19 Ekim 2017 Perşembe



İskenderiye Kütüphanesi

Akaşik Kayıtları


nazanss.blogspot.com



Buradaki yazı beni sizleri çok ilgilendiriyor.
Beni bir yazar olarak çok ilgilendiriyor, sizleri okur olarak ilgilendiriyor, ayrıca tabiki beni de okur olarak çok ilgileniyor.

Kütüphanecilikten söz edildiğinde dünyanın her yerinde mutlaka İskenderiye Kütüphanesinden konu açılır.
Ve oranın felaketinden söz edilir. Tarih kitaplarına geçmiştir, filmlere konu olmuştur.
O zaman araştırmamız ve konuyu öğrenmemiz gerekiyor.

Müzenin en önemli bölümü kütüphanesiymiş. Kütüphanenin müdürü, bulabileceği her yazılı eseri alma yetkisine sahipmiş.
Mısır’a giren her kitabın buraya götürülmesi mecburiyeti varmış.

Kitabın burada bir nüshası çıkarılıp sahibine verilirmiş. Kitabın aslı ise kütüphanede kalırmış.
Bir taraftan da yurt dışına gönderilen memurlar, başka ülkelerde buldukları kitapları satın alıp, getirirlermiş. Böylece, o zamana kadar birçok bilime ait dağınık halde ve kaybolmaya mahkûm durumda olan eserler emin bir yerde toplanmış.

Bunları okuyunca içim acıyor.
O zamandan o insanlar okumanın öneminin, kitapların değerlerini bu kadar iyi biliyorken ve kitapları ganimet olarak görüyorken bize bakın.

Biz hala kitap okumuyoruz. Of ya…
Hafıza, hatırlamak, bilmek ve bu hatıraların geleceğe bırakılması… En ilkelinden en gelişmişine uygarlıkların hepsi bu arzuyu duymuşlar ve böylece anıt yazıtlar, duvar yazıları ve kitaplar doğmuştur.

İskenderiye Kütüphanesi’nin alevleri boğucu dumanlarla göğü kaplamıştı.
Okuma yazma bilmeyen halk bile yapılan yağmanın farkındaydı.
Birçoğu ağlıyordu. Yüzbinlerce tomar bilgi, çağlar süren bilgelik… Tümü yitip gidiyordu zalim alevlerin dudaklarında.
Her bir çıtırtı, ağlayan bir emekti aslında. Kütüphaneci rahiplerde ağlıyordu.
Sadece biri sessizdi. Saldırganlar alaycı mağrur zırhlarıyla çevrelerindeydiler. Rahip sessizliğini bozarak arkadaşlarına döndü.

“Üzülmeyin… Tümü Akaşik Kayıtlarda”

Sizlere önce İskenderiye Kütüphanesini anlatacağım.
İskenderiye Kütüphanesi, M.Ö. 3. yüzyılın başlarında Mısır'ın İskenderiye kentinde Ptolemaios hanedanı tarafından kurulmuş olan antik kütüphane.
İskenderiye Müzesi olarak bilinen araştırma enstitüsünün bir bölümü olarak inşa edildi.
İnsanlık tarihinde meydana getirilmiş önemli eserlerden biridir.
Eski kaynaklar, burada 150 bin cilt el yazması eserin toplandığını kaydeder.


Bu görüşe göre 391 yılında Bizans’ın Mısır Valisi Theophilos, İskenderiye’de Mısır’ın eski din mensuplarına ait Osiris tapınağının yeri olan bir arsayı, kilise inşa edilmesi için Hristiyanlara verdi. Burada yapılacak kilisenin temel kazıları sırasında üzerinde eski dine ait yazılar bulunan bir taş çıktı. Hıristiyanlar bunu bir alay konusu yaptılar.
Bu olay şehirde oldukça kalabalık halde bulunan putperestleri kızdırdı ve sonunda İskenderiye’de dini bir ayaklanma çıktı.

İki taraf çarpıştı, insanlar kitle halinde kılıçtan geçirildi. İskenderiye Kütüphanesi’nin olduğu bölge yerle bir edildi.

İmparator I. Theodosius, valiye başka büyük şehirlere göre eski dinin İskenderiye’de hala neden bu kadar canlı olarak devam ettiğini sorunca, buna sebep olarak İskenderiye Kütüphanesi’nin eski putperestlik kültürünü devam ettiren kitaplarını ileri sürdü.

İmparator, bunun üzerine hepsinin yok edilmesini emretti.
İskenderiye Kütüphanesi’ndeki tüm eserler şehrin hamamlarına dağıtılarak yaktırıldı ve böylece insanlık tarihinin bu bilim ve kültür hazinesi yok oldu.


İskenderiye şehri M.Ö. 332 yılında, Makedonyalı Büyük İskender tarafından kurulmuş. Onun ölümüyle imparatorluğun dağılışı sonunda kumandanlarından Lagus’un oğlu Ptolemaios I Soter'in eline geçmiş. O da Mısır’da krallığını ilan etmiş. Mısır’da 300 yıl devam eden bu hanedanın ilk hükümdarı olmuş. 323 yılında 24 yaşında iken 24 yıl hüküm sürmüş.

Savaşı sevmeyen Ptolemaios, hiçbir zaman ülkesinin sınırlarını genişletmek hevesine kapılmamış. Bilim ve edebiyata düşkünlüğüyle,
Mısırlıların gelenek ve göreneklerini, dinlerini benimseyerek halkın sevgisini kazanmış.

Eski kanunları, dini törenleri muhafaza etmekle kalmayıp, eski Mısır hükümdarlarının lakabı olan Firavun unvanını almış ve onları taklit ederek öz kız kardeşiyle evlenmiş.

Bu yeni devletin merkezi İskenderiye şehriydi. Yeni firavun burayı baştan - başa onarıp, genişleterek o devrin en meşhur başkenti haline getirmiş. Burada meydana getirdiği en önemli eser ise müze ve buna bağlı olan kütüphaneymiş.

Kurulması için saray civarında ve güzel bir yer seçilmiş. Müzede o devirde bilinen bütün ülkelerdeki hayvan ve bitkilerin bir örneği varmış.

Ayrıca botanik bahçesi ve bir rasathane bulunuyormuş. Otopsi yoluyla insan vücudunun incelenmesi için bir anatomi salonu açılmış. Bu bilim sitesinde fizik, kimya, tıp, astronomi, matematik, felsefe, edebiyat, ve fizyoloji bilgileri için evler yapılmış.


Burada sizlere kitaplardan söz etmişken yazıdan da konu edilmeli diye düşündüm.
Önce şunu okuyalım.

Yazıyı insanlara Toth‘un getirdiği söylenir. Hükümdarlar bu kötü hediyeyi esefle reddetmişler.
 “Birbirini anlayan insanlarımız bu yazıyı kullanarak duygularını sembollerle ifade edecek. Böylece simge duygunun yerini alacak”
İtirazları kabul edilmedi. Böylece simgesel dil, insanlığın hafızası oluştu.

Toth getirmiş. Toth kimmiş?

Toth-Hermes eski Mısırda çok önemli biriymiş. Filoozfmuş ve ermişmiş.
Antik Mısır Uygarlığına damgasını vurmuş. Mısır’da bulunan; milattan önce üç bin yıllarına ait yazmalarda Hermes’in
‘Tanrılar Dönemi’ denilen zamanda yaşandığı biliniyormuş. Hermes adını Yunanlı yazarlar vermişler.
Neden öyle demişler?
Çünkü Hermes üç kez bilge anlamına geliyormuş.
Hatta eski Yunanda o kadar saygı görüyormuş ki tanrılaştırılmış adeta…
Latinler ondan Merkür Trimegistes diye söz ediyorlarmış. Araplar; herms-i Heramise diyorlarmış. İslam dünyasında ise ismi İdris’miş. Terzi mesleğininde kurucusu olduğundan terzi Hermes de deniliyormuş.

İdris söcüğünün anlamı da terzi demekmiş zaten… Hermes’in Mısır dilindeki ada Thot’tur.

Terziliği, tasavvuf ve gnostik öğretilerinde dış anlamıyla değil iç anlamıyla benimsenmiştir.

Onun öğretisi üç temel üzerineydi.

Birincisi; kavramsaldı, akla hitap ediyordu.
İkincisi; simgeseldi, sezgiye hitap ediyordu.
Üçüncüsü; mistik olup iç görüye ve iç deneyime hitap ediyordu…

Kavram, sezgi ve iç deneyim yoluyla kişi değişip, yeniden doğuma ve yeniden yapılanmaya dönüştürülüyordu.
Böylece herkesin bilmediği sırlara vakıf bir ermişler topluluğu oluşturmuştu.

Bu ermişler topluluğu İskenderiyeli Clement’in bildirdiğine göre, Hermes’e ait kırkiki kitaptaki bilgilerle donatılıyordu.
Bu kitaplardan bir kısmı dinsel metinler, bir kısmı yönetimle ilgili bilgiler, bir diğer kısmı da Astronomi, Astroloji, Kozmğrafya, Coğrafya, Geometri ve Matematiğe ait bilgileri içeriyormuş. Bu kırk iki eser ilk ansiklopedi niteliğindeymiş.

Şimdi tekrar Akaşik Kayıtlar’a gelelim.

Batılıların pek bilmediği Doğunun gizemleri arasında görüp küçümsedikleri bir diğer konu vardır ki, ‘Akaşik Kayıtlar’ sözleriyle adlandırılmıştır. Birçok dilde birçok karşılığı olan bu kavram incelenmeye, öğrenilmeye değer özellikler taşır.

Akaşik Kayıtların tüm zamanı ve tüm bilgiyi kapsadığı kabul edilir. Evrenin hafızası küresel bilgiyle tanımlanır. Yani A olayı olurken X ve Y kişilerinin algı sistemi aynı anda olayı tanımlar.

Ortak hafızalar;
Fikrin savunucuları hayvan içgüdülerinin ve alışkanlıklarının sağlam delillerini örnek olarak verirler.
Bir türün üyelerinde ansızın ortak tavır değişiklikleri olması bunların başında gelir.

Bir adadaki maymunların yiyeceklerini yıkayarak yemeyi öğrendiklerinde diğer adadakilerinde aniden öğrenmeleri,
Kuş sürülerinin daha doğuştan kendi ortak hafızalarına göre uzun göç yollarını bilmesi,

Balıkların yumurtlamak için uzun yolları aşması,
Fil mezarlıkları yine bu ortak hafızadan yararlandıklarına yorulur.

Keza kimilerine göre tekrar doğum vakaları aslında bu ortak bilince geçişin delilleridir. Tibet’teki rahiplerin(Lama) büyük ustalarının daha çocukken kendilerine henüz öğretilmiş kutsal yazıları aktarması normal karşılanır.

“Bütün zamanlar şu anda var. Hiçbir şey değişmez evrende. Her şey hem oldu. Hem olacak. Hem oluyor. Sonsuz Şimdi, evrene ve zamana dışardan bakabilmek demek…”
 “Uzayın kendisi o derin boşluk. Sonsuz kütüphane olabilir mi? O kozmozun en başından en sonuna kadar hep var olan değil mi?
Her şey onun içinde var olmuyor mu? Herşeyi kapsamıyor mu?
Sonsuz potansiyel değil mi? Akaşik Kütüphaneyi orada aramak yanlış mı?”
İskenderiye Kütüphanesinden başladık, nerelerden çıktık. İnanın insanın bilgiye açlığı bu olsa gerek. Öğrendikçe dahasını istiyor.

Dünyanın çeşitli yerlerindeki büyük kütüphaneler ve onların büyük Hikâyelerinde buluşmak üzere…



Nazan Şara Şatana

nazanss.blogspot.com


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder