Sadaka Taşları
nazanss.blogspot.com
Güzel
- güzellik!
Bu
iki kelime alışageldiğimiz, duyduğumuzda abartmadığımız, normal dediğimiz,
farkındalığının da çok farkında olmadığımız, bizlere neler söyler, neleri
bünyesinde biriktirmiştir, neleri anlatmak ister, nelerden kaçar, neleri elinde
sıkıca tutar? Bilmeyiz.
Bildiğimiz;
güzel – güzellik iyi bir şeydir. Tamamlayıcıdır, rahatlatıcıdır, hoşgörüdür,
denizdir, yeşildir ve pembedir.
Güzel
kelimesinin içindeki kutsiyetten haberdar olsak!
Bazen
öyle güzellikler öyle olmadık zamanlarda ele geçiyorki, hiç ummadığınız bir anda,
hiç düşünemediğiniz bir kişide, asla olmaz dediğiniz bir olayda!
Bakın
bir konu beni nerelere aldı götürdü. Kalbimin daha farklı çarpmasına mı neden
oldu? Bilemedim… Bildiğim sadece güzel
veya güzellik değildi.
Osmanlı
Döneminde ‘Sadaka Taşları’ olduğunu biliyor musunuz? Ben geçen senede buna
benzer bir yazı yazmıştım. O zamandan bilirim, daha eskisinden bilirim dersem
çok doğru olmaz. Buradaki güzelliğe bakınız lütfen:
“Veren
kime ne verdiğini bilmezmiş ki gurura kibire kapılmayakmış!
Alan
kimse görmeden alırmış ki eziklik, aşağılanma duygusu hissetmesin…”
Gerçekten
muhteşem.
Ben
abartılı düşünen biriyimdir. Hep derim ya, fazla akılcı değilimdir, benim
parmaklarım, kalbimin ve ruhumun temsilcileridir. Ufak bir detay beni
heyecanlandırır hatta, ağlatır. Güzel demiştim ya güzellik budur işte. Bir
iyiyi görmek, bir iyi olanı düşünüp güzel olduğuna karar vermek ve ağlamak!
İşte
güzel budur.
İşte
güzel her iki tarafında ‘gurur’ olayını ince detayını halletmek, bunun için
dirhemle ölçülen tartılarda tatmak!
Öyle
ya; veren böbürlenmeyecek, veren kendini farklı hissedip gururlanmayacak!
Ya
alan? Oda kimden aldığını bilmediği için içinde bir eziklik hissetmeyecek.
Gelelim
zamanımıza…
Hoşgeldik
te güzelle – güzellik nerede?
Karanlıklarda
herhalde pek seçilmiyorlar!
Ya
da en azından ben seçemedim.
Güzel
olan bu günlerde:
“Ben
fakir fukaraya yardım ederim, ben şuna -
şunu verdim, buna - bunu verdim,
aç kalmıştı karnını doyurdum, sokaktaydı evime aldım, dardaydı para verdim.”
“Öylemi?”
“Evet.
Daha neler yaptım, neler?”
“Vay
maşallah. Sen ne harika insansın, Allah senin gibileri başımızdan eksik
etmesin.”
Şimdi
bir iç hesaplaşma yapalım bakalım işin içinden çıkabiliyor muyuz?
Yapılan
muhteşem, güzel…
Öyle
ya hayır yapılmış. Aç doyurulmuş, sokaktayken eve alınmış. Bunu söylediğinde!
Çaktırmadan bir gurur havası içinde, biraz yukarılarda, burnu da havada, hatta
gözlerine kibir fazlası ile yerleşmiş. Ne oldu? Yaptıkların nereye gitti?
Şimdi
alana geçelim.
Darda
kalmış, sokaktadır muhtemelen – kabul. Çaresizdir. Bu övünerek yardım edenin
yardımını kabul etmek durumundadır. Buyurun bir diyet başlangıcı. Ya kabul
edecek, diyetin ilk anından itibaren ödemek için çırpınmaya başlayacak, yâda
kabul etmeyecek, darlığın içinden çıkılmaz halde kendi ve yakınları kalacak.
Tercih, diyeti kabul etmek olacaktır ki, bu bir insanlık duygusudur. Ben her
şeye katlanırım içgüdüsüdür.
İyide
ne oldu?
Bir
türlü anlayamadım.
O
hayır yapmak istememişmiydi?
Neydi
ruhunu bu kadar kabartan, alevlendiren hatta büyük günaha sokan!
Öyle
ya gururlanarak günaha girdi, oysa sevap yapmak istemişti. Olmadı.
Peki
diğer tarafın durumu ne?
Oda
hayra karşılık dua etmesi gerekmez miydi?
“Allah
razı olsun” demeliydi.
Normali
bu değil miydi?
Bu
tür olaylarda alanda verende memnun değilmiydi? Her iki tarafta Allah’ın
bahşettiği bu şanstan dolayı sevap işlemiş olmayacaklarmıydı?
Alan
aldığı andan itibaren başına gelecekleri bildiği için, bununda bir diyet
meselesi olduğundan da veren kişinin havasından anladığı için ona karşı peşin
hükmünden dolayı günahtaydı, tıpkı kıyıpta veren gibi.
Olmadı…
Bu
zamanda hayır işi böyle oluyor.
Tabi
bu herkesi kapsıyormu? Hayır, elbette kapsamıyor.
Bu
çoğunluğu kapsıyormu?
Evet.
Elbette çoğunluğu kapsıyor.
Olmadı.
Olan
ne peki?
Geldik
mi Sadaka Taşına!
·
Sadaka
taşını anlatacağım sizlere fakat önce başka bir şeyden söz etmek istiyorum.
Hiç
duydunuz mu? Diyeceğim. Neyi? Diyeceksiniz.
Zimen
Defterleri
Ben
duymamıştım. İnanılır gibi değil. Anlatıyorum.
Zimen
defterleri, bildiğimiz veresiye defterleriymiş. Hani bakkallarda vardır ya,
veresiye yazdırırız. Sonra paramız olunca veririz. İşte o defterler.
Varlıklı
kişiler özellikle daha bir fakir olan semtlerdeki Zimen defterlerinin olduğu
bakkalara giderlermiş, borçlara bakarlarmış, uzun zaman ödenmemiş olan bir
borcu öder geçer giderlermiş.
“Allah
kabul etsin” dermiş.
Bakkalda
öyle dermiş.
Borçulda:
“Kim
ödedi ise Allah razı olsun” dermiş.
Ne
bakkal bilirmiş, verenin kim olduğunu ne de borcu olan kişi.
İşte
hayır bu değil midir?
İşte
size anlattığım, bayağıda uzunca söz ettiğim:
Güzel ve
güzellik
Bu
değil midir? Bence budur…
Şimdi
sıra geldi Sadaka Taşına:
Yerden
bir buçuk iki metre yükseklikte olanlar varmış,
Duvar
içinde açılmış oyuk olanları varmış.
Çeşitli
ebatlarda olanları varmış.
Mermer
olandan, düz taş olana kadar olanları varmış.
Osmanlı
döneminde İstanbul’da yüz altmış adetmiş.
İstanbul
harici diğer büyük şehirlerde de varmış.
Bunlar
genelde, tekke, cami, çeşme yanlarında olurmuş.
Tek
başına olanlarda varmış.
Gelelim
uygulamaya:
Camiden
çıkanlar, oraya para koyarlarmış. Herkes kesesine göre bırakırmış. İhtiyacı
olanda ihtiyacı olduğu kadarını alırmış.
Adalete
bakın.
Veren
gücü kadar veriyor burayı yine anlayabiliyorum. Alana ne demeli o da ancak
kendi ihtiyacı kadarını alıyor, niyeti başkalarınında alması…
Buna
ne diyebiliyoruz?
“Güzellik…”
Hatta
buralara elbise bazen yiyecek bile konurmuş.
Düşünebiliyormusunuz?
Genelde
geç saatlerde, kimsenin olmadığı zamanlarda, ihtiyacı olanlar gider alırlarmış.
Aslında
verenlerde çoğunlukla kimsenin görmediği saatleri tercih ederlermiş.
Ne
kadar güzel…
Ne
diyebilirim ki…
Bu
konu ile ilgili Kuran-ı Kerim’de geçen birkaç ayeti aktarmak istiyorum…
Ey
Âdemoğlu! İhtiyacından fazla olan malını sadaka olarak vermen, senin için iyi;
vermemen ise kötüdür. İhtiyacına yetecek kadarını elinde tutmandan dolayı
ayıplanmazsın. İyiliğe, geçimini üstlendiklerinden başla. Veren el, alan elden
daha üstündür."
(Müslim,
Zekât, 97; Tirmizî, Zühd, 32)
(Ya
Muhammed!) Onları doğru yola iletmek sana ait değildir. Lâkin Allah dilediğini
doğru yola iletir. Hayır olarak harcadıklarınız kendi iyiliğiniz içindir.
Yapacağınız hayırları ancak Allah’ın rızasını kazanmak için yapmalısınız. Hayır
olarak verdiğiniz ne varsa; karşılığı size tam olarak verilir ve asla
haksızlığa uğratılmazsınız.
(BAKARA
272.)
Onların
doğru yola iletilmeleri sana düşmez, fakat Allah dilediğini doğru yola
eriştirir. Sarfettiğiniz iyi şey kendinizedir, zaten ancak Allah’ın rızasını
kazanmak için sarfedersiniz. Sarfettiğiniz iyi bir şeyin karşılığı haksızlığa
uğratılmaksızın size verilir.
(BAKARA
2/272.)
Güzel
yaşayalım, güzel görelim, güzel hissedelim.
İşte
o zaman güzel oluruz…
Nazan Şara Şatana
nazanss.blogspot.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder