30 Ekim 2017 Pazartesi





Sadaka Taşları


nazanss.blogspot.com



Güzel -  güzellik!
Bu iki kelime alışageldiğimiz, duyduğumuzda abartmadığımız, normal dediğimiz, farkındalığının da çok farkında olmadığımız, bizlere neler söyler, neleri bünyesinde biriktirmiştir, neleri anlatmak ister, nelerden kaçar, neleri elinde sıkıca tutar? Bilmeyiz.
Bildiğimiz; güzel – güzellik iyi bir şeydir. Tamamlayıcıdır, rahatlatıcıdır, hoşgörüdür, denizdir, yeşildir ve pembedir. 
Güzel kelimesinin içindeki kutsiyetten haberdar olsak!
Bazen öyle güzellikler öyle olmadık zamanlarda ele geçiyorki, hiç ummadığınız bir anda, hiç düşünemediğiniz bir kişide, asla olmaz dediğiniz bir olayda!
Bakın bir konu beni nerelere aldı götürdü. Kalbimin daha farklı çarpmasına mı neden oldu? Bilemedim…  Bildiğim sadece güzel veya güzellik değildi.

Osmanlı Döneminde ‘Sadaka Taşları’ olduğunu biliyor musunuz? Ben geçen senede buna benzer bir yazı yazmıştım. O zamandan bilirim, daha eskisinden bilirim dersem çok doğru olmaz. Buradaki güzelliğe bakınız lütfen:

“Veren kime ne verdiğini bilmezmiş ki gurura kibire kapılmayakmış!
Alan kimse görmeden alırmış ki eziklik, aşağılanma duygusu hissetmesin…”

Gerçekten muhteşem.
Ben abartılı düşünen biriyimdir. Hep derim ya, fazla akılcı değilimdir, benim parmaklarım, kalbimin ve ruhumun temsilcileridir. Ufak bir detay beni heyecanlandırır hatta, ağlatır. Güzel demiştim ya güzellik budur işte. Bir iyiyi görmek, bir iyi olanı düşünüp güzel olduğuna karar vermek ve ağlamak!
İşte güzel budur.
İşte güzel her iki tarafında ‘gurur’ olayını ince detayını halletmek, bunun için dirhemle ölçülen tartılarda tatmak!
Öyle ya; veren böbürlenmeyecek, veren kendini farklı hissedip gururlanmayacak!
Ya alan? Oda kimden aldığını bilmediği için içinde bir eziklik hissetmeyecek.

Gelelim zamanımıza…
Hoşgeldik te güzelle – güzellik nerede?
Karanlıklarda herhalde pek seçilmiyorlar!
Ya da en azından ben seçemedim.
Güzel olan bu günlerde:
“Ben fakir fukaraya yardım ederim, ben şuna -  şunu verdim, buna -  bunu verdim, aç kalmıştı karnını doyurdum, sokaktaydı evime aldım, dardaydı para verdim.”
“Öylemi?”
“Evet. Daha neler yaptım, neler?”
“Vay maşallah. Sen ne harika insansın, Allah senin gibileri başımızdan eksik etmesin.”

Şimdi bir iç hesaplaşma yapalım bakalım işin içinden çıkabiliyor muyuz?
Yapılan muhteşem, güzel…
Öyle ya hayır yapılmış. Aç doyurulmuş, sokaktayken eve alınmış. Bunu söylediğinde! Çaktırmadan bir gurur havası içinde, biraz yukarılarda, burnu da havada, hatta gözlerine kibir fazlası ile yerleşmiş. Ne oldu? Yaptıkların nereye gitti?

Şimdi alana geçelim.
Darda kalmış, sokaktadır muhtemelen – kabul. Çaresizdir. Bu övünerek yardım edenin yardımını kabul etmek durumundadır. Buyurun bir diyet başlangıcı. Ya kabul edecek, diyetin ilk anından itibaren ödemek için çırpınmaya başlayacak, yâda kabul etmeyecek, darlığın içinden çıkılmaz halde kendi ve yakınları kalacak. Tercih, diyeti kabul etmek olacaktır ki, bu bir insanlık duygusudur. Ben her şeye katlanırım içgüdüsüdür.

İyide ne oldu?
Bir türlü anlayamadım.
O hayır yapmak istememişmiydi?
Neydi ruhunu bu kadar kabartan, alevlendiren hatta büyük günaha sokan!
Öyle ya gururlanarak günaha girdi, oysa sevap yapmak istemişti. Olmadı.
Peki diğer tarafın durumu ne?
Oda hayra karşılık dua etmesi gerekmez miydi?
“Allah razı olsun” demeliydi.
Normali bu değil miydi?
Bu tür olaylarda alanda verende memnun değilmiydi? Her iki tarafta Allah’ın bahşettiği bu şanstan dolayı sevap işlemiş olmayacaklarmıydı?
Alan aldığı andan itibaren başına gelecekleri bildiği için, bununda bir diyet meselesi olduğundan da veren kişinin havasından anladığı için ona karşı peşin hükmünden dolayı günahtaydı, tıpkı kıyıpta veren gibi.
Olmadı…
Bu zamanda hayır işi böyle oluyor.
Tabi bu herkesi kapsıyormu? Hayır, elbette kapsamıyor.
Bu çoğunluğu kapsıyormu?
Evet. Elbette çoğunluğu kapsıyor.
Olmadı.
Olan ne peki?
Geldik mi Sadaka Taşına!

·        

Sadaka taşını anlatacağım sizlere fakat önce başka bir şeyden söz etmek istiyorum.
Hiç duydunuz mu? Diyeceğim. Neyi? Diyeceksiniz.

Zimen Defterleri

Ben duymamıştım. İnanılır gibi değil. Anlatıyorum.
Zimen defterleri, bildiğimiz veresiye defterleriymiş. Hani bakkallarda vardır ya, veresiye yazdırırız. Sonra paramız olunca veririz. İşte o defterler.
Varlıklı kişiler özellikle daha bir fakir olan semtlerdeki Zimen defterlerinin olduğu bakkalara giderlermiş, borçlara bakarlarmış, uzun zaman ödenmemiş olan bir borcu öder geçer giderlermiş.
“Allah kabul etsin” dermiş.
Bakkalda öyle dermiş.
Borçulda:
“Kim ödedi ise Allah razı olsun” dermiş.
Ne bakkal bilirmiş, verenin kim olduğunu ne de borcu olan kişi.
İşte hayır bu değil midir?
İşte size anlattığım, bayağıda uzunca söz ettiğim:
Güzel ve güzellik
Bu değil midir? Bence budur…

Şimdi sıra geldi Sadaka Taşına:
Yerden bir buçuk iki metre yükseklikte olanlar varmış,
Duvar içinde açılmış oyuk olanları varmış.
Çeşitli ebatlarda olanları varmış.
Mermer olandan, düz taş olana kadar olanları varmış.
Osmanlı döneminde İstanbul’da yüz altmış adetmiş.
İstanbul harici diğer büyük şehirlerde de varmış.
Bunlar genelde, tekke, cami, çeşme yanlarında olurmuş.
Tek başına olanlarda varmış.

Gelelim uygulamaya:
Camiden çıkanlar, oraya para koyarlarmış. Herkes kesesine göre bırakırmış. İhtiyacı olanda ihtiyacı olduğu kadarını alırmış.
Adalete bakın.
Veren gücü kadar veriyor burayı yine anlayabiliyorum. Alana ne demeli o da ancak kendi ihtiyacı kadarını alıyor, niyeti başkalarınında alması…
Buna ne diyebiliyoruz?
“Güzellik…”
Hatta buralara elbise bazen yiyecek bile konurmuş.
Düşünebiliyormusunuz?
Genelde geç saatlerde, kimsenin olmadığı zamanlarda, ihtiyacı olanlar gider alırlarmış.
Aslında verenlerde çoğunlukla kimsenin görmediği saatleri tercih ederlermiş.
Ne kadar güzel…
Ne diyebilirim ki…

Bu konu ile ilgili Kuran-ı Kerim’de geçen birkaç ayeti aktarmak istiyorum…

Ey Âdemoğlu! İhtiyacından fazla olan malını sadaka olarak vermen, senin için iyi; vermemen ise kötüdür. İhtiyacına yetecek kadarını elinde tutmandan dolayı ayıplanmazsın. İyiliğe, geçimini üstlendiklerinden başla. Veren el, alan elden daha üstündür."
(Müslim, Zekât, 97; Tirmizî, Zühd, 32)

(Ya Muhammed!) Onları doğru yola iletmek sana ait değildir. Lâkin Allah dilediğini doğru yola iletir. Hayır olarak harcadıklarınız kendi iyiliğiniz içindir. Yapacağınız hayırları ancak Allah’ın rızasını kazanmak için yapmalısınız. Hayır olarak verdiğiniz ne varsa; karşılığı size tam olarak verilir ve asla haksızlığa uğratılmazsınız.
(BAKARA 272.)

Onların doğru yola iletilmeleri sana düşmez, fakat Allah dilediğini doğru yola eriştirir. Sarfettiğiniz iyi şey kendinizedir, zaten ancak Allah’ın rızasını kazanmak için sarfedersiniz. Sarfettiğiniz iyi bir şeyin karşılığı haksızlığa uğratılmaksızın size verilir.
(BAKARA 2/272.)


Güzel yaşayalım, güzel görelim, güzel hissedelim.
İşte o zaman güzel oluruz…


Nazan Şara Şatana

nazanss.blogspot.com


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder