteği ile sinemalara yöneldi. Televizyonun yeri başkaydı, sinemanın yeri daha
başka!
Bazen,
elektrikler kesiliyor, ne yapacağımızı şaşırıyoruz. İnanın ben ve ailem,
elektrik kesildiğinde:
“Eyvah televizyon” diyoruz.
Aklımıza
ilk o gece kaçıracağımız dizi geliyor ve karanlıkta ya da mum ışığında yâda
diğer suni ışıklarla vaktimizi nasıl geçireceğimiz!
Televizyon
gerçekten ciddi bir tiryakilik! İyi tarafları da var, kötü tarafları da…
Ben
hep iyi tarafları olduğuna inananlardanım.
Kitap
okumayı sevmeyen millet olarak, görsel sanatlarla birçok şeyi bilir olduk,
gidip göremediğimiz yerleri gördük, başka kültürleri tanıdık, başka insanların
hayatlarını nerede ise birebir izledik. Tarihi de izledik, coğrafyayı da. Sanat
kültür programlarında da çok şeyler öğrendik.
Susam
sokağı ve şimdi birçok çocuk kanalı ile çocuklarımız daha bilinçli yetişiyor.
Sabah
programlarını belki çok eleştiriyoruz ama oraya çıkan, ‘bilen kişilerden’ ne
kadar çok edinimlerimiz oluyor.
Müzikler
sadece dinleme ile ruhumuzu okşarken, artık muhteşem kliplerle gözlerimize
ziyafetlerde çekiyoruz. Devlet adamlarımızın konuşmalarını, açık oturumları,
tartışmaları izliyoruz dinliyoruz.
Sporun
her dalını izlerken artık kanalları ayrı olmuş olan futbol, at yarışı,
basketbolu içimizden hangisini! Kendi tercihimiz doğrultusunda yapıyoruz.
Yarışmalar
da bizlere, gazetelerdeki bulmacalar kadar bilgi yüklemiyor mu? Yüklüyor.
Ben
ciddi bir televizyon tiryakisiyim. Televizyon olmadan ne yapıyorduk bilmiyorum.
Hatırlıyorum tabiki. Sadece derdim var
şundan yana;
Keşkelerim
hep çok oldu bu televizyonlardan sonra:
Yine
televizyon seyredelim, sinemaya da gidelim.
Yine
dizileri izleyelim, büyüklerimize de gidelim.
Yine
sabah programlarını izleyelim, komşularımıza kahve içmeye de gidelim.
Yine
televizyonun spor saatlerini kaçırmayalım, eşimize ve çocuklarımıza da zaman
ayıralım.
Hepsi
bir ara da bir bütün olduğunda televizyonun tadına doyum olmaz.
İnşallah
benim de dizilerim TRT’de olsun.
Sevgiyle,
muhabbetle, güzelliklerle kalın.
Nazan Şara
Şatana
nazanss.blogspot.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder