14 Ekim 2017 Cumartesi





Afife Jale – Selahattin Pınar
Ölümsüz Aşk





Aşkına, sevdiği adama yalvardı.
“Beni bırak, kendini kurtar, benimle olursan yazık olur sana.”

nazanss.blogspot.com





Selahattin Pınar, Hafız Burhan’ın konserinde ona tamburuyla eşlik ederken, güzel bir kadınla tanıştı.
Bir bahar akşamıydı.

‘Bir bahar akşamı rastladım size’

Afife’ye ve ona âşık oldu.
Afife’de ona karşı boş değildi.
Bir süre sonra evlenmeye karar verdiler.
Onlar yapamadıklarını birlikte yapmak için çok uğraştılar.
Birlikte saklambaç oynadılar çocukluklarını yaşadılar, birlikte şarkılar söylediler, birlikte oyunlar oynadılar, dans ettiler, yemek yaptılar.
Onla çok eğlendiler.
Mutluluk hep sürecek sanmışlardı.
Özellikle Selahattin Pınar ölene kadar onunla olacak, ona çok güzel aşk besteleri yapacak, onu her gün biraz daha sevecekti.
O öyle düşlüyordu ki.
Eşinin son zamanlardaki hırçınlığı, ani asabileşmeleri hatta hasta halleri titremelerinin sebebini anahtar deliğinden gördüğü Afife’nin kendine damar yoluyla morfin yaparken gördüğünde anlamıştı.
Afife morfinmandı.
Selahattin Pınar yıkılmıştı.
Böyle bir ailenin böyle eğitim almış kızı onun karısı, canı dünyası nasıl morfinman olabilirdi, nereden bulaşmıştı bu illete.

Afife, orta halli bir ailenin kızı olarak 1902 yılında İstanbul'un Kadıköy semtinde dünyaya gelmişti…

10 Kasım 1918 günü Darülbedayi'ye talebe olarak kabul olunan Beyza, Refika, Behire ve Memduha adlı beş kızdan biriydi.

Afife ve Refika hariç öteki kızlar daha fazla dayanamamış ve "nasılsa sahneye çıkamayacakları" gerekçesiyle tiyatroyu bırakmışlardı.

Aynı yılın 18 Aralık günü Refika tiyatronun suflör, Afife de "mülazım artistlik" (stajyer oyuncu) kadrolarına alınmışlardı.

Afife bir yıl süreyle bütün provalara devam etti, ama bir türlü sahneye çıkamadı.

Öte yandan Refika, sahne gerisinde görev alan ilk Müslüman Türk kadını oldu.

1919 yılının 13 Nisan gecesi premier'i yapılacak olan, Hüseyin Suat'ın Yamalar adlı oyununda, Emel rolü, Eliza Binemeciyan'ın Paris'e gitmesiyle ortada kaldı.
Darülbedayi yöneticileri ister istemez rolü Afife'ye oynatma kararı verdiler.

Böylelikle Afife, 22 Nisan gecesi, Kadıköy'deki Apollon Sineması'nda (sonraki Hale, şimdiki Reks) Emel rolünü oynayarak sahneye çıkan ilk Müslüman Türk kadını oldu.
O gece tiyatroya gelen zaptiyeler, yöneticilere bir uyarıda bulundularsa da genç sanatçı bir hafta sonra da "Tatlı Sır" oyununda yeniden sahneye çıktı.

Sanatçı polis tarafından tutuklanmak istenince, Kınar Hanım tarafından arka bahçeye kaçırılarak polislerin elinden zor kurtuldu.

Üçüncü piyesi olan "Odalık" oynanırken polis tiyatroyu bastı.

Afife bu kez de makine dairesinden kaçırıldı.

1921'de dâhiliye nezaretinin bir buyruğu ile belediye 27 Şubat günü 204 sayılı bildiriyi Darülbedayi Yönetim Kurulu'na gönderdi.

Bildiride Müslüman kadınların kesinlikle sahneye çıkamayacakları yazılmıştı.

Bu bildiri üzerine Afife, tiyatronun kadrosundan çıkarıldı.
Tiyatrosuz kalması Afife'nin zaten zayıf olan sinirlerini alt üst etmiş, kaçışı haplarda ve uyuşturucularda bulmaya başlamıştı.

Sonradan âşık olduğu bir doktorun yaptığı iğneler de onda bir alışkanlık başlatmıştı.

Ortalık biraz durulunca, birkaç yıl sonra Burhanettin Tepsi Kumpanyası ile Anadolu'da turneye çıkmış, yeni tiyatro topluluğu ile Kadıköy'de oynamış, daha sonra da Fikret Şadi'nin Milli Sahne'siyle çeşitli kentlerde temsiller vermişti.

Zaten 1923'ten sonra Türk Kadınları Atatürk'ün emriyle sahneye çıkmaya başlamıştı.
Gün geçtikçe bozulan sağlığı ve uyuşturucu alışkanlığı, tiyatroyu ister istemez bırakmasına neden oldu.
Bu onu büsbütün çileden çıkardı.

1928 yılında bir arkadaşıyla, Kuşdili çayırında Hafız Burhan'ın bir konserine gitmiş, orada sanatçıya tamburuyla eşlik eden Selahattin Pınar'la tanışmıştı.
Kısa bir sürede Pınar, genç kadına deliler gibi âşık oldu.
1929 yılında evlendiler ve Selahattin Pınar "Nereden Sevdim O Zalim Kadını" gibi birçok ölümsüz şarkısını onun için besteledi.

Bir süre sonra Pınar, karısının morfin bağımlılığı ile başa çıkamamaya başladı.

Tiyatrodan uzak kalmak, sahneye çıkamamak, Afife'yi mutsuz kılıyor, kurtuluşu yalnız iğne de buluyordu,
1935 yılında boşandılar.

Bundan sonra Afife içine düştüğü girdaba büsbütün batarak sefalet içinde sürünmeye başladı.

Darülbedayi'de ki dostlarının yardımıyla, Bakırköy Akıl Hastanesi'ne yatırıldı ve 1941 yılının 24 Temmuz günü kimsesiz bir halde yaşama veda etti.

Tiyatronun ve devrinin bu büyük fedaisi böylece sessiz sedasız yok olup gitti. Uzun yıllar onun adını bile anan olmadı.

Bu kadar uzun hayatı bu kadar kısa ömre sığdırmıştı. O otuz dokuz yaşında ölmüştü.
Oysa o aslında çok uzun yıllardır ölü gibiydi.
Tiyatro onun hayatını almıştı ama ona ölümsüz bir isim vermişti.

Afife Jale…
Babası onun tiyatrocu olmasını hiç istemiyordu.
Onlar köklü bir aileye sahiptiler.
Tiyatrocu olmak nereden çıkmıştı.
Müslüman Türk kadınları sahneye çıkmazdı…
Üstelik o Dr. Sait Paşa'nın torunuydu…
Oyunculuk ona göre hafiflikti.
Babasının tutumu onun fikrini değiştirmedi.
O takıntılı olacak kadar tiyatro tutkunuydu. Onun için tiyatro nefes almak gibiydi. Yaşamaktı…
Çareyi evden ayrılmakta buldu.
Bu o zamanlar için olacak şey değildi ama onun isyankâr ruhu ya tiyatro olmalı ya da buralardan gitmeli diyordu. Öyle de yaptı…

Darülbedayi'de çalışıyordu.
Bir süre daha çalıştı ama sonra görevine son verildi.
Bu onun yıkımı oldu.
Baş ağrıları başladı. Şiddetli baş ağrıları onu perişan ediyordu…
Parası yoktu.
Güvencesizdi. Kahroluyordu.
Üstelik baş ağrıları da her geçen günle artıyordu. Hayatının hatasını doktorunun baş ağrılarını geçirmek için morfin yapmaya onu ikna etmesiyle yaptı. 
Afife morfine alışmaya başlamıştı.
Bir süre sonra artık morfinsiz duramıyordu...

Selahattin Pınar’dan ayrılmaları Afife Jale’nin eşine yalvarması yüzünden olmuştu.
Ona bağırıyor, yalvarıyor ağlıyordu.
Böyle giderse kendine olan eşinin büyük sevdasını biliyordu. Onunda kendisi gibi olacağından çok korkuyordu.

Terk et beni diye yalvardı ona...
"Yoksa sen de mahvolacaksın, bırak beni gideyim" dedi.
Pınar, 6 ay sonra Afife Jale'yi terk etti.
İkisi için de en kötü yıllar başlamıştı.
Çok kötü yıllardı.
Afife, kimsesiz ve beş parasız, tenha parklarda yatıp kalkar, aşevlerinde karnını doyururken ayrıldığı eşinin kendisinin ardından yazdığı şarkıları taş plaktan dinleyip ağlarmış.

Ayrılık acısını yeni bir evlilikte dindirmeyi deneyen Selahattin Pınar ise hiç birlikte yatmayacağı bu kadından kısa sürede ayrıldı.

Afife Jale, kimsesizliğinin, terk edilmişliğinin, yoksulluğunun son durağı Balıklı Rum Hastanesi'nde, bir deri bir kemik veda etti hayata...

Ölümü, gazetelere haber bile olmadı. Cenazesine 4 kişi katıldı. Mezar yeri de mektupları ve fotoğraflarıyla birlikte kaybolup gitti. Unutuldu...

Selahattin Pınar, Afife'nin ölümünün ardından paraladı kendini... Nice ölümsüz, hicran dolu besteye imza attı. Son katıldığı radyo programında ‘Hatıralar’ şarkısını seslendirdi:

"Beni de alın koynunuza hatıralar - dolanıp kalayım bir an boynunuza hatıralar"

Bir süre sonra müdavimi olduğu Todori meyhanesine gitti; doktorların yasak ettiği ne varsa hepsini ısmarlayıp sofrayı döşetti. Rakısını yudumlarken son nefesini verdi. Son yolculuğuna mezarlıkta kendi bestesi çalınarak uğurlandı:

“Nereden sevdim o zalim kadını
Bana zehir etti hayatın tadını
Söylemem sormayın asla adını
Bana zehir etti hayatın tadını…”


Gökyüzünden bir yıldız daha kaydı… Bakın nasıl parlıyordu söndü gitti…



Nazan Şara Şatana

nazanss.blogspot.com


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder