Ressam
Salvador
Dali
En Büyük
Tutkusu Sevdiği Kadındı
nazanss.blogspot.com
Salvador Dali 11 Mayıs 1904’de İspanya’nın bir
köyünde doğdu.
6 yaşındayken menenjitten ölen erkek kardeşinden 3
sene sonra dünyaya geldi…
Annesi ve babası ölmüş oğullarının yerine yeni gelen
bebeklerini koymuşlardı. Onun adını vermişlerdi. Onu daha önceki çocukları gibi
seviyorlardı.
Sanki onun bebekliğini bir daha yaşıyorlardı…
Tanrının garip bir de cilvesi vardı. Salvador
ağabeyine çok benziyordu. Nerede ise onun ikizi olacak kadar çok benziyordu…
Salvador kendini hatırladığında ilk aklına gelen
anne babasının yatak odasındaki İsa’nın çarmıha gerilmiş hali ile ölen
ağabeyinin resmiydi. Resme baktıktan sonra gider aynaya bakar şaşırırdı.
Anne babasının hep başkasının yerine kendini
koyduklarını bildiğinden bu ruh yapısında iyi şeyler yapmıyordu. Zamanla onun
gölgesinden kurtulmak için, kendini onlara kanıtlamak için olmadık şeyler
yapıyordu. Bunlara histeri krizleri de dâhildi. Onlara o kadar çok oyunlar
oynuyordu ki aile ilk başlarda telaşlanmışlardı. Zamanda oğullarının ne yapmak
istediğinin farkına vardıklarından üstünde fazla durmamaya başlamışlardı.
Tam bu günlerde; Kız kardeşi Ana Maria doğdu.
Dikkatler onun üzerindeydi. Salvador bu seferde kız
kardeşini kıskanmaya başlamıştı. Sakatlanmış ruh duygusu her geçen gün biraz
daha darbe yiyordu…
İşte o zamanlarda resim çizmeye başladı.
Yalnızlığını, hırsını resim yaparak geçiştirmek istiyordu. Ailesinin dikkatini
çekmek, onun farklı biri olduğuna onları inandırmak istiyordu.
10 yaşında yaptığı ilk self-portresinin ismi; hasta
çocuktu…
Ailesi ondaki yeteneği fark edince onu bir resim
kursuna kayıt ettirdiler…
Öğretmeni Juan Núñez iyi bir ressamdı; ondan
karakalem çalışmayı öğrendi. Daha sonra Catalan; empresyonist ve realistlerini
tanıdı.
Daha sonra Kübizm ve Juan Gris'i keşfetti.
20'li yılların başında Madrid San Fernando
Akademisine başladı.
Buraya kadar hayatının yirmi yılı bir sürü
uyumsuzlukları, problemleri ile geçti. Ailesini ciddi şekilde üzüyordu. Onların
hiçbir zaman aradıkları, istedikleri evlat olamamıştı. Böyle bir niyeti de
yoktu.
Okula başlamasına başlamıştı ama orada da aynı ruh
durumu, sıkıntıları ve bilhassa; anarşist hareketleri nedeniyle okuldan atıldı…
Hatta tutuklandı.
Girona'da tutuklu kaldı.
Bu onun canını çok sıkmıştı. Okuldan nasıl atılırdı.
Tekrar mücadeleye başladı. Okula girmeliydi. Nitekim başardı. Bir süre okulda
kaldı. Ama uyum sağlayamıyordu. Devamlı sorun çıkartıyordu. Arkadaşlarını
rahatsız ediyordu. Öğretmenlerinin huzurunu kaçırıyordu. Sonunda olanlar oldu.
Okuldan bir daha alınmamak üzere atıldı…
Bu onu çokta rahatsız etmedi. Okulda kalmak
istiyordu. Son yıllarda okulda kendince çok sıkıntı çekmişti.
Paris’e gitti.
Hayatının en büyük değişimi onu Paris’te bulacaktı.
Burada, Picasso'yla tanışacak ve kaderi değişecekti. Çünkü Salvador iyi bir
ressamdı. Picasso ondaki cevheri görmüştü.
Salvador Dali artık oradaydı ve çalışıyordu.
10 yıl sonra Londra'da Stefan Zweig onu Sigmund
Freud'a tanıttı.
1923'te Madrid'de Luis Buñuel ve García Lorca ile
tanıştı.
Dalí böylece değişti. Görünümüyle de.
Başlangıçta ki uzun saçları; ağzından hiç düşmeyen
piposu daha sonra kısacık biryantinli saçlı spor kıyafetli asık suratlı birine
dönüştü.
Günlük yaşamı; entelektüel bir söylemin ve lüks bir
yaşamın çevresinde dönüyordu.
Buñuel'le 'Bir Endülüs Köpeği' filmini sahneye
konmasına yardımcı oldu. Ama. Buñuel.'i dinsizlikle suçlayarak ikinci bir
filmden uzak durdu.
Buna karşın García Lorca'yla çok yakın bir
arkadaşlığı oldu.
1925–36 yılları arasında uyumlu bir dostlukları
oldu.
Dali farklı biriydi. Kadınlar pek ilgisini
çekmiyordu.
Onlar ‘sadece erotik fantezileri için gerekli’ydiler.
Dali böyle rahatsız bir hayat yaşarken bir terasta
kocasının yanında duran bir kadını gördü. Kadından müthiş etkilendi. Bu kadının
adı Gala’ydı…
Gala; bir Rus avukatın kızı ve sürrealist şair Paul
Eduard'ın eşiydi.
Kadına âşık olan Salvador, ondan başka gözü hiçbir
şeyi görmüyordu. Tutkulu bir âşık olmuştu.
Birkaç ay sonra tamamen âşık olarak birlikte
yaşamaya başlayacaklardı.
Gala; Dali için bir âşık,
Bir arkadaş,
Esin perisi ve model
Danışman ve her şeyin ilerisinde varlığının
yöneticisi olmuştur.
Birlikte Port Lligat'de hayatlarının evlerini
kurdular. Muhteşem bir evdi. Çok emek vermişlerdi. Çok özenmişlerdi… Tam o
sırada savaşlar başladı. İlk önceki savaş;
İspanya İç Savaşı’ndan daha sonra Dünya Savaşıydı.
Salvador ve sevgilisi oraları terk etmek zorunda kalmışlardı.
Onlarda tam bu günlerde dünyayı gezmeye karar
verdiler.
Bu günlerde Dali’nin şu sözleri çok dikkat
çekecekti:
“Her zaman anarşist ve aynı
zamanda da monarşisttim. Her zaman
burjuvaziye karşıydım ve hala da öyleyim. Gerçek kültürel devrim monarşist
prensiplerin restoresiyle mümkündür.”
Bundan sonra olanlar şaşırtıcı olacaktır.
1934'te beş yıllık aktif bir işbirliğinden sonra
artık eski sürrealist arkadaşlarından ayrılmış ve küçük burjuvaya dönüşmekle
suçlanır olmuştu.
Çünkü politikadan kaçıyordu:
Bu sözleri çok tartışılacaktı:
'Beni ne marksizm bir parça
bile ilgilendirmiyordu. Politika bir kansere benziyordu.'
Daha sonra Newyork'a yerleşti…
Devamlı orada kalmıyordu. Arada sırada geri
dönüyordu.
Onu en çok üzen olaylardan biride; faşistlerin
arkadaşı Garcia Lorca'yı öldürmeleriydi.
Kuzey Amerikalılar tarafından aranılan, sevilen, iyi
ücret ödenen biriydi.
1966'da Newyork modern sanatlar müzesinde 1966'de
ona bir retrospektif (dünden bu güne)adadılar.
Beuborg'daki bir diğer sergi için 1979'a kadar
beklemesi gerekti.
Sonra hayatının acısını üç sene sonra yaşadı.
1982'de Gala öldü. O zamandan sonra nerdeyse resim
yapmayı bıraktı.
Dali, Gala’nın mezarının olduğu Pubol'e yerleşti ve
son eserlerini verdi.
Bütün akımları tanıyıp; olası bütün etkilerden
geçtikten; tüm çılgınlığıyla o devasa eseri 'Babil Kulesi'ni oluşturduktan
sonra; Salvador Dali sanatı boyunca uzayıp giden bir ipi fark etti.
Bu ip görünmez bir şekilde daha Breton'la bile
değilken gerçekleştirdiği ilk sürrealist eseriyle, gerçek anlamdaki sürrealist
eserlerini birbirine bağlıyordu.
Freud'un içten ve fanatik olarak tanımladığı,
Dali'nin gözleri; hep büyüleyici bir dünyayı keşfediyordu.
Dali hiçbir zaman taptığı esin perisi Gala'dan
ayrılmadı,
Kendine duyduğu ihtiyaçtan daha fazla bir ihtiyaçla
ona bağlıydı.
Pubol Şatosundaki yangından kurtulduktan sonra; 23
Şubat 1989'da Figueras hastanesinde, 84 yaşında öldü.
Cesedi ilaçlandı ve Figueras'daki müzesine hâkim
olan dev kubbenin altına gömüldü.
Salvador Dali’nin tablolarını izlerken hayatı
hakkında neler yaşadığını hisseder siziniz.
Tüyleriniz diken – diken olur.
Sanat kişinin kendini yansıtmasıdır…
Ya da ben öyle bilirim…
Nazan
Şara Şatana
nazanss.blogspot.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder