Nazan
Şara Şatana’nın
Topkapı Şifresi
Kitabından:
Sultan II. Mehmet
Tekrar
okumaya başladığında kendini yine zinde hissediyordu.
“Yedinci Osmanlı padişahı Sultan II. Mehmet,
büyük dedesi Yıldırım Beyazıt’ın yapmak istediği, ancak 1402 Ankara Savaşı’nda
Timur’a yenilmesiyle başaramadığı bir işin üstesinden gelmek ister. İstanbul'u
fethetmek... Bu amaçla, Yıldırım Beyazıt’ın, Boğaz’ın Anadolu yakasında
yaptırdığı Güzelce Hisar’ın, yani bugünkü adıyla Anadoluhisarı semtinin karşı
kıyısına bir hisar da kendisi yaptırtmak ister. Boğaz’ın o yakası Türklerin
elinde değildir. Bizans ile görünüşte de olsa iyi komşuluk ilişkileri
sürmektedir. Genç sultan, bu ilişkiyi bozarak imparatoru kuşkulandırmak
istemediği için, boğaz’ın Rumeli yakasındaki küçük bir toprak parçasını dostça
dileklerle elde etmeyi tasarlar. II. Mehmet, gizlice Müslüman olan bir rahipten
aldığı mektuptan esinlenir. Rahip, boğaz’ın Rumeli yakasındaki kiliselerden
birinin papazıdır. Şöyle der Osmanlı padişahına yazdığı mektupta;
‘İstanbul’u
fethedecek ulu emir sensin. Burada bir kale ve Akdeniz Boğazı’nda iki kale
yapılıp, İstanbul’a iki taraftan zahireye benzer şeylerin girmesine müsaade
olunmadığı takdirde, şehirde kıtlık ve pahalılık olması muhakkaktır. Azametle
Edirne’den deniz gibi askerle bu bizim tarafı şereflendiriniz.’
Genç padişah
bu mektuba çok sevinir ve İmparator Kontantinos’un da iznini alarak Karadeniz’deki Terkos kalesi yöresine
ava gider, ardından da İmparator Kontantinos’a avladıklarından göndererek
dostluğunu gösterir. Padişah, hediye av hayvanları ile birlikte bir istekte de
bulunur. Boğaz'ın Rumeli
yakasında, hisarın bugün bulunduğu yerde, bir av köşkü yapmak! İmparator
Konstantinos (Konstantin) bu işten kuşkulanır, ama doğrudan ‘hayır’ cevabı
verip onun düşmanlığını da kazanmak istemez. Konstantinos, padişahı bu işten
vazgeçirmek için dolambaçlı bir yola başvurur, elçileriyle şöyle bir haber
yollar;
‘Eğer padişah
bir sığır derisinin kapladığı alanı aşmayacak kadar bir çiftlik yaparsa kabul
ederim. Ama bir sığır derisinden fazla olursa iznim yoktur. Zira barışa aykırı
olur bu iş.’
II. Mehmet
imparatorun teklifini ikiletmez. Kendisine mektup yazan papazın da önerisi ile
imparatorun göndermiş olduğu sığır derisini ince şeritler halinde dilim - dilim
güzelce kestirir, sonrasında da şeritleri uç uca ekleyerek geniş bir alanı
çevirir. Sınırları belirlenen bu alan içine de Rumelihisarı'nı yaptırır. Plan
o şekilde uygulanır ki, Anadoluhisarı tarafından karşı sahile bakıldığında,
kufi yazıyla;
Kufi yazı; Dik, yalın ve köşeli harflerle yazılan Arapça hat sanatında
yaygın kullanılan bir yazı türüdür.
‘Mehmed’
(Muhammed) adı okunur.
Hisar inşa edildiğini haber alan Konstantinos,
‘Barışa aykırı
kale yaptınız” diyerek hemen elçisini yollar. Osmanlı padişahı, dilim - dilim
kesilmiş sığır derisini krala gönderir elçinin yanına kattığı kendi
adamlarıyla.
‘İşte izninizle bir sığır derisi büyüklüğünde
bir bina yaptık. Fazla yaptıysak yıkalım’ der.
Bizans
imparatorunun tüm çabalarına karşın, II. Mehmet Çanakkale Boğazı’nın iki
yakasında da kale yaptırarak, Bizans’ın tüm lojistik destek kanallarını
kapatmış olur. Şehr-i İstanbul'un zaptı giderek yaklaşır.”
“Nasıl akıllık
bu böyle!
Okudukça
şaşırıyorum. Okudukça hayranlığım artıyor. Okudukça Sultan Babaanneme hak
veriyorum.”
Okumaya devam etti.
Okumaya devam etti.
“İstanbul'u zapt etme amacıyla, 14. yüzyıl
sonlarında, Yıldırım Bayezid tarafından Asya kıyılarında yaptırılan Güzelce
Hisardan (Anadolu Hisarı) sonra, 1452 yılında da Fatih Sultan Mehmet, Hermaion
tepeliğinde, aynı amaçla ve sadece 4 ay 10 günde bu muazzam eseri inşa ettirdi.
Hisara,
‘Boğazkesen’ adını da bizzat Fatih vermişti.
Üç büyük
kulesinin, Fatih’in üç büyük komutanının kendi paralarıyla yaptırdıkları bu dev
eserin uzunluğu 250 metre ,
yamaçlara doğru eni de yaklaşık 125 metredir. Deniz kıyısındaki çok kenarlı
büyük kule Çandarlı Halil Paşa tarafından yaptırılmış; Yamaçta, Bebek
yönündekini, fetihte büyük kahramanlıklar göstermiş Zağanos Paşa, Kuzeyde
Sarıyer tarafındaki kuleyi ise Saruca Paşa inşa ettirmiştir. Bir dönem
‘hapishane’ olarak da kullanılan Saruca Paşa Kulesi, bu nedenle, ‘Karakule’
olarak da anılır. “
Fatihcanhan birkaç sayfa çevirdi. Yine Fatih’le ilgili bir yazı dikkatini
çekti.
Gazeller ve
kasideler;
“Fatih Sultan Mehmet, Avni
mahlasıyla gazeller ve kasideler yazan ve hatta bir divanı bulunan büyük bir
divan şairidir
Fatih’in aşk şiirleri, genç ve güzel bir padişahın her emrine amade kolay
sevgiler için değil,
Sevgileri gönüllerde sıcak ürperişler uyandıran manevî güzeller için
söylenmiştir
Bu şiirlerde şahane bir tevazu’, aşkı ve sevgiliyi her saltanatın üstünde
tutan bir incelik vardır
Fatih’in şiirlerinde tasavvuf?
Aşklar da yer almaktadır
Divan şiirinde bazen kâfir, aşkına yaptığı zulümlerden dolayı sevgiliye
de denilir
Bu manada kullanıldığı şiirlerde, sevgilinin saçına zünnar
(Hıristiyan rahiplerin bellerine bağladıkları örme kuşak)
Zülfüne de çelipa yani haç denilir
Kâfir, İsevî veya benzeri kelimeler, sevgili için kullanıldığında, kelimenin
takdir edici ve övücü anlamı ile tevriye sanatı yapılır
Divan şairleri, sevgilinin dudağını can veren havasıyla İsa’ya
benzetirler ve sevgiliden gelen ‘saba yeline’ de diriltici özelliği sebebiyle
İsa adı verirler
Bütün bunlar, divan şiirinde yerleşmiş olan mazmunlardır
İşte bu kurallar çerçevesinde, Fatih bir şiirini şöyle kaleme almıştır…
‘Bağlamaz Firdevs’e gönlüni Galata’yı gören
Servi anmaz anda ol serv-i dil-ârâyı gören
Bir Firengi şivelü İsa’yı gördüm anda kim
Lebleri dirisidür der idi İsa’yı gören
Bir Firengi kâfir olduğun bilürdi Avniyâ Belün ü
Servi anmaz anda ol serv-i dil-ârâyı gören
Bir Firengi şivelü İsa’yı gördüm anda kim
Lebleri dirisidür der idi İsa’yı gören
Bir Firengi kâfir olduğun bilürdi Avniyâ Belün ü
Boynunda zünnar ü çelipayı gören
Sevgiliyi âşıkına yaptığı eziyetlerden dolayı divan
şiirindeki ifadeleriyle kâfire benzeten Fatih, şöyle demektedir;
“Galata’yı gören gönlünü Firdevs denilen cennete
bile bağlamaz…
O selvi boylu sevgiliyi gören artık başka bir selvinin adını anmaz…
Orada İsa gibi insana hayat veren, ama Frengi şiveli olan bir sevgili gördüm…
Dudaklarının insana verdiği canlılık ve dirilik İsa’nınkine benzemektedir…
Avni, senin âşıkına zulmeden bir sevgili (Kâfir) olduğunu bilirdi…
Belindeki saçların ve boynundaki zülfünü gören bunu red edemezdi…”
O selvi boylu sevgiliyi gören artık başka bir selvinin adını anmaz…
Orada İsa gibi insana hayat veren, ama Frengi şiveli olan bir sevgili gördüm…
Dudaklarının insana verdiği canlılık ve dirilik İsa’nınkine benzemektedir…
Avni, senin âşıkına zulmeden bir sevgili (Kâfir) olduğunu bilirdi…
Belindeki saçların ve boynundaki zülfünü gören bunu red edemezdi…”
Fatihcanhan
dergiyi kapattı. Uyku bastırmıştı uyumak istemiyordu.
Bir bardak su aldı suyu içerken düşündü. Lavaboya
gitti yüzünü yıkadı. Birkaç hareket yaptı. Kendine gelmek, dergidekileri okumak
istiyordu. Pencerenin yanına geldi. Dışarılara bir süre baktı. Deniz
görülüyordu. Gemiler görülüyordu.
Her taraf pırıl – pırıl parlıyordu.
“Ruhun şad olsun Fatih Sultan Mehmet” dedikten sonra
Fatiha okudu. Ruhuna hediye etti. Biraz odanın içinde dolaştı. Dizlerinin
açılmasını istiyor gibiydi. Bir süre sonra tekrar yatağındaydı. Derginin
sayfalarını karıştırdı. Bir yerde karar kıldı.
Türk tarihi
“Türk tarihi, sayılamayacak kadar çok kahraman
ve cihangirlerle doludur.
Fatih Sultan
Mehmed de bunların başında gelenlerdendir. Çünkü o kılıçla keşfi yan yana
yürütmüş, çağ açıp, çağ kapatmıştır. İstanbul’u bütün ganimetleri içinde firuze
bir yüzük taşı gibi parmağında taşımış, bu güzel şehri torunlarının torunlarına
bırakmıştır. Onun için, asırlar boyu her cephesiyle yazılmış, çizilmiş,
hakkında Garp’ta ve Şark’ta çok şeyler söylenmiştir.
Tetkik
edildikçe derinleşen, derinleştikçe deryalaşan bu cihangirin sayısız
vasıflarından bazıları şunlardır;
Fatih Sultan
Mehmed, soğukkanlı ve cesurdu. Bu özelliğinin en güzel misalini, Belgrat Muhasarası
sırasında, askerin gevşediğini gördüğü zaman önlerine geçip düşman hatlarına
girerek gösterdi. İstanbul Muhasarasında da donanmanın başarısızlığı yüzünden
atını denize sürmesi bu cesaretinin büyük örneğidir. Ne istediğini, ne
yapacağını, ne yapabileceğini bilen ve bu büyük işleri başarabilmek için
gerekli tedbirleri, yorulmak bilmeyen bir azim, sabır ve sükûnetle hazırlayan
bir insandı. Çok merhametli ve müsamahalıydı. Kendisine elli gün mukavemet
eden, birçok Müslüman’ın şehit edilmesine sebep olan İstanbul şehri ve onun
sakinleri hakkında gösterdiği merhamet, aklın alamayacağı genişliktedir.
Hâlbuki o devir Avrupa’sında muzaffer bir kumandan, zapt ettiği şehrin halkına
görülmedik zulüm ve işkence yapmakta kendini haklı görürdü. Fatih vicdan hürriyetine
büyük kıymet verirdi. İstanbul’a girdiği vakit, ayaklarına kapanan İstanbul
patriğini yerden kaldırmakla âlicenaplığını gösteren cihangir, şu sözlerle
patriği teselli etti;
“Ayağa
kalkınız. Ben Sultan Mehmed, hepinize söylüyorum ki;
Şu andan
itibaren artık ne hayatınız, ne de hürriyetiniz hususunda gazab-ı şahanemden
korkmayınız!”
Fatih,
gayrimüslim tebaasının din ve mezheplerine asla dokunmadı, herkesi vicdani
inanışında serbest bıraktı. Fatih, İstanbul’un imarında ücret karşılığında daha
çok Rum esirlerini kullandı. Bu sırada biriktirdikleri paralarla hürriyetlerini
satın alma imkânını sağladı. Bu müsamaha o devir dünyasının hayalinden bile
geçirmediği bir olgunluk eseriydi. Batılıların iddialarına göre şehre giren
Türkler, mabetleri yıkmışlar veya yakmışlar, hiçbir şey bırakmamışlardır.
Hâlbuki
bunları yıkan ve yakan yine kendileridir. Bizanslılar surlarda açılan
gediklerin tamirinde kullanılmak üzere yüzden ziyade kilise yıkmışlardır. Öyle
ki, Fatih Sultan Mehmed, Ayasofya’yı yakından seyrederken, bir yeniçeri
neferinin kilisenin taşlarından birini sökmek üzere olduğunu görünce, mani
oldu.
“Size malca
alınacak şeylere izin vermiştim, mülk ise benimdir demiştim”
Diyerek,
yeniçeriyi şiddetli bir şekilde cezalandırmıştır.
Askeri ve
siyasi sahada eşsiz bir deha idi. Askeri alanda başarısının ilk özelliği,
kılıçla kalemin işbirliğidir. Ordunun disiplinine çok dikkat ederdi. En küçük
itaatsizliği ve buna sebep olan subayları şiddetli bir şekilde cezalandırırdı.
Ordusunu, plansız, düzensiz hareket ettirmez, macera hevesiyle kan dökmezdi.
Kendi devrine kadar, atalarının yer - yer, ada - ada yapmış oldukları
akınlarını, planlı bir fütuhat haline getirdi ve devletini, sistemli bir
idarecilik şuuruyla istikrarlı, yerleşmiş bir devlet yaptı. Otuz senelik
saltanat devresinde düzenlediği küçük, büyük seferler, memleketin coğrafi
işbirliğini sağlamaya dayanır.
Bu gayeye
ulaşmak için de at geçmez kayalıklardan, geçit vermez nehirlerden geçerek,
durup dinlenmeden, kış yaz demeden savaştı. Bütün bu seferleri, bir plana göre
yaptığından, nereye gitmesi, nerede durması lazım geldiğini bilerek hareket
etti. Yapacağı seferlerin muvaffakiyetle neticelenmesini sağlamak için, aylarca
bu seferin bütün teferruatını hazırlardı. Kumandanlığı ile diplomatlığı daima
beraber hareket ederdi. Hangi devlet üzerine sefer düzenleyecekse, o devletin
iç ve dış münasebetlerini, zaaflarını, kuvvetini, diğer devletlerle olan
münasebetlerini en ince noktasına kadar tetkik eder ve sefere, hasmının en
zayıf ve kendisinin en kuvvetli zamanında çıkardı. Yapacağı seferlerden en
yakınlarına bile haber vermez ve bunların gizli kalmasına çok dikkat ederdi.
“Sırrıma sakalımın bir tek telinin vakıf
olduğunu bilsem, onu yolar, atarım”
Sözü
meşhurdur. Böyle hareket etmeyi, muvaffakiyetlerinin başlıca sebeplerinden
sayardı. Nitekim böyle hareket etmesinin neticesinde, İsfendiyar Beyliği ve
Trabzon Rum İmparatorluğunu kolayca ele geçirdi. Çok başarılı bir diplomattı.
Otuz sene, Asya ve Avrupa’da, bazen birkaç cephede beş, on hatta daha fazla
devletle birden harp halinde bulunduğu günler oldu. Böyle zamanlarda
düşmanlarının, kuvvetlerini bölmenin, siyasi müzakereler, vaatler ve geçici
tavizlerle müttefikleri birbirinden ayırmanın kolayını buldu. Rodos Adasının
fethi için donanmayı hazırlarken, zaman kazanmak için oyalama taktiğine
girişerek şehzade Cem’e bir mektup vererek Demetrios Soplionos isimli Rum ile
birlikte Rodos’a gönderdi. Fatih bu mektubunda hafif bir vergi karşılığında
kendileriyle sulh ve sükûn içinde yaşayacaklarını bildiren, diplomatça bir
harekette bulundu. Casuslar bulundurduğu gibi, Avrupalı devletlerin
Osmanlılarla ilgili hareketleri müzakere eden bütün meclislerinde geniş bir
haber alma teşkilatına da sahipti. Almanya’da yerlilerden elde edilmiş
casusları da vardı. İtalya ise, son derece gizli ve daimi bir Türk haber alma
servisiyle örülüydü. Fatih’in, bu teşkilatı sayesinde düşmanlarından günü
gününe haberi olur, hareketlerini değerlendirerek tedbirler alırdı. Fatih, ordu
ve donanmasını iyi bir şekilde tekâmül ettirmişti. Ordunun silahları birkaç
senede yenilenir ve daha geliştirilmiş olanları eskilerinin yerine konurdu.
Osmanlı donanmasının tekâmül etmiş şekilde kurucusu Fatih’tir. Topçuluğa
gerekli ehemmiyeti veren ilk padişahtır. Fatih’ten önce, top, bütün dünyada,
daha çok sesi ile düşmanı ürkütmek için kullanılırdı. Büyük kaleleri yerle bir
edebileceği ve meydan muharebelerinde rol oynayacağı hiç düşünülmemişti. Fatih,
bütün bunları akıl ederek, o tarihe kadar görülmeyen sayı ve çapta top
yapılmasına yöneldi. Topların balistik ve mukavemet hesaplarını kendisi yaptı.
Piyadeye de, öncesine nispetle, büyük önem verdi. Osmanlı ordusu, esas
bakımından bir süvari ordusu olmaya devam etmişse de, yeniçeri ve azab gibi
piyade sınıfları, Fatih devrinde önem kazandı. Fatih Sultan Mehmed, ilme,
sanata ve ilim adamlarına çok kıymet verirdi. Zihniyeti ve tabiatı itibariyle
ileri hamleden hoşlanan, terakki ve medeniyetten zevk alan bir padişahtı.
Tıpkı askeri
fetihleri gibi, ilim adına açtığı savaşta da bir âlimler, sanatkârlar ordusu
kurdu ve bu muhteşem orduya kendisi serdar oldu. Yeni devletin kurulması
planının icrasında eğitim ve öğretimin tesir ve önemini her şeyden üstün tuttu.
Maarif sistemini kanunla tanzim ederek ulema sınıfı diye tanınan ve idarenin
temelini meydana getiren diyanet ve hukuk kurumlarını teşkilatlandırdı. Devlet
idaresini ve bunun ilmileştirilmesini esas aldı. Akli ve nakli ilimlerde söz
sahibi olan âlimleri İstanbul’a topladı ve onların talebe yetiştirmesi için
medreseler kurdu. Devrinde yetişen büyük âlim ve sanatkârlar mühim eserler
verdiler.
—Fıkıh ilminde
Molla Hüsrev,
—Tefsirde
Molla Gürani, Molla Yegân, Hızır Çelebi,
—Matematikte
Ali Kuşçu,
—Kelamda Hoca
zade, zamanının büyük âlimlerindendi ve ülkesine
—Dünyanın dört
bir tarafından âlimler akın ederdi.
Hatta Molla
Cami bile İstanbul’a gelmekteyken, Padişah’ın ölüm haberi üzerine geri döndü.
İyi bir
komutan ve devlet reisi olan Fatih, aynı zamanda iyi bir ilim adamı ve şairdi.
Latince ve
Rumca ile Arapça, Farsça ve Türkçeye bütün incelikleriyle vakıftı. Şiirde,
devrin üstatları arasında yer aldı. Hatta sarayda divan sahibi olan ilk
padişahtı. Çünkü o, medeniyetin, sanatsız olarak fertlerin gönüllerinde yer
alacağına ihtimal vermiyordu.
—Dedelerinin
devlet kuruculuk kudretini, iradeli bir idarecilik şuuruyla geliştirmesini
bilen Fatih, çevresinde devrin üstat şairlerini topladı.
—Avni
mahlasıyla edebi değeri yüksek beyit ve gazeller söyledi.
—Aruzu, usta
şairlerden farksız bir hâkimiyetle kullandı, şiirlerinde ince hissiyat ve
düşüncelerini dile getirdi.
—İstanbul’un
fethinden sonra Fatih, hocası Akşemsettin’in elini öpüp, tahtı tacı bırakıp
derviş olmak istedi. Akşemsettin, bu teklifi reddederek, devlet işlerine memur
edilen padişahın asıl vazifesini yapmamış olacağını, din-i İslam ve adaletle
memleketi ve dünyayı idare etmenin daha makbul olduğunu; aksi halde din ve
devlet zarar göreceği için, ikisinin de Allah indinde mesul olacaklarını
bildirdi. Bunun üzerine Allah aşkı ile yanan kalbinin ateşini de şiirleriyle
ortaya döktü.
—Fatih Sultan
Mehmed, kelam ve matematik ilminde devrinin en büyük otoritelerinden biriydi.
Bizanslı tarihçi Kritobulos’un hayranlıkla;
“Balistik
sahasındaki keşifleri, ortaçağın surlarını yıkmıştır. Bu suretle, Avrupa’nın
timsali olan derebeyi şatoları toplarla yıkılarak büyük devletler kurulmuş,
neticede büyük güç kaynakları bir araya toplanarak ortaçağa son verilmiştir. Bu
suretle Türkler, ortaçağdan yeniçağa Avrupa’dan daha evvel geçmişlerdir.
—Fatih Sultan
Mehmet, teşkilatçı ve imarcı idi…
—Devlet idaresini tam
bir intizam içinde yürütmek için lüzum ve ihtiyaç görüldükçe İslam'ın
esaslarına uygun kanunlar ve fermanlar yayınladı.
—Tazimat dönemine
kadar, Osmanlı Devletinin temel kanunu olarak mer’iyyette (yürürlükte) kalan
Fatih Kanunnamesi, çok mühim bir eserdir.
—Padişahın görüşleri
alınarak sadrazam Karamanı Mehmed Paşa tarafından hazırlanan bu çok önemli
kanunnameyi, Nişancı Leyszade Mehmed Çelebi kaleme almıştır.
—Kanuni Sultan
Süleyman devrinde hazırlanan kanunnamede de bu eser esas alınmıştır.
—Osmanlı Devletinin
bütün temel müessese ve teşkilatı, Fatih devrinde en mükemmel hale gelmiştir.
—Enderun Mektebini
kurarak, ülke için gerekli devlet adamı yetiştirilmesini yine o sağlamıştır.
—Fatih Sultan
Mehmed, doğu Türkleri ile temasa büyük önem verdi.
—Oğlu Sultan İkinci
Bayezid de Türk medeniyetini ilerletmek hususunda babasını takip etti.
—Doğu Türklerinin,
Timur Han devri medeniyeti denilen medeniyet hareketlerinin benzeri, Fatih
devrinde Osmanlılarda tahakkuk etti.
—Fatih, batı
dillerinden bir kaçını bilmesi sebebiyle Avrupa literatürünü (edebiyat)çok iyi
takip etmiş, Türklerin her hususta Avrupalılardan üstün bulunması sebebiyle,
Avrupa’dan bir şey alma ihtiyacını duymamıştır.
—İstanbul’un imarına çok
önem veren Padişah, saray, camiler, medreseler ile hamamlardan başka şehrin
çeşitli yerlerinde 4000 dükkân yaptırarak vakfetti.
Büyük camilerin yanındaki medreselerin haricinde;
24 medrese,
12 han,
40 çeşme,
Halkalı Su
Tesisatı,
İki gemi
tersanesi,
Kışla, yapılan
binalar arasındadır.
İstanbul imar
olunurken, diğer taraftan Bursa, Edirne gibi şehirlerde imar faaliyetleri büyük
bir hızla devam etti. Bu devirde;
Bursa’da 37,
Edirne’de 28
Sair
şehirlerde 60 cami yapıldı. Edirne’de
Tunca Nehri kenarında 1451 senesinde büyük bir saray inşa edildi.
Bu sarayın bir
modeli Topkapı Sarayıdır.
Bu saray, 1876
Osmanlı-Rus Harbinde cephane infilakıyla harap oldu.
Batılı Gözüyle Fatih
Büyük devlet
ve ilim adamı olan Fatih, en büyük düşmanlarının gözlerini kamaştıran bir
padişahtır. Eserlerinde ondan takdirle bahsetmişlerdir.
Mehmed-II der
Eroberer und seine Zeit Weltenstürmer einer Zeitenwende.
Adlı eserinde
şöyle yazmaktadır.
—Türk dünyası
için Fatih, günümüze kadar, bütün imparatorların en büyüğü olup, beşer
tarihinde başka her hangi bir şahsın kendisiyle mukayese edilmesi zordur.
—O, Türk
milletine, bütün tarihinin en harikulade ve en yaklaşılması gayr-i kabil
şahsiyeti olarak takdim edilmiştir.
—Batı âleminin
mukadderatı, Fatih Sultan Mehmet’in görünmesiyle sarih bir şekilde
işaretlenmiştir.
—Kudretli
şahsiyeti, büyük Avrupa sahalarının dış görünüşünü derinden değiştirmiştir.
—Ortaçağdan
çıkarken, insanları ve dünyayı görüş tarzında, Fatih’in şahsiyeti, zekâları
tesir altında bırakmıştır.
—Adaletten kıl
kadar ayrılmayan, kendisine takdim edilen iki mısralık basit şiir için sahibine
bol ihsanda bulunan ve bir çiçek yetiştirene 500 altın bahşiş veren Fatih, her
bakımdan devrinin üstüne çıkmış bir hükümdar ve insan-ı kâmildir.
Bu büyük
cihangir hakkında, günümüze kadar, binlerce kitap yazılmıştır. Fatih Sultan
Mehmet’in özel hayatı hakkında çok az şey bilinmektedir. Kendisine oğullar
doğuran kadınlar hakkında da hemen hiç bir bilgi yoktur. Aile hayatında
yakınlıktan ya da şefkatten tamamen kaçınan biri olduğu bilinmektedir. Bu kadar
çok fetihler yapmak, ülkeler dolaşmak Sultan’ın hayatında aile ve aşk için
fazla zaman bırakmamıştır. Fatih Sultan Mehmet yasal eşlerinden biri olan;
—Sitti Mükrime Hatun ile 14 yaşında
babasının zoruyla evlendirilmişti. Kaynaklarda Elbistan'dan gelen bir prenses
olduğu yazılmakta olan sitti Hatun, çok kısa bir zaman sonra Sultan tarafından
boşanmadıysa bile Edirne'ye gönderildi. Çocuksuz ve saraydan uzak yaşadı.
—Büyük oğlu
Beyazıt’ın annesi Gülbahar Hatun’la
arası muhtemelen daha iyiydi.
—Cem sultanın
annesi olabilecek Çiçek Hatun’a
gelince nereden geldiği ya da sonunun nasıl olduğu bilinmiyor...
—Onca şiirler
yazan, Fatih Sultan Mehmet'in bırakın bir kadının buyruğuna girmeyi, bir kadını
uzun süre sevdiğine dair bile bir kanıt yoktur. Onun öyle bir tutkusu vardı, bu
tutkusu sayesinde İstanbul’u fethetti! Hiç bir kadın bu tutkusunun ve aşkının
önüne geçemedi…
Fatih’in tek
aşkı İstanbul!
Papa'dan;
“Gel
Hıristiyan ol, dünyayı yönet”
Teklifini
reddeden Fatih Sultan Mehmet,
İstanbul
karşısında nefsine hâkim olamayacağını,
Hatta insanı
dinden imandan çıkaracak güzellikte olduğunu yazdığı şiirde de dile
getirmiştir!
Fatih Sultan Mehmet’in eşleri:
—Sitti Mükrime Hatun Dulkadiroğlu
Süleyman Bey'in kızı.
—Gülbahar Hatun II. Bayezid
ile Gevher Sultan'ın annesi.
—Gülşah Hatun Karaman
oğullarından İbrahim Bey'in kızı...
—Çiçek Hatun Türkmen Beyi
kızı…
—Helena Hatun Mora Despotu
Demetrus'un kızı.
—Anna Hatun Trabzon
İmparatoru'nun kızı; evlilikleri kısa sürmüştür.
—Alexias Hatun Bizans
Prenseslerindendir.
Fatihcanhan’ın
göz kapakları bir hayli ağırlaşmıştı.
Elindeki dergiyi kaldıracak yan tarafa koyacak hali
kalmamıştı. Gözlerini kapattı derin bir uykuya daldı.
Nazan
Şara Şatana
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder