27 Ağustos 2017 Pazar



KUŞ KONMUYAN CAMİNİN SIRRI?

nazanss.blogspot.com




Kuşların konmadığı bir cami olabilir mi?
Benim bildiğim kuşlar, ibadet yerlerinin bahçelerine, çatılarına, minarelerine, çanlarına konarlar.
Dünyanın çeşitli yerlerinde bulundum.
Büyük camilerde gördüm, kiliseleri ve çeşitli dinlerin ibadethanelerini…
Hep kuşlar vardır bahçelerinde, kubbelerinde ya da çatılarında. Sanki kuşlar oraların kutsal yerler olduklarını bilirler.
Güvercinler olur ve onları yemleyen hayranları.

İstanbul’da bütün camilerin devamlı misafirleridir kuşlar. Sadece bir camide yoktur.
Bütün camilerde ve ibadet yerlerinde vardır, konarlar ve rüzgâr gelmiş, esmiş savurmuş gibi de hep bir arada uçarlar. İzlemesi çok güzeldir. Bazen aşağıdan yukarıya kanat çırpan bulutlar uçuyormuş gibi gelir.

Peki, bu güzellikten mahrum kalan cami var mı?
Evet, o camiye kuş konmuyor.
Bunun içindir ki ismi de Kuşkonmaz Camisi!
Nasıl oluyor da bütün camilere kuş konuyor da bu camiye konmuyor?
Nedir bunun sebebi?
Okunmuş, üflenmiş ondan mı?
Orada kuşlara yem verilmiyor ondan mı?
Yok – Yok böyle bir şey yok.

O caminin hikâyesini okuduğumda bir kez daha büyük ustaya, Mimar Sinan’a hayran oldum.
Ben yazılarımda her zaman diyorum. Okurlarım bilirler. Biraz basit bir tabir olabilir ama içimden gelen bu.
“Bunlar nasıl insan? Bunların akılları nasıl bu kadar iyi çalışıyormuş? İyide bunlar uzaylı mı?”
Aslında hiç biri değil.
Onlar dâhiler.
Evet, bunu kabul etmek lazım.

Dünya matematik üzerine kurulmuş. Bizler hayatlarımızı yine matematik üzerine endeksliyoruz. Bilerek yâda bilmeyerek hayatımızı hesaplayarak yaşıyoruz. Matematik düşünme kapasitemizi artırıyor. Daha akılcı oluyoruz, daha araştırmacı, daha bilen, daha düşünen!
Elbette bilmek gerekli, elbette çok bilmek gerekli.
Bu nasıl mümkünse öyle de yapmak gerekli.

Yazdıklarımı okuduğunuzda bana hak vereceksiniz…
Bende okuduğumda şaşırdım. Sizlere okuduklarımdan aklımda kalanları nakledeceğim.

Şemsi Paşa, çok titiz bir Paşaymış.
Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa’nın da yakın arkadaşıymış. İki dost birbirini çok severlermiş ama çok da çekişirlermiş. Yani tartışırlarmış. Birçok konuda ters düşerler, birbirlerine fikirlerini kabul ettirmek için bin türlü laf ederlermiş.
Bu yazdıklarım 1500 yıllarda yaşanan olaylar.

Yine bir gün bir araya gelmişler. Muhabbetin en koyu haline gelmişken; söz dönmüş dolaşmış Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa’nın, Sultanahmet’in yanı başına yaptırdığı camiye gelmiş. Bu cami öyle eften püften bir cami de değilmiş. Mimarı Koca Sinan.
Mimar Sinan denilince gerçekten durulması gerekiyor. En azından ben öyle yapıyorum ve bir süre neler yaptığını gözümün önüne getirmeye çalışıyorum ki yazacaklarıma ışık tutsun.
Evet, Mimar Sinan’ın Selime Caminin minyatürü olarak inşa ettiği camiymiş bu cami…
Sohbet gittikçe koyulaşmış, konu cami ve güzelliğiymiş. Bir ara Şemsi Paşa:
“Efendim bir cami yaptırmışsınız. Çok hoş Ama güvercinler caminizi pisletmişler!” 
Sokullu Mehmet Paşa haliyle şaşırmış. Kim bilir belki de ilk başta ne söyleyeceğini de bilememiştir. Sonrasında:
“Efendim, Allah’ın yarattığı mahlûkattır. Normaldir, engel olamazsın olur böyle şeyler!” demiş.
Ne desin adamcağız? Gerçekten kuş bunlar, istedikleri yere konarlar!

Bundan sonra daha neler konuşmuşlar, sohbet nerelere kadar gitmiş bilinmez!
Bilinen, gün gelir Şemsi Paşa’da bir cami yaptırmak ister.
İstemiş, istemesine de aklına söylediği sözler gelmiş. Telaşlanmış.
“Ne yapacağız?” demiş. 
Söylediğine, söyleyeceğine bin pişman olmuş. Ama ne çare söylenmiş bu sözler!
Bir çözüm aramaya başlamış. Kime başvuracak? Bir dâhiye başvurması gerekli elbette. Kime? Büyük Usta Mimar Sinan’a…

Şemsi Paşa, Mimar Sinan’a gitmiş. Söylediklerini anlatmış.
“Böyle bir cümle sarf ettik. Üzerinde kuşların uçamayacağı, konamayacağı bir yer var mıdır?”
Mimar Sinan paşayı dinlemiş, bir hal bulacağını söylemiş.

Sinan bu Koca Sinan, nasıl olsa bir hal çaresi bulacak!
Araştırmaya başlamış. Sonunda; Üsküdar’da Kuzeyden ve Güneyden gelen rüzgârların kesiştiği bir yer bulmuş. Dalgaların kıyıya çarpmasıyla meydana gelen titreşimleri incelemiş. Kuzey ve Güneyden rüzgârların kesiştiği, dalgaların kıyıyı dövdüğü bir nokta ve buradan çıkan titreşim sesleri kuşları rahatsız edecek ve kuşlar gelmeyecek diye düşünmüş. Bir yer tespit etmiş.
“Buraya camiyi yapabiliriz” demiş.
Bu nasıl bir matematiktir, hesaptır, incelemedir?
Akıl almaz…

Cami oraya yapılmış. Hep rüzgârların olduğu bir yer. Yazında esintili, kışında!
Dalgalar her daim duvarları dövüyor.

Üsküdar’da Kuşkonmaz Cami işte böyle yapılmış. Üzerinde ve bahçesinde kuşları olmayan tek camiymiş.
Bundan sonra yazılı bir şey yok ama ben hayal etmeye çalışıyorum. İki dost, iki cami…
Birinde kuşlar var diğerinde yok.
Birinde kuşların varlığı ile cıvıl cıvıl bir yer! Belki biraz kirli, diğerinde sessizlik. Kuşlar yok ama temiz.
Ve bu cami 430 yıldır ibadete açık ve bahçesinde hayat yok, renk yok çünkü alışa gelmiş o güzelim kuşlar yok.

Siz olsanız böyle bir şeyin olmasını ister miydiniz?
Ben istemezdim…


Nazan Şara Şatana
nazanss.blogspot.com



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder