14 Ekim 2017 Cumartesi



Bergama Müzesi



nazanss.blogspot.com





Uzun yıllar önce Almanya’da iken Berlin’e gitmiştik. Berlin’e gitmişken doğuya da geçmeliyiz diye düşündük. O zamanlar daha duvar yıkılmamıştı.
İlk üzüntüm o gece olmuştu…
Duvarın yakınına kadar geldik şöyle bir bakalım dedik. Nedir bu duvar?
Yıllarca filmlerde kaçışlarını izlemiştik doğudaki Almanların batıya geçmek için yer altı tünellerinden ya da gizli örgütlerden yardım aldıklarını görmüştük...

Duvarın önünden bu tarafla o tarafı ayıran bir dere misali su akıyordu.
Ben çok ülkelere gittim, çok yerler gördüm bu kadar sevimsiz bir su görmemiştim. Zaten çok soğuk bir kış gecesiydi.
Su siyahtı, soğuktu, ürkütücüydü. Titrediğimi hatırladığım anda gözüme bu taraftaki birkaç mezar ilişti. Bizim yanımızda olan canım arkadaşım, kıymetli dostum Almanların bana göre en güzeli, en iyi yüreklisi Sara ve eşi oradaki mezarları anlattıklarında kanımın donduğunu hissettim. Onlar doğudan kaçan Almanlar.
Doğunun askerleri tarafından vurulup hemen oraya gömülmüşler. O soğuk, zalim suyu geçmeyi başarmışlar ki o bile mucize gibi bir şey. Ama bu tarafa çıkar çıkmaz kuleler üzerindeki Doğu Alman askeri uzun namlusunu çekmiş ve ateş etmiş.
Kim bilir suyu geçtim diye ne çok sevinmişlerdir.
Bu bile benim Doğu Berlin’e peşin – peşin sevgimin ne hale geldiğini anlatmıştır size.

Huzursuz bir geceden sonra ertesi günü onların kapılarındaydık.
Sanıyorum o zamanlar Doğu Almanların yüzünde sevimsiz, korkutucu bir maskeler vardı. Çünkü duvar yıkıldıktan sonra senelerdir bizlere turist olarak gelirler ve hayret gülerler.
Üstelik polisini de otelci olarak ağırladık askerini de ama o zaman taktıkları maskeleri herhalde o çirkin dere misali siyah suya atmışlardı.
Kapıdaki erkeğe benzeyen bayan kontrol memuru birçok ahret sorularından sonra bizi lütfen iki saat kadarda beklettikten, on iki saatlik vizemizi de çok ciddi kontrol ettikten sonra bir zahmet izin verdi.
Geçtik karşı tarafa… İşte o zaman o kaçışların sebebini anladık. İnsanlar korkak, insanlar ürkek.
Birkaç kişiden adres sormak istedik ne mümkün.
Hızlıca yürüyüp gittiler.
Binalar çok büyük. Çok boyasız, çok ürkütücü, çok karanlık ve çok soğuk...
Sokaklar boş. Arabalardan nasıl söz etmeli. Şöyle diyebilirim o zamanlar asla orada trafik sorunu yoktur. Trafik kazasıda yoktur.
Nasıl olsun ki araba yok ki. Birkaç araba var – var ama onlarda Nuh nebiden kalmış.
Bizim gittiğimiz tarihten bir yıl sonra duvar yıkıldı. Bunu hemen burada söylemem lazım.
Birilerine sorarak başaramadık yemek yiyeceğimiz yeri bulmayı artık içgüdü ve gözlerimize güvenerek aradık. Bulduk. Bir restaurant bulduk.
Bir öğlen vakti piyanist vardı yemek müziği yapıyordu. Her masaya hepsi birbirinden güzel dört kız hizmet ediyordu.
Bizim masadaki beylerin yemek yeme iştahlarının artması gerekirken kesilmesi ve ağızlarının yerini kaşıkların ya da çatalların bulamamısının sebebini anlamışsınızdır.
Kızlar felaket. Yemeği yedikten sonra...
Dolaşalım dedik. Nereye gideceğimizi o kadar iyi biliyoruz ki zaten onun için de gelmiştik.
Biz Bergama Müzesine gidecektik. Tamam, nasıl bulacağımızı öğrenmiştik.
Bizim beyler bu kibar bayanlardan uzun uzadıya yol tarifini almışlardı. Biz gittik ve bulduk.

Ben hayatta birçok şeyin tesadüf olmadığına inananlardanım.
Müzenin kapısında biletler alınırken dünya büyüklerinin resimlerinin olduğu madalyonlar dikkatimi çekti. Türklerden kim var diye heyecanla bakınca kimi gördüm biliyor musunuz?
Fatih Sultan Mehmet’i…
Hemen satın aldık.
Kader mi demeli bilmiyorum. Yoksa bir işaret miydi o. Yoksa o gün mü karar vermiştim. Topkapı Şifresi diye bir kitap yazacağım ve Fatih Sultan Mehmet’i ve onun soyundan şehzade Fatihcanhan’ı anlatacağımı.

Müze çok heybetli, müze çok güzel…
İştar Kapısı ve Mshatta Alınlığı gibi original yerlerinden yapının parçaları toplanarak bu müzede yeniden birleştirilmiş (Rökonstrüksiyon) anıtsal yapılar
Bergama Müzesi'nin adını dünyada meşhur etmiştir.

Özellikle Bergama ve Milet'ten alınan eserlerle oluşturulan koleksiyonun edinimi meşruluğu konusunda tartışmalar vardır.

Türkiye bu eserlerin gün ışığına çıktığı yer olduğu için koleksiyonun geri iade edilmesi için Almanya Hükümetine başvurulmuştur.

İçeride resim çektirmiyorlar.
Yüksek sesle konuşturmuyorlar.
Güzel mi çok güzel… İnanılmaz güzel.
Gördüğüm en güzel, en heybetli sunak.
Peki… Uzun kaldık.
Karşısındaki kanepede oturduk öylesine izledik.
Bizim vatanımızdan gelmişti.
Kimi hediye edilmiş diyor, kimi başka türlü getirilmiş diyor.
Orada bir şey dikkatimizi çekmişti.
Nereden geldiği, hatta nasıl geldiği tam olarak büyük yazılarla yazılıydı.
Gelenler okuyorlardı.
Bizlerde okuduk. Sadece Bergama değildi müzede olanlar. Gezdik her yerini gezdik. Bu küçük guruptan kimi;
“Ah – ah dedi… Nasılda götürmüşler. Nasıl almışlar?

Kim de şöyle dedi:
“Kalsaydı bu kadar yıpranmadan kalabilir miydi, biz koruyabilir miydik, reklamını, tanıtımını onun değerini onlar kadar anlatabilir miydik?”

Ben sessiz kalmış düşünmüştüm. Demek ki hala düşünüyorum…
Bilmiyorum. Sizce?


Nazan Şara Şatana


nazanss.blogspot.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder