Afife Jale – Selahattin Pınar
Ölümsüz Aşk
Aşkına, sevdiği
adama yalvardı.
“Beni bırak,
kendini kurtar, benimle olursan yazık olur sana.”
nazanss.blogspot.com
Selahattin Pınar, Hafız Burhan’ın konserinde ona
tamburuyla eşlik ederken, güzel bir kadınla tanıştı.
Bir bahar akşamıydı.
‘Bir bahar akşamı
rastladım size’
Afife’ye ve ona âşık oldu.
Afife’de ona karşı boş değildi.
Bir süre sonra evlenmeye karar verdiler.
Onlar yapamadıklarını birlikte yapmak için çok
uğraştılar.
Birlikte saklambaç oynadılar çocukluklarını
yaşadılar, birlikte şarkılar söylediler, birlikte oyunlar oynadılar, dans
ettiler, yemek yaptılar.
Onla çok eğlendiler.
Mutluluk hep sürecek sanmışlardı.
Özellikle Selahattin Pınar ölene kadar onunla
olacak, ona çok güzel aşk besteleri yapacak, onu her gün biraz daha sevecekti.
O öyle düşlüyordu ki.
Eşinin son zamanlardaki hırçınlığı, ani
asabileşmeleri hatta hasta halleri titremelerinin sebebini anahtar deliğinden
gördüğü Afife’nin kendine damar yoluyla morfin yaparken gördüğünde anlamıştı.
Afife morfinmandı.
Selahattin Pınar yıkılmıştı.
Böyle bir ailenin böyle eğitim almış kızı onun
karısı, canı dünyası nasıl morfinman olabilirdi, nereden bulaşmıştı bu illete.
Afife, orta halli bir ailenin kızı olarak
1902 yılında İstanbul'un Kadıköy semtinde dünyaya gelmişti…
10 Kasım 1918 günü Darülbedayi'ye talebe olarak kabul olunan Beyza, Refika,
Behire ve Memduha adlı beş kızdan biriydi.
Afife ve Refika hariç öteki kızlar daha fazla dayanamamış ve "nasılsa
sahneye çıkamayacakları" gerekçesiyle tiyatroyu bırakmışlardı.
Aynı yılın 18 Aralık günü Refika tiyatronun suflör, Afife de "mülazım
artistlik" (stajyer oyuncu) kadrolarına alınmışlardı.
Afife bir yıl süreyle bütün provalara devam etti, ama bir türlü sahneye
çıkamadı.
Öte yandan Refika, sahne gerisinde görev alan ilk Müslüman Türk kadını
oldu.
1919 yılının 13 Nisan gecesi premier'i yapılacak olan, Hüseyin Suat'ın
Yamalar adlı oyununda, Emel rolü, Eliza Binemeciyan'ın Paris'e gitmesiyle
ortada kaldı.
Darülbedayi yöneticileri ister istemez rolü Afife'ye oynatma kararı
verdiler.
Böylelikle Afife, 22 Nisan gecesi, Kadıköy'deki Apollon Sineması'nda
(sonraki Hale, şimdiki Reks) Emel rolünü oynayarak sahneye çıkan ilk Müslüman Türk kadını oldu.
O gece tiyatroya gelen zaptiyeler, yöneticilere bir uyarıda bulundularsa da
genç sanatçı bir hafta sonra da "Tatlı Sır" oyununda yeniden sahneye
çıktı.
Sanatçı polis tarafından tutuklanmak istenince, Kınar Hanım tarafından arka
bahçeye kaçırılarak polislerin elinden zor kurtuldu.
Üçüncü piyesi olan "Odalık" oynanırken polis tiyatroyu bastı.
Afife bu kez de makine dairesinden kaçırıldı.
1921'de dâhiliye nezaretinin bir buyruğu ile belediye 27 Şubat günü 204
sayılı bildiriyi Darülbedayi Yönetim Kurulu'na gönderdi.
Bildiride Müslüman kadınların kesinlikle sahneye çıkamayacakları
yazılmıştı.
Bu bildiri üzerine Afife, tiyatronun kadrosundan çıkarıldı.
Tiyatrosuz kalması Afife'nin zaten zayıf olan sinirlerini alt üst etmiş,
kaçışı haplarda ve uyuşturucularda bulmaya başlamıştı.
Sonradan âşık olduğu bir doktorun yaptığı iğneler de onda bir alışkanlık
başlatmıştı.
Ortalık biraz durulunca, birkaç yıl sonra Burhanettin Tepsi Kumpanyası ile
Anadolu'da turneye çıkmış, yeni tiyatro topluluğu ile Kadıköy'de oynamış, daha
sonra da Fikret Şadi'nin Milli Sahne'siyle çeşitli kentlerde temsiller
vermişti.
Zaten 1923'ten sonra Türk Kadınları Atatürk'ün emriyle sahneye çıkmaya
başlamıştı.
Gün geçtikçe bozulan sağlığı ve uyuşturucu alışkanlığı, tiyatroyu ister
istemez bırakmasına neden oldu.
Bu onu büsbütün çileden çıkardı.
1928 yılında bir arkadaşıyla, Kuşdili çayırında Hafız Burhan'ın bir
konserine gitmiş, orada sanatçıya tamburuyla eşlik eden Selahattin Pınar'la
tanışmıştı.
Kısa bir sürede Pınar, genç kadına deliler gibi âşık oldu.
1929 yılında evlendiler ve Selahattin Pınar "Nereden Sevdim O Zalim
Kadını" gibi birçok ölümsüz şarkısını onun için besteledi.
Bir süre sonra Pınar, karısının morfin bağımlılığı ile başa çıkamamaya
başladı.
Tiyatrodan uzak kalmak, sahneye çıkamamak, Afife'yi mutsuz kılıyor,
kurtuluşu yalnız iğne de buluyordu,
1935 yılında boşandılar.
Bundan sonra Afife içine düştüğü girdaba büsbütün batarak sefalet içinde
sürünmeye başladı.
Darülbedayi'de ki dostlarının yardımıyla, Bakırköy Akıl Hastanesi'ne
yatırıldı ve 1941 yılının 24 Temmuz günü kimsesiz bir halde yaşama veda etti.
Tiyatronun ve devrinin bu büyük fedaisi böylece sessiz sedasız yok olup
gitti. Uzun yıllar onun adını bile anan olmadı.
Bu kadar uzun hayatı bu kadar kısa ömre sığdırmıştı. O otuz dokuz yaşında
ölmüştü.
Oysa o aslında çok uzun yıllardır ölü gibiydi.
Tiyatro onun hayatını almıştı ama ona ölümsüz bir isim vermişti.
Afife Jale…
Babası
onun tiyatrocu olmasını hiç istemiyordu.
Onlar
köklü bir aileye sahiptiler.
Tiyatrocu
olmak nereden çıkmıştı.
Müslüman
Türk kadınları sahneye çıkmazdı…
Üstelik
o Dr. Sait Paşa'nın torunuydu…
Oyunculuk
ona göre hafiflikti.
Babasının
tutumu onun fikrini değiştirmedi.
O
takıntılı olacak kadar tiyatro tutkunuydu. Onun için tiyatro nefes almak
gibiydi. Yaşamaktı…
Çareyi
evden ayrılmakta buldu.
Bu
o zamanlar için olacak şey değildi ama onun isyankâr ruhu ya tiyatro olmalı ya
da buralardan gitmeli diyordu. Öyle de yaptı…
Darülbedayi'de
çalışıyordu.
Bir
süre daha çalıştı ama sonra görevine son verildi.
Bu
onun yıkımı oldu.
Baş
ağrıları başladı. Şiddetli baş ağrıları onu perişan ediyordu…
Parası
yoktu.
Güvencesizdi.
Kahroluyordu.
Üstelik
baş ağrıları da her geçen günle artıyordu. Hayatının hatasını doktorunun baş
ağrılarını geçirmek için morfin yapmaya onu ikna etmesiyle yaptı.
Afife
morfine alışmaya başlamıştı.
Bir
süre sonra artık morfinsiz duramıyordu...
Selahattin
Pınar’dan ayrılmaları Afife Jale’nin eşine yalvarması yüzünden olmuştu.
Ona
bağırıyor, yalvarıyor ağlıyordu.
Böyle
giderse kendine olan eşinin büyük sevdasını biliyordu. Onunda kendisi gibi
olacağından çok korkuyordu.
Terk
et beni diye yalvardı ona...
"Yoksa sen de mahvolacaksın, bırak beni
gideyim"
dedi.
Pınar,
6 ay sonra Afife Jale'yi terk etti.
İkisi
için de en kötü yıllar başlamıştı.
Çok
kötü yıllardı.
Afife,
kimsesiz ve beş parasız, tenha parklarda yatıp kalkar, aşevlerinde karnını
doyururken ayrıldığı eşinin kendisinin ardından yazdığı şarkıları taş plaktan
dinleyip ağlarmış.
Ayrılık
acısını yeni bir evlilikte dindirmeyi deneyen Selahattin Pınar ise hiç birlikte
yatmayacağı bu kadından kısa sürede ayrıldı.
Afife
Jale, kimsesizliğinin, terk edilmişliğinin, yoksulluğunun son durağı Balıklı
Rum Hastanesi'nde, bir deri bir kemik veda etti hayata...
Ölümü,
gazetelere haber bile olmadı. Cenazesine 4 kişi katıldı. Mezar yeri de
mektupları ve fotoğraflarıyla birlikte kaybolup gitti. Unutuldu...
Selahattin
Pınar, Afife'nin ölümünün ardından paraladı kendini... Nice ölümsüz, hicran
dolu besteye imza attı. Son katıldığı radyo programında ‘Hatıralar’ şarkısını
seslendirdi:
"Beni de alın koynunuza hatıralar - dolanıp
kalayım bir an boynunuza hatıralar"
Bir
süre sonra müdavimi olduğu Todori meyhanesine gitti; doktorların yasak ettiği
ne varsa hepsini ısmarlayıp sofrayı döşetti. Rakısını yudumlarken son nefesini
verdi. Son yolculuğuna mezarlıkta kendi bestesi çalınarak uğurlandı:
“Nereden sevdim o zalim kadını
Bana zehir etti hayatın tadını
Söylemem sormayın asla adını
Bana zehir etti hayatın tadını…”
Gökyüzünden bir yıldız daha kaydı… Bakın nasıl parlıyordu
söndü gitti…
Nazan
Şara Şatana
nazanss.blogspot.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder