26 Ağustos 2017 Cumartesi


Tanrıça Nammu sudan dağ çıkarttı

TANRIÇANIN SAÇLARI UÇUŞURKEN, KENDİDE UÇMUŞTU

Artemis…

nazanss.blogspot.com




Mitoloji müzik gibi insanı sakinleştiriyor. Heyecanlandırdığı ve meraklandırdığı da bir gerçek...
Bazen uykunuza keder veriyor, bitirmeden uyuyamıyorsunuz? Bazen de meraktan sizi deli ediyor; sonra ne olmuş – lar alıyor başını gidiyor.
Benim gibi mitolojiye sevdalı yazarlarda yazıyorlar da yazıyorlar.
Nasıl yazmazsınız, nasıl kendinize engel olabilirsiniz ki!

Herakles’in Kadınları kitabımdan bir bölümle yine mitolojiden söz ediyorum.

Önce her taraf derin ve geniş bir su ile kaplıydı.
Tanrıça Nammu sudan dağ çıkarttı,
Oğlu hava tanrısı Enlil onu ikiye ayırdı,

Üstü gök altı, yer oldu,
Göğü, gök tanrısı An aldı,
Yeri yer tanrıçası Ninki ile
Hava tanrısı Enlil aldı...”

Bir süre kimse konuşmadı.
Elif sakin bir ses tonu ile sessizliği bozdu.
“Rüya sana bir şey sormak istiyorum. Seni tanırım sen lüzumsuz yere bunları bana anlatmaz ve Didar’ı da dinlemezsin. Ne oluyor niye biz bu çok tanrılı dinlerin olduğu dönemlerden söz ediyoruz?”
Rüya derin bir soluk oldu.

“Herhalde anlatamadım. Canım biz bir nedenle bir nevi zaman tünelinden geçtik. Gördüklerimizden sonra senin söylediğin çok tanrılı döneme geldik. Anlamadığım bir büyü bir sihir olmalı ki...”
Sustu etrafa baktı. Dudak büktü. Devam etti.
“Ya da bizi koruyan bir şey var ki, biz göremediğimiz bir şeyin içindeyiz ve durmadan hareket ediyoruz. Açıkçası bizi dinleyen ne yapmamızı isteyen birilerinin elindeyiz.”
“Nasıl yani!”
“Bak canım çocuklara bak hepsi büyülü gibiler. Hareketsiz duruyorlar ve artık korkmuyorlar. Bende açıkçası korkmuyorum. Bir hayal âleminde gezintideyim sanki.”
“Ben korkuyorum. Çok korkuyorum.”
“Haklısın korkmak gerek ne olduğunu bilmemek bir şey için korkmayı gerektirir. Benim içimde bir huzur oluştu. Boşlukta asılıyız ama ürkmüyorum. Oysa bilirsin kaderci biri de değilimdir.”
“Muhtar bile mutlu görüyor. Onların gördüğü bizim görmediğimiz bir şeyler olmalı. Onlar bir şeyleri izliyorlar. Biz göremiyoruz. Baksana çocuklara hepsi ne kadar dikkatli bakıyorlar.”
“Haklısın onlar bir şey izliyorlar.”
Beyazlıkların arasında hayalle gerçek arası gibi bir şeyler oluşmaya başlamıştı.

Uzaklardan yakınlara kayıyor gibi yaklaşırken gittikçe belirginleşiyordu. Büyük heybetli bir karartı vardı. Önce buzlu bir camın ardında bakılıyor gibi görünüyordu sonra yavaşça açılmaya başladı.

Bu yüksekliği görülmeyen yüzlerce merdivenlerden çıkılan kule gibi, kale gibi bir şeydi. Enteresan bir görüntüydü. Etkileyici, çekici hatta korkutucuydu. Kule kendilerine doğru kayarken üst tarafı da anlaşılır oluyordu. Kulenin üstünde bir esinti olmalıydı.
Sonra garip sesler gelmeye başladı. Bunlar daha önce duydukları garip, vahşi korkutucu çığlıklar değildi bunlar insanın ruhunu besleyen, duygularını harekete geçiren müzikti. Rüya heyecanlanmıştı.
“Aman Allah’ım bu sesler!” dedi yavaşça...
Kulenin önünde büyük bir meydan oluştu. Sonra insanlar belirdi meydanda... Beyaz giysili insanlar ve dans eden insanlar... Bir tarafta müzisyenler vardı, bunlar kadınlarla erkeklerdi.

Bir tarafta rahip giysili adamlar şarkılar söylüyorlardı. Şarkılarda huzur vardı. Müzik garipti onları sarıyor çevreliyor içine alıyordu adeta.

Hepsi film gibi olan bu mucizeyi izliyorlardı hiç hareket etmeden! Müzisyenlerin çoğunluğu arp çalıyorlardı. Davullarda vardı.
Sonra kulenin üstüne bir ışık topu geldi. Orada bir süre durdu.

Işık yavaşça sönmeye başladığında kulenin üstünde ayakta duran yukarılara bakan bir kadın belirdi. Kadının arkasında kocaman bir hilal gözleri kamaştırıyordu. Kadının üstünde beyaz giysi vardı ve aşağılara doğru iniyordu. Etekler uçuşuyordu, bulutlar aşağılara inmiş ruhu zenginleştiren müzikle birlikte dans ediyor gibiydiler.

Kadın yukarılara bakıyordu. Saçları siyah ve uzundu. Başında parlayan tacı ve bir gelin gibi uçuşan tüllerden olan duvağı vardı.
Kadının bu kadar uzaktan bu kadar net görülmesi bir başka şeydi. Elif kısık sesle;
“Mucize üzerine mucize! Ne kadar güzel bir kadın... Kim bu?”
Rüya zor duyulur bir sesle cevap verdi.
“Tanrıça Artemis...”
Elif fısıldadı.
“Tanrıça Artemis ‘mi?” Rüya;
“Artemis; yani;
Zeus ve birkaç ismi olan… Diana, Leto’ ya da ona Latona’da denilir. Onların kızı…”
Didar teyzesini duymuştu. Tanrıçadan gözlerini ayırmadan fısıldar gibi konuşmaya başladı.
“Apollon’un kız kardeşi o teyzeciğim.”
“Evet, bunu biliyorum.”
Elif fısıltıya kendi de fısıltılı konuşarak eşlik etti.
“Apollon dediniz değil mi?”
Rüya;
“Evet, Artemis; Av tanrıçasıdır.” Didar;
“Yabani hayvanların hepsini özellikle geyiği çok severmiş.” Elif gülümsedi.
“Severmiş dedin. Oysa karşımızda duruyor. Sever diyelim. Nasıl olsa onunla aynı zamanda yaşıyoruz.”
Rüya uykudan uyanır gibiydi. Gözlerini kapattı.
“Bir bilebilsem!”
Önce hafifçe sallandılar. Sonra gittikçe hızlandı sallanmaları… Sarsılmaya başladılar. Rüzgâr çıkmıştı oralarda sanki. Tanrıçanın saçları uçuşurken kendi de uçmuştu adeta. Yok olmuştu.




Nazan Şara Şatana
nazanss.blogspot.com


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder