8 Ağustos 2017 Salı

Nazan Şara Şatana’nın
Topkapı Şifresi
Kitabından:


Sultan II. Mehmet

Tekrar okumaya başladığında kendini yine zinde hissediyordu.
 “Yedinci Osmanlı padişahı Sultan II. Mehmet, büyük dedesi Yıldırım Beyazıt’ın yapmak istediği, ancak 1402 Ankara Savaşı’nda Timur’a yenilmesiyle başaramadığı bir işin üstesinden gelmek ister. İstanbul'u fethetmek... Bu amaçla, Yıldırım Beyazıt’ın, Boğaz’ın Anadolu yakasında yaptırdığı Güzelce Hisar’ın, yani bugünkü adıyla Anadoluhisarı semtinin karşı kıyısına bir hisar da kendisi yaptırtmak ister. Boğaz’ın o yakası Türklerin elinde değildir. Bizans ile görünüşte de olsa iyi komşuluk ilişkileri sürmektedir. Genç sultan, bu ilişkiyi bozarak imparatoru kuşkulandırmak istemediği için, boğaz’ın Rumeli yakasındaki küçük bir toprak parçasını dostça dileklerle elde etmeyi tasarlar. II. Mehmet, gizlice Müslüman olan bir rahipten aldığı mektuptan esinlenir. Rahip, boğaz’ın Rumeli yakasındaki kiliselerden birinin papazıdır. Şöyle der Osmanlı padişahına yazdığı mektupta;
‘İstanbul’u fethedecek ulu emir sensin. Burada bir kale ve Akdeniz Boğazı’nda iki kale yapılıp, İstanbul’a iki taraftan zahireye benzer şeylerin girmesine müsaade olunmadığı takdirde, şehirde kıtlık ve pahalılık olması muhakkaktır. Azametle Edirne’den deniz gibi askerle bu bizim tarafı şereflendiriniz.’
Genç padişah bu mektuba çok sevinir ve İmparator Kontantinos’un da iznini alarak Karadeniz’deki Terkos kalesi yöresine ava gider, ardından da İmparator Kontantinos’a avladıklarından göndererek dostluğunu gösterir. Padişah, hediye av hayvanları ile birlikte bir istekte de bulunur. Boğaz'ın Rumeli yakasında, hisarın bugün bulunduğu yerde, bir av köşkü yapmak! İmparator Konstantinos (Konstantin) bu işten kuşkulanır, ama doğrudan ‘hayır’ cevabı verip onun düşmanlığını da kazanmak istemez. Konstantinos, padişahı bu işten vazgeçirmek için dolambaçlı bir yola başvurur, elçileriyle şöyle bir haber yollar;
‘Eğer padişah bir sığır derisinin kapladığı alanı aşmayacak kadar bir çiftlik yaparsa kabul ederim. Ama bir sığır derisinden fazla olursa iznim yoktur. Zira barışa aykırı olur bu iş.’
II. Mehmet imparatorun teklifini ikiletmez. Kendisine mektup yazan papazın da önerisi ile imparatorun göndermiş olduğu sığır derisini ince şeritler halinde dilim - dilim güzelce kestirir, sonrasında da şeritleri uç uca ekleyerek geniş bir alanı çevirir. Sınırları belirlenen bu alan içine de Rumelihisarı'nı yaptırır.  Plan o şekilde uygulanır ki, Anadoluhisarı tarafından karşı sahile bakıldığında, kufi yazıyla;
Kufi yazı; Dik, yalın ve köşeli harflerle yazılan Arapça hat sanatında yaygın kullanılan bir yazı türüdür.
‘Mehmed’ (Muhammed)  adı okunur.

Hisar inşa edildiğini haber alan Konstantinos,
‘Barışa aykırı kale yaptınız” diyerek hemen elçisini yollar. Osmanlı padişahı, dilim - dilim kesilmiş sığır derisini krala gönderir elçinin yanına kattığı kendi adamlarıyla.
 ‘İşte izninizle bir sığır derisi büyüklüğünde bir bina yaptık. Fazla yaptıysak yıkalım’ der.
Bizans imparatorunun tüm çabalarına karşın, II. Mehmet Çanakkale Boğazı’nın iki yakasında da kale yaptırarak, Bizans’ın tüm lojistik destek kanallarını kapatmış olur. Şehr-i İstanbul'un zaptı giderek yaklaşır.”

“Nasıl akıllık bu böyle!
Okudukça şaşırıyorum. Okudukça hayranlığım artıyor. Okudukça Sultan Babaanneme hak veriyorum.”
Okumaya devam etti.

 “İstanbul'u zapt etme amacıyla, 14. yüzyıl sonlarında, Yıldırım Bayezid tarafından Asya kıyılarında yaptırılan Güzelce Hisardan (Anadolu Hisarı) sonra, 1452 yılında da Fatih Sultan Mehmet, Hermaion tepeliğinde, aynı amaçla ve sadece 4 ay 10 günde bu muazzam eseri inşa ettirdi.
Hisara, ‘Boğazkesen’ adını da bizzat Fatih vermişti.
Üç büyük kulesinin, Fatih’in üç büyük komutanının kendi paralarıyla yaptırdıkları bu dev eserin uzunluğu 250 metre, yamaçlara doğru eni de yaklaşık 125 metredir. Deniz kıyısındaki çok kenarlı büyük kule Çandarlı Halil Paşa tarafından yaptırılmış; Yamaçta, Bebek yönündekini, fetihte büyük kahramanlıklar göstermiş Zağanos Paşa, Kuzeyde Sarıyer tarafındaki kuleyi ise Saruca Paşa inşa ettirmiştir. Bir dönem ‘hapishane’ olarak da kullanılan Saruca Paşa Kulesi, bu nedenle, ‘Karakule’ olarak da anılır. “
Fatihcanhan birkaç sayfa çevirdi. Yine Fatih’le ilgili bir yazı dikkatini çekti.

Gazeller ve kasideler;
 “Fatih Sultan Mehmet, Avni mahlasıyla gazeller ve kasideler yazan ve hatta bir divanı bulunan büyük bir divan şairidir
Fatih’in aşk şiirleri, genç ve güzel bir padişahın her emrine amade kolay sevgiler için değil,
Sevgileri gönüllerde sıcak ürperişler uyandıran manevî güzeller için söylenmiştir
Bu şiirlerde şahane bir tevazu’, aşkı ve sevgiliyi her saltanatın üstünde tutan bir incelik vardır
Fatih’in şiirlerinde tasavvuf?
Aşklar da yer almaktadır
Divan şiirinde bazen kâfir, aşkına yaptığı zulümlerden dolayı sevgiliye de denilir
Bu manada kullanıldığı şiirlerde, sevgilinin saçına zünnar
(Hıristiyan rahiplerin bellerine bağladıkları örme kuşak)
Zülfüne de çelipa yani haç denilir
Kâfir, İsevî veya benzeri kelimeler, sevgili için kullanıldığında, kelimenin takdir edici ve övücü anlamı ile tevriye sanatı yapılır
Divan şairleri, sevgilinin dudağını can veren havasıyla İsa’ya benzetirler ve sevgiliden gelen ‘saba yeline’ de diriltici özelliği sebebiyle İsa adı verirler
Bütün bunlar, divan şiirinde yerleşmiş olan mazmunlardır
İşte bu kurallar çerçevesinde, Fatih bir şiirini şöyle kaleme almıştır…

‘Bağlamaz Firdevs’e gönlüni Galata’yı gören
Servi anmaz anda ol serv-i dil-ârâyı gören

Bir Firengi şivelü İsa’yı gördüm anda kim
Lebleri dirisidür der idi İsa’yı gören
Bir Firengi kâfir olduğun bilürdi Avniyâ Belün ü
Boynunda zünnar ü çelipayı gören
Sevgiliyi âşıkına yaptığı eziyetlerden dolayı divan şiirindeki ifadeleriyle kâfire benzeten Fatih, şöyle demektedir;

“Galata’yı gören gönlünü Firdevs denilen cennete bile bağlamaz…
O selvi boylu sevgiliyi gören artık başka bir selvinin adını anmaz…
Orada İsa gibi insana hayat veren, ama Frengi şiveli olan bir sevgili gördüm…
Dudaklarının insana verdiği canlılık ve dirilik İsa’nınkine benzemektedir…
Avni, senin âşıkına zulmeden bir sevgili (Kâfir) olduğunu bilirdi…
Belindeki saçların ve boynundaki zülfünü gören bunu red edemezdi…”

Fatihcanhan dergiyi kapattı. Uyku bastırmıştı uyumak istemiyordu.
Bir bardak su aldı suyu içerken düşündü. Lavaboya gitti yüzünü yıkadı. Birkaç hareket yaptı. Kendine gelmek, dergidekileri okumak istiyordu. Pencerenin yanına geldi. Dışarılara bir süre baktı. Deniz görülüyordu. Gemiler görülüyordu.
Her taraf pırıl – pırıl parlıyordu.
“Ruhun şad olsun Fatih Sultan Mehmet” dedikten sonra Fatiha okudu. Ruhuna hediye etti. Biraz odanın içinde dolaştı. Dizlerinin açılmasını istiyor gibiydi. Bir süre sonra tekrar yatağındaydı. Derginin sayfalarını karıştırdı. Bir yerde karar kıldı.

Türk tarihi
 “Türk tarihi, sayılamayacak kadar çok kahraman ve cihangirlerle doludur.
Fatih Sultan Mehmed de bunların başında gelenlerdendir. Çünkü o kılıçla keşfi yan yana yürütmüş, çağ açıp, çağ kapatmıştır. İstanbul’u bütün ganimetleri içinde firuze bir yüzük taşı gibi parmağında taşımış, bu güzel şehri torunlarının torunlarına bırakmıştır. Onun için, asırlar boyu her cephesiyle yazılmış, çizilmiş, hakkında Garp’ta ve Şark’ta çok şeyler söylenmiştir.
Tetkik edildikçe derinleşen, derinleştikçe deryalaşan bu cihangirin sayısız vasıflarından bazıları şunlardır;
Fatih Sultan Mehmed, soğukkanlı ve cesurdu. Bu özelliğinin en güzel misalini, Belgrat Muhasarası sırasında, askerin gevşediğini gördüğü zaman önlerine geçip düşman hatlarına girerek gösterdi. İstanbul Muhasarasında da donanmanın başarısızlığı yüzünden atını denize sürmesi bu cesaretinin büyük örneğidir. Ne istediğini, ne yapacağını, ne yapabileceğini bilen ve bu büyük işleri başarabilmek için gerekli tedbirleri, yorulmak bilmeyen bir azim, sabır ve sükûnetle hazırlayan bir insandı. Çok merhametli ve müsamahalıydı. Kendisine elli gün mukavemet eden, birçok Müslüman’ın şehit edilmesine sebep olan İstanbul şehri ve onun sakinleri hakkında gösterdiği merhamet, aklın alamayacağı genişliktedir. Hâlbuki o devir Avrupa’sında muzaffer bir kumandan, zapt ettiği şehrin halkına görülmedik zulüm ve işkence yapmakta kendini haklı görürdü. Fatih vicdan hürriyetine büyük kıymet verirdi. İstanbul’a girdiği vakit, ayaklarına kapanan İstanbul patriğini yerden kaldırmakla âlicenaplığını gösteren cihangir, şu sözlerle patriği teselli etti;
“Ayağa kalkınız. Ben Sultan Mehmed, hepinize söylüyorum ki;
Şu andan itibaren artık ne hayatınız, ne de hürriyetiniz hususunda gazab-ı şahanemden korkmayınız!”
Fatih, gayrimüslim tebaasının din ve mezheplerine asla dokunmadı, herkesi vicdani inanışında serbest bıraktı. Fatih, İstanbul’un imarında ücret karşılığında daha çok Rum esirlerini kullandı. Bu sırada biriktirdikleri paralarla hürriyetlerini satın alma imkânını sağladı. Bu müsamaha o devir dünyasının hayalinden bile geçirmediği bir olgunluk eseriydi. Batılıların iddialarına göre şehre giren Türkler, mabetleri yıkmışlar veya yakmışlar, hiçbir şey bırakmamışlardır.
Hâlbuki bunları yıkan ve yakan yine kendileridir. Bizanslılar surlarda açılan gediklerin tamirinde kullanılmak üzere yüzden ziyade kilise yıkmışlardır. Öyle ki, Fatih Sultan Mehmed, Ayasofya’yı yakından seyrederken, bir yeniçeri neferinin kilisenin taşlarından birini sökmek üzere olduğunu görünce, mani oldu.
“Size malca alınacak şeylere izin vermiştim, mülk ise benimdir demiştim”
Diyerek, yeniçeriyi şiddetli bir şekilde cezalandırmıştır.
Askeri ve siyasi sahada eşsiz bir deha idi. Askeri alanda başarısının ilk özelliği, kılıçla kalemin işbirliğidir. Ordunun disiplinine çok dikkat ederdi. En küçük itaatsizliği ve buna sebep olan subayları şiddetli bir şekilde cezalandırırdı. Ordusunu, plansız, düzensiz hareket ettirmez, macera hevesiyle kan dökmezdi. Kendi devrine kadar, atalarının yer - yer, ada - ada yapmış oldukları akınlarını, planlı bir fütuhat haline getirdi ve devletini, sistemli bir idarecilik şuuruyla istikrarlı, yerleşmiş bir devlet yaptı. Otuz senelik saltanat devresinde düzenlediği küçük, büyük seferler, memleketin coğrafi işbirliğini sağlamaya dayanır.
Bu gayeye ulaşmak için de at geçmez kayalıklardan, geçit vermez nehirlerden geçerek, durup dinlenmeden, kış yaz demeden savaştı. Bütün bu seferleri, bir plana göre yaptığından, nereye gitmesi, nerede durması lazım geldiğini bilerek hareket etti. Yapacağı seferlerin muvaffakiyetle neticelenmesini sağlamak için, aylarca bu seferin bütün teferruatını hazırlardı. Kumandanlığı ile diplomatlığı daima beraber hareket ederdi. Hangi devlet üzerine sefer düzenleyecekse, o devletin iç ve dış münasebetlerini, zaaflarını, kuvvetini, diğer devletlerle olan münasebetlerini en ince noktasına kadar tetkik eder ve sefere, hasmının en zayıf ve kendisinin en kuvvetli zamanında çıkardı. Yapacağı seferlerden en yakınlarına bile haber vermez ve bunların gizli kalmasına çok dikkat ederdi.
 “Sırrıma sakalımın bir tek telinin vakıf olduğunu bilsem, onu yolar, atarım”
Sözü meşhurdur. Böyle hareket etmeyi, muvaffakiyetlerinin başlıca sebeplerinden sayardı. Nitekim böyle hareket etmesinin neticesinde, İsfendiyar Beyliği ve Trabzon Rum İmparatorluğunu kolayca ele geçirdi. Çok başarılı bir diplomattı. Otuz sene, Asya ve Avrupa’da, bazen birkaç cephede beş, on hatta daha fazla devletle birden harp halinde bulunduğu günler oldu. Böyle zamanlarda düşmanlarının, kuvvetlerini bölmenin, siyasi müzakereler, vaatler ve geçici tavizlerle müttefikleri birbirinden ayırmanın kolayını buldu. Rodos Adasının fethi için donanmayı hazırlarken, zaman kazanmak için oyalama taktiğine girişerek şehzade Cem’e bir mektup vererek Demetrios Soplionos isimli Rum ile birlikte Rodos’a gönderdi. Fatih bu mektubunda hafif bir vergi karşılığında kendileriyle sulh ve sükûn içinde yaşayacaklarını bildiren, diplomatça bir harekette bulundu. Casuslar bulundurduğu gibi, Avrupalı devletlerin Osmanlılarla ilgili hareketleri müzakere eden bütün meclislerinde geniş bir haber alma teşkilatına da sahipti. Almanya’da yerlilerden elde edilmiş casusları da vardı. İtalya ise, son derece gizli ve daimi bir Türk haber alma servisiyle örülüydü. Fatih’in, bu teşkilatı sayesinde düşmanlarından günü gününe haberi olur, hareketlerini değerlendirerek tedbirler alırdı. Fatih, ordu ve donanmasını iyi bir şekilde tekâmül ettirmişti. Ordunun silahları birkaç senede yenilenir ve daha geliştirilmiş olanları eskilerinin yerine konurdu. Osmanlı donanmasının tekâmül etmiş şekilde kurucusu Fatih’tir. Topçuluğa gerekli ehemmiyeti veren ilk padişahtır. Fatih’ten önce, top, bütün dünyada, daha çok sesi ile düşmanı ürkütmek için kullanılırdı. Büyük kaleleri yerle bir edebileceği ve meydan muharebelerinde rol oynayacağı hiç düşünülmemişti. Fatih, bütün bunları akıl ederek, o tarihe kadar görülmeyen sayı ve çapta top yapılmasına yöneldi. Topların balistik ve mukavemet hesaplarını kendisi yaptı. Piyadeye de, öncesine nispetle, büyük önem verdi. Osmanlı ordusu, esas bakımından bir süvari ordusu olmaya devam etmişse de, yeniçeri ve azab gibi piyade sınıfları, Fatih devrinde önem kazandı. Fatih Sultan Mehmed, ilme, sanata ve ilim adamlarına çok kıymet verirdi. Zihniyeti ve tabiatı itibariyle ileri hamleden hoşlanan, terakki ve medeniyetten zevk alan bir padişahtı.
Tıpkı askeri fetihleri gibi, ilim adına açtığı savaşta da bir âlimler, sanatkârlar ordusu kurdu ve bu muhteşem orduya kendisi serdar oldu. Yeni devletin kurulması planının icrasında eğitim ve öğretimin tesir ve önemini her şeyden üstün tuttu. Maarif sistemini kanunla tanzim ederek ulema sınıfı diye tanınan ve idarenin temelini meydana getiren diyanet ve hukuk kurumlarını teşkilatlandırdı. Devlet idaresini ve bunun ilmileştirilmesini esas aldı. Akli ve nakli ilimlerde söz sahibi olan âlimleri İstanbul’a topladı ve onların talebe yetiştirmesi için medreseler kurdu. Devrinde yetişen büyük âlim ve sanatkârlar mühim eserler verdiler.
—Fıkıh ilminde Molla Hüsrev,
—Tefsirde Molla Gürani, Molla Yegân, Hızır Çelebi,
—Matematikte Ali Kuşçu,
—Kelamda Hoca zade, zamanının büyük âlimlerindendi ve ülkesine 
—Dünyanın dört bir tarafından âlimler akın ederdi.
Hatta Molla Cami bile İstanbul’a gelmekteyken, Padişah’ın ölüm haberi üzerine geri döndü.
İyi bir komutan ve devlet reisi olan Fatih, aynı zamanda iyi bir ilim adamı ve şairdi.
Latince ve Rumca ile Arapça, Farsça ve Türkçeye bütün incelikleriyle vakıftı. Şiirde, devrin üstatları arasında yer aldı. Hatta sarayda divan sahibi olan ilk padişahtı. Çünkü o, medeniyetin, sanatsız olarak fertlerin gönüllerinde yer alacağına ihtimal vermiyordu.
—Dedelerinin devlet kuruculuk kudretini, iradeli bir idarecilik şuuruyla geliştirmesini bilen Fatih, çevresinde devrin üstat şairlerini topladı.
—Avni mahlasıyla edebi değeri yüksek beyit ve gazeller söyledi.
—Aruzu, usta şairlerden farksız bir hâkimiyetle kullandı, şiirlerinde ince hissiyat ve düşüncelerini dile getirdi.
—İstanbul’un fethinden sonra Fatih, hocası Akşemsettin’in elini öpüp, tahtı tacı bırakıp derviş olmak istedi. Akşemsettin, bu teklifi reddederek, devlet işlerine memur edilen padişahın asıl vazifesini yapmamış olacağını, din-i İslam ve adaletle memleketi ve dünyayı idare etmenin daha makbul olduğunu; aksi halde din ve devlet zarar göreceği için, ikisinin de Allah indinde mesul olacaklarını bildirdi. Bunun üzerine Allah aşkı ile yanan kalbinin ateşini de şiirleriyle ortaya döktü.
—Fatih Sultan Mehmed, kelam ve matematik ilminde devrinin en büyük otoritelerinden biriydi. Bizanslı tarihçi Kritobulos’un hayranlıkla;
“Balistik sahasındaki keşifleri, ortaçağın surlarını yıkmıştır. Bu suretle, Avrupa’nın timsali olan derebeyi şatoları toplarla yıkılarak büyük devletler kurulmuş, neticede büyük güç kaynakları bir araya toplanarak ortaçağa son verilmiştir. Bu suretle Türkler, ortaçağdan yeniçağa Avrupa’dan daha evvel geçmişlerdir.
—Fatih Sultan Mehmet, teşkilatçı ve imarcı idi…
—Devlet idaresini tam bir intizam içinde yürütmek için lüzum ve ihtiyaç görüldükçe İslam'ın esaslarına uygun kanunlar ve fermanlar yayınladı.
—Tazimat dönemine kadar, Osmanlı Devletinin temel kanunu olarak mer’iyyette (yürürlükte) kalan Fatih Kanunnamesi, çok mühim bir eserdir.
—Padişahın görüşleri alınarak sadrazam Karamanı Mehmed Paşa tarafından hazırlanan bu çok önemli kanunnameyi, Nişancı Leyszade Mehmed Çelebi kaleme almıştır.
—Kanuni Sultan Süleyman devrinde hazırlanan kanunnamede de bu eser esas alınmıştır.
—Osmanlı Devletinin bütün temel müessese ve teşkilatı, Fatih devrinde en mükemmel hale gelmiştir.
—Enderun Mektebini kurarak, ülke için gerekli devlet adamı yetiştirilmesini yine o sağlamıştır.
—Fatih Sultan Mehmed, doğu Türkleri ile temasa büyük önem verdi.
—Oğlu Sultan İkinci Bayezid de Türk medeniyetini ilerletmek hususunda babasını takip etti.
—Doğu Türklerinin, Timur Han devri medeniyeti denilen medeniyet hareketlerinin benzeri, Fatih devrinde Osmanlılarda tahakkuk etti.
—Fatih, batı dillerinden bir kaçını bilmesi sebebiyle Avrupa literatürünü (edebiyat)çok iyi takip etmiş, Türklerin her hususta Avrupalılardan üstün bulunması sebebiyle, Avrupa’dan bir şey alma ihtiyacını duymamıştır.
—İstanbul’un imarına çok önem veren Padişah, saray, camiler, medreseler ile hamamlardan başka şehrin çeşitli yerlerinde 4000 dükkân yaptırarak vakfetti.

Büyük camilerin yanındaki medreselerin haricinde;
24 medrese,
12 han,
40 çeşme,
Halkalı Su Tesisatı,
İki gemi tersanesi,
Kışla, yapılan binalar arasındadır.
İstanbul imar olunurken, diğer taraftan Bursa, Edirne gibi şehirlerde imar faaliyetleri büyük bir hızla devam etti.  Bu devirde;
Bursa’da 37,
Edirne’de 28
Sair şehirlerde 60 cami yapıldı. Edirne’de Tunca Nehri kenarında 1451 senesinde büyük bir saray inşa edildi.
Bu sarayın bir modeli Topkapı Sarayıdır.
Bu saray, 1876 Osmanlı-Rus Harbinde cephane infilakıyla harap oldu.
Batılı Gözüyle Fatih
Büyük devlet ve ilim adamı olan Fatih, en büyük düşmanlarının gözlerini kamaştıran bir padişahtır. Eserlerinde ondan takdirle bahsetmişlerdir.
Mehmed-II der Eroberer und seine Zeit Weltenstürmer einer Zeitenwende.
Adlı eserinde şöyle yazmaktadır.
—Türk dünyası için Fatih, günümüze kadar, bütün imparatorların en büyüğü olup, beşer tarihinde başka her hangi bir şahsın kendisiyle mukayese edilmesi zordur.
—O, Türk milletine, bütün tarihinin en harikulade ve en yaklaşılması gayr-i kabil şahsiyeti olarak takdim edilmiştir.
—Batı âleminin mukadderatı, Fatih Sultan Mehmet’in görünmesiyle sarih bir şekilde işaretlenmiştir.
—Kudretli şahsiyeti, büyük Avrupa sahalarının dış görünüşünü derinden değiştirmiştir.
—Ortaçağdan çıkarken, insanları ve dünyayı görüş tarzında, Fatih’in şahsiyeti, zekâları tesir altında bırakmıştır.
—Adaletten kıl kadar ayrılmayan, kendisine takdim edilen iki mısralık basit şiir için sahibine bol ihsanda bulunan ve bir çiçek yetiştirene 500 altın bahşiş veren Fatih, her bakımdan devrinin üstüne çıkmış bir hükümdar ve insan-ı kâmildir.
Bu büyük cihangir hakkında, günümüze kadar, binlerce kitap yazılmıştır. Fatih Sultan Mehmet’in özel hayatı hakkında çok az şey bilinmektedir. Kendisine oğullar doğuran kadınlar hakkında da hemen hiç bir bilgi yoktur. Aile hayatında yakınlıktan ya da şefkatten tamamen kaçınan biri olduğu bilinmektedir. Bu kadar çok fetihler yapmak, ülkeler dolaşmak Sultan’ın hayatında aile ve aşk için fazla zaman bırakmamıştır. Fatih Sultan Mehmet yasal eşlerinden biri olan;
—Sitti Mükrime Hatun ile 14 yaşında babasının zoruyla evlendirilmişti. Kaynaklarda Elbistan'dan gelen bir prenses olduğu yazılmakta olan sitti Hatun, çok kısa bir zaman sonra Sultan tarafından boşanmadıysa bile Edirne'ye gönderildi. Çocuksuz ve saraydan uzak yaşadı.
—Büyük oğlu Beyazıt’ın annesi Gülbahar Hatun’la arası muhtemelen daha iyiydi.
—Cem sultanın annesi olabilecek Çiçek Hatun’a gelince nereden geldiği ya da sonunun nasıl olduğu bilinmiyor...
—Onca şiirler yazan, Fatih Sultan Mehmet'in bırakın bir kadının buyruğuna girmeyi, bir kadını uzun süre sevdiğine dair bile bir kanıt yoktur. Onun öyle bir tutkusu vardı, bu tutkusu sayesinde İstanbul’u fethetti! Hiç bir kadın bu tutkusunun ve aşkının önüne geçemedi…

Fatih’in tek aşkı İstanbul!
Papa'dan;
“Gel Hıristiyan ol, dünyayı yönet”
Teklifini reddeden Fatih Sultan Mehmet,
İstanbul karşısında nefsine hâkim olamayacağını,
Hatta insanı dinden imandan çıkaracak güzellikte olduğunu yazdığı şiirde de dile getirmiştir!
Fatih Sultan Mehmet’in eşleri:
—Sitti Mükrime Hatun Dulkadiroğlu Süleyman Bey'in kızı.
—Gülbahar Hatun II. Bayezid ile Gevher Sultan'ın annesi.
—Gülşah Hatun Karaman oğullarından İbrahim Bey'in kızı...
—Çiçek Hatun Türkmen Beyi kızı…
—Helena Hatun Mora Despotu Demetrus'un kızı.
—Anna Hatun Trabzon İmparatoru'nun kızı; evlilikleri kısa sürmüştür.
—Alexias Hatun Bizans Prenseslerindendir.

Fatihcanhan’ın göz kapakları bir hayli ağırlaşmıştı.
Elindeki dergiyi kaldıracak yan tarafa koyacak hali kalmamıştı. Gözlerini kapattı derin bir uykuya daldı.

Nazan Şara Şatana


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder