Bergama Müzesi
nazanss.blogspot.com
Uzun
yıllar önce Almanya’da iken Berlin’e gitmiştik. Berlin’e gitmişken doğuya da
geçmeliyiz diye düşündük. O zamanlar daha duvar yıkılmamıştı.
İlk
üzüntüm o gece olmuştu…
Duvarın
yakınına kadar geldik şöyle bir bakalım dedik. Nedir bu duvar?
Yıllarca
filmlerde kaçışlarını izlemiştik doğudaki Almanların batıya geçmek için yer
altı tünellerinden ya da gizli örgütlerden yardım aldıklarını görmüştük...
Duvarın
önünden bu tarafla o tarafı ayıran bir dere misali su akıyordu.
Ben
çok ülkelere gittim, çok yerler gördüm bu kadar sevimsiz bir su görmemiştim.
Zaten çok soğuk bir kış gecesiydi.
Su
siyahtı, soğuktu, ürkütücüydü. Titrediğimi hatırladığım anda gözüme bu
taraftaki birkaç mezar ilişti. Bizim yanımızda olan canım arkadaşım, kıymetli
dostum Almanların bana göre en güzeli, en iyi yüreklisi Sara ve eşi oradaki
mezarları anlattıklarında kanımın donduğunu hissettim. Onlar doğudan kaçan
Almanlar.
Doğunun
askerleri tarafından vurulup hemen oraya gömülmüşler. O soğuk, zalim suyu
geçmeyi başarmışlar ki o bile mucize gibi bir şey. Ama bu tarafa çıkar çıkmaz
kuleler üzerindeki Doğu Alman askeri uzun namlusunu çekmiş ve ateş etmiş.
Kim
bilir suyu geçtim diye ne çok sevinmişlerdir.
Bu
bile benim Doğu Berlin’e peşin – peşin sevgimin ne hale geldiğini anlatmıştır
size.
Huzursuz
bir geceden sonra ertesi günü onların kapılarındaydık.
Sanıyorum
o zamanlar Doğu Almanların yüzünde sevimsiz, korkutucu bir maskeler vardı.
Çünkü duvar yıkıldıktan sonra senelerdir bizlere turist olarak gelirler ve
hayret gülerler.
Üstelik
polisini de otelci olarak ağırladık askerini de ama o zaman taktıkları
maskeleri herhalde o çirkin dere misali siyah suya atmışlardı.
Kapıdaki
erkeğe benzeyen bayan kontrol memuru birçok ahret sorularından sonra bizi
lütfen iki saat kadarda beklettikten, on iki saatlik vizemizi de çok ciddi
kontrol ettikten sonra bir zahmet izin verdi.
Geçtik
karşı tarafa… İşte o zaman o kaçışların sebebini anladık. İnsanlar korkak,
insanlar ürkek.
Birkaç
kişiden adres sormak istedik ne mümkün.
Hızlıca
yürüyüp gittiler.
Binalar
çok büyük. Çok boyasız, çok ürkütücü, çok karanlık ve çok soğuk...
Sokaklar
boş. Arabalardan nasıl söz etmeli. Şöyle diyebilirim o zamanlar asla orada
trafik sorunu yoktur. Trafik kazasıda yoktur.
Nasıl
olsun ki araba yok ki. Birkaç araba var – var ama onlarda Nuh nebiden kalmış.
Bizim
gittiğimiz tarihten bir yıl sonra duvar yıkıldı. Bunu hemen burada söylemem
lazım.
Birilerine
sorarak başaramadık yemek yiyeceğimiz yeri bulmayı artık içgüdü ve gözlerimize
güvenerek aradık. Bulduk. Bir restaurant bulduk.
Bir
öğlen vakti piyanist vardı yemek müziği yapıyordu. Her masaya hepsi birbirinden
güzel dört kız hizmet ediyordu.
Bizim
masadaki beylerin yemek yeme iştahlarının artması gerekirken kesilmesi ve
ağızlarının yerini kaşıkların ya da çatalların bulamamısının sebebini
anlamışsınızdır.
Kızlar
felaket. Yemeği yedikten sonra...
Dolaşalım
dedik. Nereye gideceğimizi o kadar iyi biliyoruz ki zaten onun için de
gelmiştik.
Biz
Bergama Müzesine gidecektik. Tamam, nasıl bulacağımızı öğrenmiştik.
Bizim
beyler bu kibar bayanlardan uzun uzadıya yol tarifini almışlardı. Biz gittik ve
bulduk.
Ben
hayatta birçok şeyin tesadüf olmadığına inananlardanım.
Müzenin
kapısında biletler alınırken dünya büyüklerinin resimlerinin olduğu madalyonlar
dikkatimi çekti. Türklerden kim var diye heyecanla bakınca kimi gördüm biliyor
musunuz?
Fatih
Sultan Mehmet’i…
Hemen
satın aldık.
Kader
mi demeli bilmiyorum. Yoksa bir işaret miydi o. Yoksa o gün mü karar vermiştim.
Topkapı Şifresi diye bir kitap yazacağım ve Fatih Sultan Mehmet’i ve onun
soyundan şehzade Fatihcanhan’ı anlatacağımı.
Müze çok heybetli, müze çok güzel…
İştar Kapısı ve Mshatta Alınlığı gibi
original yerlerinden yapının parçaları toplanarak bu müzede yeniden
birleştirilmiş (Rökonstrüksiyon) anıtsal yapılar
Bergama Müzesi'nin adını dünyada meşhur etmiştir.
Özellikle Bergama
ve Milet'ten
alınan eserlerle oluşturulan koleksiyonun edinimi meşruluğu konusunda
tartışmalar vardır.
Türkiye bu eserlerin gün ışığına çıktığı yer
olduğu için koleksiyonun geri iade edilmesi için Almanya Hükümetine
başvurulmuştur.
İçeride
resim çektirmiyorlar.
Yüksek
sesle konuşturmuyorlar.
Güzel
mi çok güzel… İnanılmaz güzel.
Gördüğüm
en güzel, en heybetli sunak.
Peki…
Uzun kaldık.
Karşısındaki
kanepede oturduk öylesine izledik.
Bizim
vatanımızdan gelmişti.
Kimi
hediye edilmiş diyor, kimi başka türlü getirilmiş diyor.
Orada
bir şey dikkatimizi çekmişti.
Nereden
geldiği, hatta nasıl geldiği tam olarak büyük yazılarla yazılıydı.
Gelenler
okuyorlardı.
Bizlerde
okuduk. Sadece Bergama değildi müzede olanlar. Gezdik her yerini gezdik. Bu
küçük guruptan kimi;
“Ah – ah dedi… Nasılda götürmüşler. Nasıl
almışlar?
Kim
de şöyle dedi:
“Kalsaydı bu kadar yıpranmadan kalabilir miydi,
biz koruyabilir miydik, reklamını, tanıtımını onun değerini onlar kadar
anlatabilir miydik?”
Ben
sessiz kalmış düşünmüştüm. Demek ki hala düşünüyorum…
Bilmiyorum.
Sizce?
Nazan Şara
Şatana
nazanss.blogspot.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder