Bilgisayar
nazanss.blogspot.com
Dünyaya açılan pencere
Bilgisayardan önce ne yapıyorduk?
Sabahları
gözümüzü açar açmaz yaptığımız ilk mecburi birkaç hareketimizden sonra,
bilgisayarımızın başına geçiyoruz.
Her
şekilde olanın!
Kimi
masa, kimi diz üstü, kimi tablet, kimi de cep telefonuna.
Mutlaka
hani ünlü bir söz vardır, biraz burada olmasada kullanmakta yarar var,
annelerimiz biz erken saatlerde yaptığımız herhangi olağan üstü bir şey için:
“Ne
yapıyorsun daha karga!”
Derlerdi.
Aynen onun gibi. Gözlerimizi açar açmaz bilgisayardayız.
Ben
çıktığım bütün televizyon programlarında söylüyorum.
Dünyaya açılan
pencere.
Ne
öğrenmek istiyorsunuz?
Ne
okumak istiyorsunuz?
Gazeteler
mi?
Modamı?
Siyaset
mi?
Arkadaşlarınızla
görüşmek mi?
Bilmediklerinizi
öğrenmek mi?
Kaçırdığınız
dizileri izlemek mi?
Bilmediğiniz
yemek tarafleri mi?
Hatta
aklınıza gelmeyecek her şeyi bulabilirsiniz.
Mesela
benim yazdıklarımı okuyabilirsiniz!
Neler
var neler.
Evet,
dünyaya açılan pencere…
Peki,
nasıl olmuş bu bilgisayar olmuşta, nasıl evlerimize bu kadar yakınımıza bu
kadar bizden olmuş?
Sizlere
önemli bir kaynaktan aktaracaklarımla biraz daha anlamış olacağız.
20.
yüzyılın ortalarındaki ilk bilgisayarlar büyük bir oda büyüklüğünde olup,
günümüz bilgisayarlarından yüzlerce kat daha fazla güç tüketiyorlardı.
21.
yüzyılın başına varıldığında ise bilgisayarlar bir kol saatine sığacak ve küçük
bir pil ile çalışacak duruma geldiler.
Toplumumuz
kişisel
bilgisayarı ve onun taşınabilir
eşdeğeri, dizüstü
bilgisayarını, bilgi çağının simgeleri olarak tanıdılar ve bilgisayar kavramıyla
özdeşleştirdiler.
İstenilen
yazılımı kayıt edip istenilen zamanda çalıştırabilmeleri bilgisayarları çok
yönlü kılıp hesap makinelerinden ayıran ana özellikleridir. Church-Turing tezi bu çok yönlülüğün
matematiksel ifadesidir ve herhangi bir bilgisayarın bir diğer bilgisayarın
görevlerini yerine getirebileceğinin altını çizer. Dolayısıyla, karmaşıklıkları
ne düzeyde olursa olsun, cep bilgisayarından süper
bilgisayarlara kadar, bellek ve
zaman kısıtı olmadığı takdirde hepsi aynı görevleri yerine getirebilirler.
İlk
bilgisayar 1948 yılında yapılmıştır.
Geçmişte
'bilgisayar' olarak bilinen birçok aygıt günümüz ölçütlerine göre bu tanımı hak
etmemektedirler. Başlangıçta bilgisayar sözcüğü hesaplama sürecini
kolaylaştıran nesnelere verilen bir ad konumundaydı.
Bu
ilk dönemin bilgisayar örnekleri arasında sayı boncuğu (abaküs) ve AntiKitira Makinesi
(M. Ö. 150–100) sayılabilir.
Yüzyıllar
sonra, Orta Çağ sonundaki yeni bilimsel keşifler ışığında, Avrupalı mühendisler
tarafından geliştirilen bir dizi makinesel hesaplama aygıtlarının ilki ise, Wilhelm Schickard'a (1623) âittir.
Ancak,
yazılımlanabilir (veya kurulabilir) olmamaları nedeniyle bu aygıtların hiçbiri
günümüz bilgisayar tanımına uymamaktadır.
1801 yılında Joseph
Marie Jacquard'ın dokuma
tezgâhındaki işlemi otomatikleştirmek adına ürettiği delikli kartlar ise bilgisayarların gelişme sürecindeki, kısıtlı da olsa, ilk
yazılımlanabilme (kurulabilme) izlerinden sayılır.
Kullanıcının
sağladığı bu kartlar sayesinde, dokuma tezgâhı kart üzerindeki delikler ile
tarif edilen çizime işleyişini uyarlayabiliyordu.
1837 yılında Charles Babbage, adını Analytical Engine (Çözümlemeli veya analitik makine)
koyduğu, ilk tam yazılımlanabilir makinesel bilgisayarı kavramsallaştırıp
tasarladı.
Ancak
parasal nedenler ve üzerindeki çalışmalarının sonlanamaması nedeniyle bu
makineyi geliştirmedi.
Delikli
kartların ilk büyük ölçekli kullanımı ise Herman Hollerith tarafından, 1890 yılında muhasebe
işlemlerinde kullanılmak üzere tasarlanan hesap makinesidir. Hollerith'in o dönemde bağlı olduğu
işletme ise sonraki yıllarda küresel bilgisayar devine dönüşecek IBM'dir. 19. yüzyılın
sonlarına varıldığında, gelecek yıllarda bilişim donanım ve kuramlarının
gelişimine büyük katkıda bulunacak uygulayımlar (teknolojiler) ortaya çıkmaya
başlamıştılar: delikli kartlar, Boole cebiri, boşluk
tüpleri ve teletip aygıtları.
20.
yüzyılın ilk yarısında ise, birçok bilimsel gereksinim, gittikçe karmaşıklaşan örneksel
(analog) bilgisayarlar ile
giderildiler. Ancak günümüz bilgisayarlarının yanılmazlık düzeyinden hâlâ
uzaktılar.
1930'lar ve 1940'lar boyunca
bilgisayar uygulayımı gelişmeye devam etti ve sayısal elektronik bilgisayarın ortaya çıkışı ancak elektronik
devrelerinin buluşundan (1937) sonra gerçekleşebildi. Bu
dönemin önemli çalışmaları arasında aşağıdakiler sayılabilir:
Konrad Zuse'nin "Z makineleri". Z3 (1941) ikili sayı
tabanına dayalı işleyip, gerçel sayılar ile işlem yapabilen ilk makinedir. 1998 yılında Z3'ün
Turing uyumlu olduğu kanıtlanmış ve böylece ilk bilgisayar unvanını edinmiştir.
Atanasoff-Berry
Bilgisayarı (1941) boşluk tüplerine
dayalı olup, ikili sayı tabanının yanı sıra, sığaç tabanlı bellek donanımına
sâhipti.
İngiliz
yapımı Colossus
bilgisayarı (1944), kısıtlı
yazılımlanabilirliğine (kurulabilirliğine) karşın, binlerce tüp kullanımının
yeterince güvenilir bir sonuç verebileceğini göstermiştir.
II. Dünya
Savaşı'nda Alman silahlı
kuvvetlerinin gizli iletişimlerini çözümlemek için kullanılmıştır.
Harvard Mark I (1944), kısıtlı
kurulabilirliğe sâhip bir bilgisayar.
ABD Ordusu tarafından
geliştirilen ENIAC (1946), onluk sayı tabanına
dayalı olup ilk genel kullanım amaçlı eletronik bilgisayar unvanına sâhiptir.
ENIAC'ın
olumsuz yanlarını saptayan geliştiricileri, daha esnek ve zarif bir çözüm
üzerinde çalışıp, artık saklı yazılım mimarisi veya daha çok von Neumann
mimarisi olarak tanınan tasarımı
önerdiler. Bu tasarımdan ilk olarak John von Neumann (1945) yılında
gerçekleştirdiği bir yayında söz etmesinden sonra, bu mimariye dayalı olarak
geliştirilen bilgisayarlardan ilki İngiltere'de tamamlandı (SSEM). Aynı mimariye bir yıl sonra kavuşan ENIAC'a ise
EDVAC adı verildi.
Günümüz
bilgisayarlarının neredeyse tamamının bu mimariye uyumlu duruma gelmesi ile
bilgisayar sözcüğünün tanımı olarak da kullanılmaktadır. Dolayısıyla bu tanıma
göre geçmişteki aygıtlar bilgisayar olarak sayılmasalar da, tarihsel bağlamda
yine de o biçimde anılmaktadırlar. Her ne kadar 1940'lardan bu yana
bilgisayar uygulayımı köklü değişiklikler geçirmiş olsa da, çoğunluğu von Neumann
mimarisine sadık kalmıştır.
Boşluk
tüpüne dayalı bilgisayarlar 1950'ler boyunca
kullanımda kaldıktan sonra, 1960'larda daha hızlı ve ucuz olan geçirgeç (transistör) tabanlı bilgisayarlar yaygınlık kazandı.
Bu
etkenlerin sonucunda bilgisayarların daha önce görülmemiş bir düzeyde toplu
üretimine geçirildi.
1970'lere varıldığında tümleşik devre uygulayımı ve Intel 4004 gibi mikroişlemcilerin geliştirilmesi sayesinde bir kez daha
büyük bir başarım ve güvenilirlik artışının yanı sıra, maliyet düşüşü de
yaşandı.
1980'lerde artık
bilgisayarlar, çamaşır makinesi gibi günlük hayat kullanımındaki birçok
makinesel aygıtın denetleyici donanımlarındaki yerlerini almaya başlamışlardı.
Yine
aynı dönemde, kişisel
bilgisayarlar yaygınlık
kazanıyorlardı.
Son
olarak 1990'lardaki Internet'in
gelişimi ile de bilgisayarlar televizyon ve telefon gibi alışılmış birer aygıt hâline gelmişlerdir.
Von
Neumann mîmârisine göre bilgisayarlar başlıca dört bileşenden oluşurlar
bilgisayarda aritmetik mantık vardır.
Bir
bilgisayarın belleği, sayılar içeren bir hücreler bütünü olarak düşünülebilir.
Her
hücreye yazılabilir ve içeriği okunabilir.
Her
hücrenin kendisine özel bir adresi vardır.
Bir
komut örneğin 34 sayılı hücrenin içeriğini 5.689 sayılı hücreyle toplayıp
78. hücreye yerleştirmek olabilir.
İçerdikleri
sayılar herhangi bir şey olabilir, sayı, komut, adres, harf, vb.
İçeriğinin doğasını ancak onu kullanan yazılım belirler.
Günümüz
bilgisayarlarının çoğunluğu veriyi kaydetmek için ikili sayıları kullanır ve her hücre 8 bit (yani bir bayt) içerebilir.(alıntı)
(1)
Kişisel
bilgisayar:
(2)
Ekran,
(3)
Ana kart
(4)
İşlemci (CPU)
(5)
Bellek (RAM)
(6)
Genişletme
Kartları (PCI-X, AGP, v. b.)
(7)
Güç Kaynağı
(8)
Optik Disk
Sürücü (DVD, CD, v. b.)
(9)
Sabit Disk
(10)
Klavye
(11)
Fare
Sizlere
bilgisayarlı günler diliyorum…
Nazan Şara
Şatana
nazanss.blogspot.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder