29 Ağustos 2017 Salı


BARDAK ARTLIĞI

nazanss.blogspot.com



Çok güzel demlenmiş, mis gibi kokan çayı,
Ajda bardağına koymuştu ki, ufak bir ses duydu.
Sonra eli yandı,
Sonra yerlere çay döküldü,
Ayak parmak uçları da, hafif bir acı hissetti.
Bardak ikiye ayrılmıştı. Ne tuhaf!
Çok güzel bir görüntü oluşmuştu.
Beyaz tepsinin, cam bardakaltlığının üstünde...
Tavşankanı modeli çay, onun iki yanında,
Oldukça muntazam konulmuş gibi,
İki yarım Ajda bardağı…
İşin tuhafı; çay kaşığı nasıl olmuşsa olmuş,
Tepsinin üst tarafında,
Cam bardakaltlığının biraz ilerisinde…
Oldukça düzgün duruyor öylesine…
Tepsinin belirli yerleri kırmızı gibi!
Renk, bardakaltında durduğu gibi durmuyor.
Bir elinde çaydanlık, bir elinde demlik!
Boş gözlerin dolu bakması misali,
Bakıyor tepsiye… Tablo gibi, resim gibi,
Ünlü bir ressam, bilhassa bu mizanseni hazırlamış gibi!
Hala bakıyordu.
Her şerde bir hayır vardır hesabı.
Bu olayda birçok hayır var diyordu,
Bunları da hissediyordu.
Rahmetli annem, bardak kırıldığında üzülmezdi,
Başımızdan bir bela gitti, savruldu’ derdi, dedi.
Hayırdır inşallah diye de ekledi.
Bende öyle düşünüyorum, diye ekledi.
Hala bir tablo gibi, bir resim gibi!
Kıpırdamadan tepsiye bakıyordu.
Biranda bir değişik bir şey daha oldu.
Mutfak penceresinde bir güvercin,
Sabah bıraktığı, ekmek kırıntılarını,
Bulgur tanelerini tırtıklıyordu.
Bunu nasıl görüyorum, dedi.
Başımı tepsiden hiç kaldırmadım ki…
Görmüyordu. Gölgesi tepsiye vurmuştu.
Tepsi donuk, tepsi hareketsizdi.
Gölge tık – tık hareketli…
Kuş her lokmada başını havaya kaldırıyor.
Mutlu, arada bir olduğu yerde dönüyordu.
Gölgesi renksiz, siyah – beyaz filmlerdeki gibi!
Düşüyor, koyu kırmızının üstüne!
Hala kıpırdamıyor…
Elinde demlik, elinde çaydanlık! Üstelik ocakta açık,
Gazın yanan halinin mavisi! Görmüyor, tahmin ediyordu.
Hala olduğu yerden kıpırdamıyor. Hala tepsiye bakıyordu.
Güneşte katılmaya karar vermiş olmalı ki.
Bu temaşaya; bir açıyor, bir kapıyor. Gidip geliyor sanki!
Gölgeler kurşuni ile hafif siyah arasında!
Bir büyük, bir küçük değişiyor.
Bir ses ve bir hareket, onu yerinden oynatıyor.
Gördüklerime inanamıyor. Güvercin havalanıyor.
Kanatlarının sesini, tepsiye düşen gölgesini!
İçi acıyor. Biz böyle iyiydik. Gitmeseydi.
Resim güzeldi.
Tepside kırmızılık yayıldıkça yayılıyordu.
Beyaz yer az kalmıştı. Derken; gözü yine ona oyun oynadı.
Beyaz yer, beyaz bir güle benzemişti. Sanki katmerliydi.
Bu nasıl olabilirdi?
Ah keşke kuş uçmasaydı! Demeye kalmadı.
Kuş emri almıştı, dileği duymuştu.
Geldi, kanatlarını çırpa – çırpa… Yediklerini bitirmemiş miydi?
Ya da bir yere gidip, birini haber mi vermişti.
Bir kuş daha, aynı kanat çırpma edası ile geldi. Bu inanılmazdı.
Daha fazla dayanamadı.
Bunun ölümsüzleşmesi lazımdı. Bunun resmedilmesi gerekliydi.
Biranda karar verdi. Çaydanlığı ocağa, demliği üstüne koydu.
İçeri koştu, fotoğraf makinesini aldı, geldi.
O ne! Kuşlar yok, gözlerine inanamadı…
Çayın artığı, tüm tepsiyi sarmıştı. Kaşık öylesine duruyordu.
Bardakaltlığındaki çaylarda kalmamış gibiydi!
İki kırık bardaktı gördüğü…
Bunun nesini ölümsüzleştirecektim! Dedi.
Yine kaldım öylesine. Bu neydi şimdi! Bu rüya mıydı?
Bu anlık görüntü müydü? Bu rastlantısal bir şey miydi?
Bu – bu neydi?  Dedi. Çok üzülmüştü. Sonra;
Bir anda kara düşünceler gitti. Farklı düşünmeye başladı.
Bu o anın güzelliği değil miydi?
Bu ruhani bir şey değil miydi? Bunu resmetmek nedendi?
Nasıl anlamadım dedi.
Bazen bazı güzellikler kişiye özeldi.
O özel bir an resmedilmez.
O özel bir duygu anlatılmaz.
O özel bir an sadece yaşanır.
Sorgusuz, sualsiz. Şahitsiz, ispatsız.
Önemli olan, onu görebilmek, seçebilmek!
Varlığından haberdar olmak! Hissetmek. Anlamak!
Hayat da bu değil miydi zaten!

Nazan Şara Şatana

nazanss.blogspot.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder